7 Mart 2009 Cumartesi

Nadidem

*
Aman Allah’ım o ne eğlenceli bir şahsiyet öyle...
Süper matrak, fırlama, deli dolu bir enerji küpü.
Aynı zamanda çok zeki, ince ve düşünceli.
Üstelik tamamıyla sahici, doğal, samimi ve de naif.
Yaptığı hiçbir şey numara olsun diye değil çünkü numaralar umrunda değil.
Hesapsız, kitapsız, katıksız ve en yalın halleriyle sapasağlam duruyor karşısındakinin önüne.
Çünkü komplekssiz
Çünkü kendiyle dibine kadar barışık.

Benim en yakın arkadaşlarımdan biri.
Belki çok uzun yıllardır değil ama birbirimizi tanıdığımız 3 yıldan bu yana zamanı en dolu dolu ve çoğaltarak yaşadıklarımdan.
Benim için 'dünya bir yana o bir yana' dediğim nadidelerimden.

Onu ilk gördüğümde ben her zamanki gibi soğuk, mesafeli ve duvarlıydım.
O ise her zamanki gibi sıcak, sevecen ve hoş bir alize.
İlkin ben durumu şöyle bir yokladım.
O ise dannn diye kafadan girdi olaya.

Bilirsiniz, anlarsınız
İlk dakikalarda olup olamayacağını üç aşağı beş yukarı kestirirsiniz.
“Tamamdır” dedim, “oldu bu iş”
O an anladım; hayatımın sonuna kadar yakınımda tutmak isteyeceğim insanlardan biri olduğunu.
Ve geçen zamanda hiç yanılmadım, hiç tereddüt etmedim.

Nice badireler atlattık birlikte.
Aynı işyerinde çalıştık,
haftanın en az 5 günü dipdibe durduk,
seyahatlere gittik,
gülme krizlerine tutulduk,
yedik, içtik, gezdik,
konuş konuşş konuşşş konuşulacakları bitiremedik,
bol bol kikirdeyip, sel sel ağlaştık,
sıkıldık, bunaldık, çatladık, ufladık, pufladık,
bekledik, sabrettik, patladık, yıkıldık, toparlandık,
tam dibi boyladık derken birbirimize olan desteğimizle tünelin ucundaki ışığı gördük,
inatlaştık, kavuştuk, ayrıldık, vedalaştık, yine buluştuk...
Aşk yaşamak gibi.
Birbirimizin bağımlısı olduk.
Birbirimizden haberimiz olmadan, diğerinin attığı adımı bilmeden gün geçirmedik.
Araya mesafeler, değişik hayatlar, zor günler, kalabalık yaşantılar, üçüncü şahıslar girdiyse de biz birbirimizden hiç kopmadık.

***
İtiraf ediyorum benim karakterimin “faydacı” bir tarafı var,
hayatıma aldıklarım hep bir sürü şeyler öğrenebileceğim, beslenebileceğim, gelişebileceğim, bana birşeyler katarak, beni ileriye taşıyabilecekler olsun istiyorum.

Ben ondan o kadar çok beslenip, o kadar çok şey öğrendim ki...

Zaman zaman omuzlarına kaldırabileceğinden fazla yük binmiş olmasına rağmen o hiç çaktırmadan hayata karşı hep dimdik duruşuyla benim roman kahramanım oldu.

Ve şu an yaşadığım zor günlerde bana destek olmak için kalktı İstanbul’dan Ankara’ya geldi.
Kaderin kör talihi ki hiç planda yokken benim de onun geldiği günün ertesi sabahında İstanbul’a gitmem gerekiyor.
İki arada bir derede sadece bir saatliğine buluşabildik bugün.
Yoğunlaştırılmış ve sıkıştırılmış buluşma seansı ile bu süreyi en efektif şekliyle doldurmaya çalıştık.
Benim son bir ayımın tek gündem maddesi olan hastahane, doktor, ameliyat, tedavi konularından santim santim haberi olduğu için başka konulardan konuşalım istedik.
İçimi açacak, gündemimi biraz olsun değiştirebilecek müjdeli haberler vereceğini söyledi bana.
Verdiği haber gerçekten müjdeliydi.
Zira artık tamamen inancımı kaybettiğim bir konuda yine bana tünelin ucundaki ışığı göstermiş, roman kahramanım olmuştu.
Heyecanlanmanın, yarına umutla bakmanın nasıl bir duygu olduğunu uzuuun bir zamandan sonra yaşayarak onda gördüğüm parıltıyla benim de hatırlamamı sağlamıştı.
Hissedilen özel duyguların az da olsa hala bir yerlerde, sayılı da olsa hala birilerinde nefes aldığını,
ortak paylaşımların, beraber gülüşlerin, sevilmeye değer karakterlerin takdir edilebildiğinin ispatını güç de olsa yapabilmişti.
Demek hala bazı değer yargılarını koruyabilen, güzellikleri kovalayabilen insanlar var.
Şaşırmadım dersem yalan olur.

