27 Nisan 2009 Pazartesi

Basit, gerçek ve medeni cesaretten uzak

Bugün - tam olarak nasıl olduğunu görememek ve anlayamamakla beraber- bir tanıdığımın darbe aldığını gördüm.
O anında gözden kaybolduğu ve benim de vaktim olmadığı ve bu konuda kendime sözüm olduğu için yanına yanaşıp:
"Geçmiş olsun, umarım birşeyin yoktur ve iyisindir.
Umarım canın acımamıştır.
Sana birşey olmasın" diyemedim.

Malum önümüzdeki günlerde İstanbul'da verilecek Depeche Mode konseri sebebiyle gündem yavaş yavaş DM oluyor.
En sevdiğim şarkılarından biri olan "Silence" ın sözlerinde ne demişler:

"...Words are very unnecessary.
They can only do harm.
Enjoy the silence...."

Yazı Tarihi: 27 Nisan 2009

23 Nisan 2009 Perşembe

Başladık, vira Bismillah!

Nisan geldi ve bende kaşıntı başladı.
Doğa kendini yeniliyor, toprak değişiyor da ben durur muyum?
Durmam, durmuyorum da.
Biraz geç kalmakla birlikte, çok zorlu geçen kıştan sonra yeni yeni hayata dönmem ve kendimi toparlamaya başlamam sebebiyle ancak olabildi.
2 gün önce geçen sene beni 6 kg zayıflatan diyetisyenime gidildi.
Sevgili Aysun Gökçen hnm'ın üstün bilgisine ve hayran kaldığım kişiliğine saygım sonsuz.
Bu sene geçen seneye göre hem daha şanslı hem de daha şanssızım.
Şanslıyım çünkü bu sene hedef 7 kg değil, 4 kg.
Şanssızım çünkü bu sene geçen sene gibi düzenli bir hayatım yok.
Üstelik oldukça zorlayıcı bir kış geçirdiğim için adeta nikotin bağımlıları gibi çikolata/tatlı bağımlısı oldum ve şu anda bu durumu aşabilmek için yeterli motivasyona sahip olup olmadığımdan emin değilim. Yani Türkçesi değilim.
İrademin ilk patladığı anda çikolataya sarılacağımdan korkuyorum.
Gözümün önünde tiramisular, profiteroller, sufleler ve fırın sütlaçlar peşi sıra uçuşuyor.
Kendime motivasyon olması için bugün çok beğendiğim bir elbisenin XS bedenini aldım. Ne yapıp edip onun içine girmem lazım. Bakalım ne zaman gerçekleşecek bu vuslat...
Neyse bu değişim paketimin 1. etabı.
2. etabı ise kısmetse Mayıs'ta.
Onu da açıklasam mı?
Yok yok açıklamayım, sonra aranızdan bu fikri sevmeyecek birileri beni sabote etmeye kalkar da hevesim kursağımda kalır.
Ama çok isterseniz küçük bir ipucu verebilirim:
İlgili kişilerle tüm detaylar konuşuldu. Tekniğe karar verildi. Mayıs ayı içerisinde bir gün netleştirdikten sonra işlem tamam olacak kısmetse.
İşlem ne mi?
Bu işlemle birkaç saatlik hayattan kopuştan sonra herşey istediğim gibi giderse işte o zaman ben BULUTLARA UÇAĞIMMMM! :-)
Ben yükseldim bile, sizi de beklerim ;-)

Yazı tarihi: 23 Nisan 2009

14 Nisan 2009 Salı

Biraz da güzel haberler

Bu baharın gelişiyle birlikte gönlümde hissettiğim coşkuyu size anlatamam.
Sanki doğayla birlikte ben de yeniden doğuyor, canlanıyor, hayat ve enerji kazanıyor, uçuşuyorum.
Şimdi tazelenme, yenilenme zamanı.


not- 14 Nisan 2009: Yazıma bir süreliğine ara vermek durumundayım. Spor, estetik cerrahi, diyetisyen ve aşşkk konularıyla devam edeceğim....

