17 Nisan 2008 Perşembe

Koyver Gitsin

Üniversite eğitimim İşletme.
4 yıl boyunca bir dolu Pazarlama, İş İdaresi, Yönetim becerileri, Kominikasyon dersleri... Sunumlar, grup projeleri, empati, etkili iletişim vs......
Üniversite sonrası 8 yıllık iş hayatım Satış ve Pazarlama.
Ürünler, şartlar, taktikler, detaylar değişse de ana hedef hep Pazarlamak ve Satmak

Bu süreç öncesinde “vur ensesine al ekmeğini” olan ben, sonrasında ayçiçeği gibi açılıp sıkı pazarlıkçı oldum. Zaman zaman tatlı dil, sohbet muhabbet, yakın kontakt, ilgi ve iletişimle zaman zaman da dişe diş kana kan taktikleriyle iş bağlamışlığım çoktur.
Önce işin fizibilitesini yapıp hesabını kitabını çıkarıyoruz. Oluru varsa saldır, kurtarır gibiyse nazlan- daha iyiyi koparmaya çalış, yok hiç kurtarmazsa bırak gitsin.
Bu, iş durumları.....
Ya özel hayat?
Burada hal & hasenat tamamen ruh halime göre değişiyor. O gün çok neşeliyim, şakayasım mı var, yok tam tersi Karadeniz’de gemilerim battı ağzımı bıçak mı açmıyor hemen belli ederim.
Zıp zıp zıplarken, kabuğuma çekilmiş yerin 7 kat dibinde yaşarken, tutup kopardığım ya da elimde patlayan tüm durumlarda 2 düsturum vardır:
1) En az konuştuğun kadar dinle
2) Türkçeyi güzel ve doğru kullanmaya özen göster.

Dinleme konusunda olağandışı bir durum yoksa başarılıyımdır lakin Türkçe kullanımında aynı şeyi söylemek elbette çok iddialı olur. Daha 10,100,1000 fırın ekmeğe ihtiyacım var. O ekmekler pişe dursun işin bir de sosyallik kısmı var. Her daim MYK Şura’sında gibi konuşamam ya...
Geyiğin hakim olduğu, doğru Türkçe kullanımı dışı herşeyin mübah olduğu bir lisan almış başını giderken ve kafa kağıdım azar azar kendine +1’leri eklerken ben hala ‘gencim, genç yaşarım’ diyerek gündemi yakalamaya çalışıyorum.
Veeee sizi son zamanlarda sık sık dinlediğim, dinledikçe sevdiğim, sevdikçe ağzıma takılan, takıldıkça daha çok dinlediğim aşağıdaki yeni nesil Türkçe şarkı ile başbaşa bırakıyorum. İlk dinleyişlerimde sözlerine gıcığımdan dolayı kendisine amborga koymuş olsam da eğlenceli melodisi sebebiyle sonradan sonraya barıştık.
Dinlemeniz üzre şarkının link’ini aşağıya eklerken bendeniz huzurlarınızdan ayrılıyorum :-)

http://www.youtube.com/watch?v=Pk1InUPYZrY

Her çağırdığında yanına gelmez mutluluk
Sessiz sessiz sindireceksin
Ya da geçip hayatın önüne
Yüzüne yüzüne indireceksin
Yoktan varetmeli bazen mutluluğu
Aynaya bak çok güzel bulduğunu
Sen sana her zaman iyi gelensin
Koyver gitsin bırak gururu off
Off offf koyver gitsin

Not: Bu yazımı 17 Nisan 2008'de yazdıktan 1 gün sonra 18 Nisan 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde, gazeteci Rauf Tamer 'Dil Yaresi' başlıklı çok beğendiğim ve tam da bu konuyla alakalı bir yazı yazmış. Aşağıda linkini bulabilirsiniz, okumanızı tavsiye ederim.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8729605.asp?yazarid=183&gid=61&sz=79815

1 Nisan 2008 Salı

İnat



“İnatçısın”
Yok yok tam olarak böyle değil; “sen ne kadar da inat bir insansın” dedi.
Dannnnnn!!!!
Bu da ne şimdi böyle hiç beklemediğim bir anda?!
“Ben mi inatçıyım, hayır hiçte değilim” dedim gayri ihtiyarı.
O da inatçı, yılmadı, “evet inatçısın, hem de çok, bak hala inat ediyorsun” dedi.
Hoppalaaaa, nerden çıktı şimdi bu pat diye?
Hayır öyle bana uzak, yabancı biri de değil ki, “sen beni ne kadar tanıyorsun ki?” diye dayılanamadım. Basbaya iyi tanır beni. İçimi dışımı, sağımı solumu, kıyımı köşemi bilir. Bunca zamandır en yakın arkadaşlarımdan biri. Yaşadığımız tüm incik-cıncıktan öte çoookkk içimi dökmüşlüğüm vardır ona. Dertlerimle baymışlığım, sevinçlerime ortak bilmişliğim gani ganidir.
O ilk şoku atlattığımdan beri düşünüyorum. Yaşadıklarımı, mazimi, kimlerin beni ne gözle gördüğünü...
Çok uzağa gitmeme gerek kalmadı. Abim de inatçı olduğumu, hep kendi bildiğimi okuduğumu söyler dururdu. Annem de. Babamın deyip demediğini hatırlayamadım. Onunla ilgili güzel anılar var hatırımda, işime gelmeyenler için anıları zorlayamadan kaçmayı tercih ettim. Beni en yakından tanıyanlar bunda hem fikir olduklarına göre, e bir bildikleri var demek ki....
Uzunca bir süredir kişisel gelişim sürecimde görüştüğüm koçuma açtım konuyu. Önce “inat”tan, “inatçılık” tan ne anladığımı sordu.
Bence negatif bir duyguydu inatçılık. Erdemli, sağduyulu bir insanın inatçı olmaması gerekiyordu. Kendime yakıştıramadım, “hayır ben inatçı olamam, olmamalıyım” dedim.
“I-ıh” dedi, durum öyle değil, “göremiyorsun kendini, sen basbaya inatçı birisin”
Artık köşeye sıkışmış, kaçacak yerim kalmamıştı. Kuzu kuzu kabullenmeli bu yargıyı ve barışık yaşamaya çalışmalıydım.
Sonra devam etti, inadın herzaman kötü birşey olmadığını, duygularını derinden yaşayan insanların inatçı olabileceğini söyledi. İşte şimdi yavaş yavaş ısınmaya başlamıştım. Olabilir, kabullenilebilir hale geliyordu konu.
Yaşadıklarımı, üzüntülerimi, acılarımı, mutluluklarımı, sevgi& bağlılıklarımı o kadar derinden ve içten yaşıyorum ki onlara tutkuyla bağlanıyorum. Durum böyle olunca da kolay vazgeçemiyorum. E bakış açısına göre de bu kolay vazgeçememenin adı “inat” oluyor.
Böylesine bir açıklama veya değişik bir yorum mevzuyu kabul edememekten, kabul etmeye gönüllü hale getiriverdi birden bire.
Çok çabuk barıştım bu durumla.
Evet ben inatçı biriyim. Evet istediklerimin, kararlarımın, yaptıklarımın dibine kadar arkasındayım. Doğru olduğunu hissettiğimde dünya yıkılsa vazgeçmek istemiyorum. Kaç kişi bu kanı taşıyor ki damarlarında? Kaç kişi duygularına bu kadar tutkuyla bağlı ki???
Ben rüzgara göre hava, hayat, mod, inanış, istek değiştirenlerden değilim.
İnatçıyım işte, var mı itirazı olan??? :-)

Yazı Tarihi: 01 Nisan 2008