Yürü be arkadaşım, dualarım yoluna, tüm kalbimle yanındayım, Allah yolunu açık etsin!

* Bu yazıyı yazdıktan tam 7 ay sonra 07 Ekim 2009'da Nadidem ve ben Bibuçuk Kanatçı@Cadde'de günün son dakika gelişmelerini konuşurken. Ama ne gelişmeydi, dizlerim hala titriyor...

Yazı Tarihi: 07 Mart 2009

6 Mart 2009 Cuma

Şehvet mi şefkat mi?

Fevkalade zor bir durum;
birinin bilmediği birşeyi bilmek, bilir haldeyken bilmiyor gibi davranmayı becermek, o bildiğin şeyden deli gibi korkmak ve korkunu hiç belli etmeden herşey süt limanmışcasına yaşamaya uğraşmak
Önünü görememek, yarınını hiç bilememek
Gelecek her fenalığa heran hazırlıklı olabilmek
Tüm bu duygular çepeçevre sarmışken seni inancını, umudunu, pozitifliğini yitirmeden aklıselim kalmaya çalışmak
Karanlık kör kuyuların ucunda belirebilecek bir ışık hüzmesine herşeyden çok ihtiyaç duymak...

***

Her kapı çalındığında bir tas çorba ile karşılıyorum daha önce hiç görmediğim bir komşumuzu.
“Sıcak çorba iyi gelir, şifa verir inşallah” dilekleri içimi ısıtıyor.
Ben kapıyı açar açmaz insanlığın henüz ölmediğini hissettiren,
Nefretle, çirkinlikle, hoşgörüsüzlükle mücadele için bana güç veren komşularımız çorbayı uzatmazdan önce ayaklarını kapı içeri uzatmaya çabalıyorlar.
Ne çok isterdim onları içeri buyur etmeyi lakin yüksek enfeksiyon riski sebebiyle birkaç hafta daha ziyaretçi yasağımız var.
Şifa dolu çorba tabağının ön tarafına ben, arka tarafına onlar asılmış durumda,
Bir ayakları kapı eşiğinde, diğer ayakları bizim evin içinde,
ben kapıyı omuzlayarak üstlerine ittirmeye çalışır bir vaziyette tirajikomik bir sahne yaşıyoruz birlikte.
Girmelerinin sakıncalı olduğunu açıklamamdan sonra yarı mahçup bir tavırla kapıdan kafa uzatma, bakışlarla içeriyi lazer dedektör tarama ve savcı titizliğinde sorgulamalarla kapı ziyareti süresi bir hayli kabarıyor.
Olsun varsın kabarsın
Allah yokluklarını hissettirmesinin eşin dostun, konunun komşunun...

Böyle günlerde tüm acılar bir yana yalnızlık ayrı koyuyor insana...

9 yıldır yaşadığım İstanbul’un plaza ve site hayatındaki sırça köşk yalnızlığında meğer ne kadar özlemiş, hasret kalmışım sunulan bu bir tas çorbanın sıcaklığına.
Zor günlerin tek başına değil, insanın eşi dostu ve hayır dualarıyla atlatıldığı
Demir gibi olup ayakta kalabilmek için yanında olan her nefesi solumaya şiddetli bir şekilde ihtiyaç duyulduğunu ben yeniden kavradım bu günlerde.
Biliyor musunuz;
yalnız kovboy tripleri, kendime yeterim özgüveni, egom, şahsiyetim, özgüvenim, özbenliğim/altbenliğim/ üstbenliğim, bağımsızlığım, özgürlüğüm veya adı her neyse tüm benzeri egosantrik vaziyetlerin topu fasafiso.
Koca birer kandırmaca
21. yy avuntusu
Boş bir hedonizm
Gereksiz bir megolomanya

Çünkü yenilen bu yüksek g’ler tek başına atlatılamıyor.
Daha çok, daha samimi, daha gerçekçi el kola ihtiyacınız oluyor.
Makaranız koptuğunda;
kiminin bir tas sıcak çorbasına,
Kiminin sıcak sarılışına,
Kimin çok şey ifade eden bakışına,
Sizi labirent dünyanızdan çıkaracak birkaç hoş kelamına,
Sırtınızdaki yükü omuzlamasına,
Yüreğinizdeki sıkıntıyı hafifletmesine,
Yanınızda solumasına,
Elinizi avuçlarına alıp sımsıkı tutmasına,
Size gözü gibi bakmasına,
Pamuklara sarmasına,
Bakışlarıyla güven,
Duruşuyla sağlamlık ve huzur vermesine
Ve siz kor alevler içindeyken serinliğiyle gözyaşlarınızı silerek,
beklentisiz, karşılıksız şefkatini sunmasına mutlaka ihtiyacınız oluyor.

Niye bu kadar takığım bu konuya biliyor musunuz?
Çünkü şehvet her köşe başında karşınıza çıkabilir ama şefkat Kaf Dağı'nın ardında...

Yazı Tarihi: 06 Mart 2009