not2- 15 Nisan 2009: Dün yazımı yazmaya başladığım sıralarda aklımdan kabataslak planımı çıkarmış olmakla birlikte üzerinde çalışma yapmadan, tamamen doğaçlama, baharın içimi uyandıran mutluluğuyla samimi bir yazı yazmayı düşünüyordum.
Yarım saatliğine çıktığım dışarıda işlerimi bitirip biran önce yazıma dönmenin heyecanını taşıyordum.
Eve döner dönmez maalesef ki kötü bir durumla karşılaştım.
Yaklaşık 1 ay önce 2 büyük ameliyat geçiren annemin bir anda ciddi bir kanaması başlamıştı.
Evdeki arkadaşı ve hemşiremiz durumdan baya panik olmuşlar, renkleri benizleri atmıştı.
Annemin üstü başı ve yerler kan içerisindeydi.
Bu tarz durumları daha önce sık yaşadığımdan soğukkanlılığımı muhafaza edebiliyorum.
Panik olmadan ama acil bir şekilde doktorlarını aradım, gerekli bilgileri verdikten sonra biran önce hastaneye gitmemizi salık verdiler.
Kanamanın kaynağı bilinmediği ve durduralamadığı için daha fazla kan kaybı yaşatmadan acil olarak hastaneye gitmek gerekiyordu.
Aksi gibi günde 3 kere ölçülen insilün direnci ve çıkan seviyeye göre enjekte edilen insilünün 5-10 dakika içerisinde yapılması gerekiyordu. Üstelik insilün yapıldıktan hemen sonra mutlaka yemek yemesi gerekecekti.
Yaklaşık 3 dakika içerisinde
kendim giyinip
annemi giydirip
şeker ölçme makinesi
insilün iğnesini
insilün derecesi tablosu
kolonyalı mendil
hazırladığım 2 sandöviç
su
kesme şekerler
bisküvi
meyve
meyve suyu
yedek çamaşır, çorap, sabahlık, battaniye, şal
içmesi gereken ilaçlar ve
ilaç tablosunu yanıma alarak annemi arabaya attım.

Akşam iş çıkışı trafiğinde ve gerekli gereksiz her daim bir yol yapım çalışması sebebiyle şeritleri yarıya inen 1. köprüde ambulans şoförlüğü yaparak Ataşehir'den Çağlayan'a gitmeye çalıştım.
Trafiğinin yoğunluğu bir yana insanlarımızın araba kullanmadaki bencilliği ve kural tanımazlığı gerçekten çıldırtıcı bir durum.
Bence İstanbul birçok insanı gerçek anlamda ruh hastası yapmış.
Emniyet şeridinde dörtlülerimi yakarak ve korna çalarak gitmeye çalışırken önüme kırıp yol vermemeye direnenler inanılır gibi değil. 1000 tane selektör ve korno ile bir milim kımıldarsa geçebilecek olmama rağmen inadına kımıldamayanlar ise tam deli raporu vermelikler.
Ayrıca yolun dörtte üçünde emniyet şeridi olmaması da tam bizlik bu durum.
Zar zor hastaneye yetiştikten sonra dün gece nöbetçi olan Opr.Dr. Murat Dayangaç gerekli müdaheleri yaptı.
Florence Nightingale Hastanesi'nin tüm ekibinin üstün bilgi ve becerileri sebebiyle oraya adım attığım saniye itibariyle kendimi ve annemi güvende hissedebiliyorum.
Yapılan müdaheleden sonra güven içinde eve dönerek geceyi huzur içinde geçirdik fakat bu sabah uyandıktan az sonra aynı kanamanın tekrar başladığını gördüm. Tekrar doktorlarını aradığımda tekrar acil olarak hastaneye gitmemizi istediler.
Dün akşamın stresi ve yorgunluğu henüz geçmemişken bu sabah aynı tempoyu bir de sabah trafiğinde yaşadık. Bazen arabayla bazı arabalara çarpmak ve iterek yoldan uzaklaştırmak istiyorum.
İnsanlarımızın bu kadar medeniyetten uzak, saygısız, kaba ve duyarsız olmalarını anlayamıyor, içime sindiremiyorum.
Ne milliyetçiliğim kaldı, ne vatanseverliğim.
Hissediyorum,
Tüm bu yaşananlar sağlıkla bittiğinde ben dünyanın öbür ucunda, başka bir hayatta olmak isteyeceğim.

Not3: 20 günlük hastanede yatış süremizce ve bugün de yaklaşık 5 saat boyunca annemin tedavisiyle yakından ilgilenen mükemmel insan&doktor Opr. Dr.Tolga Demirbaş'a sonsuz teşekkür ve hürmetlerimi bir borç bilirim. Hasret kaldığımız mükemmellikte insanlar, cerrahlardan Tolga Hoca'm. Elleri dert görmesin...

Not4: Yazdıklarım yazımın başlığıyla pek alakalı olamadı maalesef. Neyle başladık, nasıl bitirdik... İşte böylesi de hayatın ta kendisi. Ben çooookkkktan adapte oldum bu duruma, sıra sizde.
Yazı Tarihi: 14&15 Nisan 2009

11 Nisan 2009 Cumartesi

İyi ve vefalı olmak


Hala karar verebilmiş değilim;
Romantik bir insan olup olmadığıma.
Yuh diyeceksiniz.
Haklısınız, lütfen deyin... şahsen ben kendi adıma kendime yaftayı yapıştırıyorum.
Romantik olup olmamak bir yana bir de şuursuzluk var gördüğünüz gibi.
Kazık kadar oldum, insan böylesine ehemmiyetli bir durumu açığa kavuşturamaz mı?
Neyse en azından korkulacak bir yanı yok; kokmaz, ısırmaz, bulaşmaz.
Az biraz bünyede dengesizlik yaratıyor, tansiyonu etkiliyor hepsi bu...

Şimdi durup dururken bu konuya neden geldik peki?
Sözlü yapıyordum. Yazılı da diyebiliriz. Kendi kendimi...
Sorular biraz “Cosmopolitan” dergisinden çalıntı gibi ama cevaplar çoktan seçmeli değil de örneklerle açıklamalı klasik model olduğu için zorluyor .

İşte sorularımdan bazıları:
Ne kadar romantiksiniz?
Ne kadar vefalı?
Hayırlı?
Saygılı?
İnançlı?
Dürüst?
Yardımsever?
En son yaptığınız iyilik?
En son hissettiğiniz vicdan azabı?
En son sevindirdiğiniz insan?
Kimin/neyin sayesinde daha iyi bir insan olduğunuzu hissettiniz/ hissediyorsunuz?
İyi gün dostu musunuz, kötü gün mü?

Aklım karışık.
Tüm sorularda net olabilmek için güçlü bir hafıza kartı ve bunları iyi çözümleyebilmek için sıkı bir decodere ihitiyacım var.

Tümdengelim yapıyorum.
Cevaplarımda kolaylık sağlaması için 2 ayrı gruplama yaptım:
1) Bayramlar, doğumgünleri, evlilik yıldönümleri, yılbaşılar, doğumlar, düğün dernekler, nişanlar, kalabalık kutlamalar
2) Ölümler, cenazeneler, hastalıklar, yaşlılıklar, iflaslar, işsiz kalmalar, yalnızlıklar

Mutlu günlerde yapılan kutlamalardaki kalabalık paylaşımlar neşeyi, coşkuyu, enerjiyi arttırıyor. Burada hiç sorun yok.
Düğün dernek, pistte harman dalı zeybek hepsini severiz.
Allah eksik etmesin.
Gelelim madalyonun diğer yüzüne.

Cenazelere gitmek hep zor gelir, hele hava kapalı, yağmurlu ve soğuksa...
Ölümlerden sonra bir türlü o ziyaret yapılamaz, hep ertelenir de ertelenir. Araya zaman girer bu sefer telefona dahi yüzümüz olmaz. O lanet iki kelimeyi söyleyecek cesaret bir türlü bulunamaz. Basiretimiz bağlanır. Duble utanç içinde kavrulur da kavruluruz...
Biri ameliyat olur; onun hastane odasında acılar, ağrılar içinde kapıdan girecek olanın yolunu gözlediğini bile bile bir türlü gidemeyiz. Hastaneden çıkınca “hangi yüzle ararım” der, sonsuza kadar sessizliğe gömülürüz.
Her öğlen, iş çıkışı afilli yerlerde vakit geçirdiğimiz arkadaşlarımız işten ayrılınca araya önce zaman girer sonra paylaşılmışlıkların azlığı ile açılır aranız buzzzz gibi.
Ve parasızlıklar, yalnızlıklar, kara kaplı günlere dost dayandırmak zordur. Bridgestone lastikleri gibi dayanıklılık testine tabi tutmak gerekir.

Anladınız, konuyu getirmeye çalıştığım yer “vefalı” ve “iyi” insan olmak.
Güzel, hoş, bakımlı, seksi, eğlenceli, komik, aranılan, istenilen vs vssss olmak egomuza süper iyi geliyor.
Bunların hiçbiriyle alıp veremediğim, hiçbirinden vazgeçesim yok.
Sadece;
Yeni yaşlarım, yaşadıklarımla “vefalı” ve “iyi” insan olmanın hepsinden daha önemli olduğunu anladım.
Şimdiye kadar ihmal ettiklerim, hıyarlık yaptıklarım, kafamı kuma gömerek yaşadıklarım için yeni bir sayfa açıyorum kendime.
Ve bu yeni sayfama yukarıda gördüğünüz, arkasını imzalamış olduğum belge ile resmiyet kazandırıyorum.
Bundan sonra yaşarken kendime ve başkalarına
Ve öldükten sonra başka canlara hayat vermenin sorumluluk bilinciyle hareket ederek daha “vefalı” ve “iyi” bir insan olmaya çalışacağım.
Bu arada ben “sizlere ömür” olana kadar şu romantiklik sorunumu çözsem iyi olacak aksi takdirde halefimin benden çekeceği var :-)

Yazı Tarihi: 10 Nisan 2009

10 Nisan 2009 Cuma

Lütfeennn

Lütfennn,
Konuşurken mümkün olan en kadife sesinizi kullanmaya
En az konuştuğunuz kadar karşınızdakini dinlemeye
Herhangi bir konuda morardığınız zaman öfkenize yenilip daha komik duruma düşmektense uzatmadan ağırbaşlılıkla durumu kabullenmeye
Dil, imla, yazım, dialekt kurallarına uymaya
Kelimeler içindeki "k" ları boğazlanmış koyun gibi değil, kesik ve net söylemeye
"e" leri açık söylememeye (buna çok takılmayın, takılınca doğru telaffuz eden de zamanla yanılıyor)
"s" leri eğer fiziksel bir engeliniz yoksa sırf şımarıklıktan "tse" şeklinde söylememeye
Sakın ama sakın "cadde" kızları gibi konuşmamaya
Kelimeleriniz ve cümlelerinz arasında Mesut Yılmaz misali çok es vererek karşınızdakini baymamaya
veya tam tersi peşinden atlı kovalıyan Karadenizliler gibi tüm kelimeleri tek nefeste tüketip yutmamaya
Büyüklere ve hanımlara konuşma önceliği vermeye
Konuşurken kıvırmadan açık, net ve sade olmaya
ve mutlaka ama mutlaka karşınızdakinin gözlerinin içine bakmaya özen gösteriniz.

Bu yazdıklarım uzun zamandır her konuştuğumla konuşurken arka planda kafaya taktıklarım.
Yazmak hiç aklımda yokken şu an bir çırpıda çıktılar. Eminim düşündükçe daha fazlaları aklıma gelecektir.
Sizinkiler varsa onları da gönderin, buraya yazmaktan mutluluk duyacağım.
Belirtmeden geçemeyeceğim ekstra durumlar ve aşırı heyecan hallerinde tüm yazdıklarımı unutun. Böyle anlarda tüm sapkın durumlar mübah :-) (Aslında en olmaması gereken zaman)
Ben kontrollü olduğum durumlarda bu takıldıklarıma özen göstermeye çalışsam da kontrol dışına çıktığımda tam bir felaketim. -Ki yakınlarım bilir buna biz "irmik modu" diyoruz-
Kendimi telkin ede ede eğiteceğim inşallah.
Hoş bir yanım da koyver gitsin; şunun şurasında 40 yılda bir yaşadığım heyecanda kasmanın ne alemi var diyor ama...? ;-)

Yazı tarihi: 10 Nisan 2009

9 Nisan 2009 Perşembe

Nerden başlasam , nasıl anlatsam...

Trak geldi.
Yani kal geldi.
Yani basiretim mi bağlandı nedir yazacak zilyon tane şey olmasına ve benim kafamın içindeki tüüüüm tilkilerin kuyrukları birbirini kovalar halde olmasına rağmen bana bir haller oldu.
Baktım; son yazımı 07 Mart'ta yazmışım.
Utandım kendimden.
Aslında o tarihten bu yana sürekli yazıyorum. Dur durak bilmeden, beynimi 1 saniye boş bırakmadan yazıyorum.
Takıntı boyutunda bir yazarlık dünyası yarattım kendime.
Yazıyorum yazmasına da tüm o yazdıklarımı kağıda dökemiyorum.
Aklım, kelimelerim işleyen demir ama kalemim, parmaklarım pas tuttu adeta.
Son 2 aydır hatta ondan öncesinde 14 kasım'la başlayan dönemde o kadar çok ve derin şey yaşadım ki nerden başlasam nasıl anlatsam...
İşte aslında bu sorunun cevabını bir türlü veremediğim için elimin pasını silemedim.
Ben de yaşadıklarımın en anlamlısını,
en değerlisini,
en özelini,
en zorunu,
en üzücüsünü,
en sarsıcısını,
en iz bırakanını,
en düşündürenini,
en bilemediğimi,
en tıkandığımı,
en ennn ennnnn en'ini bulma kaygısını yaşamaktansa en basit haliyle başlamayı deniyorum.
Böylesine düz, anlamsız, boş bir yazıyla giriş yapıyorum.

Bu yazıya başlarken aklımdaki konu başlığı neydi biliyor musunuz?
"Cerrahlar ve Onkologlar, yarı tanrılaşmış doktorlar..."
Ben başlığı veriyorum, içini siz doldurun...

Bir dahaki yazıma kadar esen kalın.

Yazı Tarihi: 08 Nisan 2009