30 Eylül 2009 Çarşamba

Alaçatı Babylon , En Kıymetlim

Henüz arkamızda bıraktığımız yaz boyunca hissettiğim mutluluk güneşten çok gözlerimi kamaştırmış, ruhuma yıllardır hasret kaldığım bir sıcaklık üflemişti.
Hayatımın en güzel akşamlarını bu yaz yaşadım ben.
Bunlardan bir tanesi 26 Haziran'da Alaçatı'daki masal mekan Babylon'daydı.
O gecem güzelim, özelim, kıymetlimdi benim...
Alaçatı Babylon'da, 26 Haziran 2009 Cuma akşamı "Oldies but Goldies" gecesinde ben dünyanın en mutlu insanıydım.
İçkisiz sarhoştum küfelik.
Toz pembe bulutlar arasında, uçan halının üzerinde, elimde Aleaddin'in sihirli lambasıyla masal alemindeydim.
O akşam içten kahkahalar, dünya kadar hızlı dönen başım ve 5D gözlüğü takarak gördüğüm mutluluğun etkisindeyken yaşadıklarımı yazıya dökmek istemiş aynen aşağıda Haşmet Babaoğlu'nun yazdığı kelimeleri aklımdan geçirmiştim.
Sonra toz pembe bulutların peşim sıra beni kovalamasından geceyi hafızama kazıyıp yazıyı es geçmiştim.
Bugün, üzerinden 3 ay geçtikten sonra bu yazıyı okuduğumda o geceye dakika dakika geri döndüm.
Bunu sizle birazcık da olsa paylaşmalıyım.
Derim ki; yazının tamamını okuyun, gözlerinizi kapatın, yazılanları hafızanızda canlandırın, içinize iyot kokusunu çekin, gökteki sonsuz yıldızları, denizdeki yakamozu ve ılık Alaçatı rüzgarını düşünün.
Yanına sevdiğinizi koyun, sırtınızı ona verin, içinizdekileri fısıldayın ve boynundan rüzgarı çekin...
Geri dönmek istemiyorsunuz değil mi?
...biliyorum, ben de...

(Özel izin almadan yazının hepsini alıntı yapamadım. Alıntılar ve link aşağıda.)
http://sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/08/19/alacatida_teoman_ruzgri

Alaçatı'da Teoman rüzgârı

Karanlıkta bile parıldayan yanık tenler, bilekleri kapatan tuhaf tasarımlı sandaletler, ekose şortlar kalabalığı...
Sıcak Ağustos gecesini birdenbire serinleten kuzey rüzgârından korunmaya çalışan ortayaşlılar...
Dore aksesuarlar ve kabarık saçlarla yaşını on yıl daha büyüteceğini sanan 15'likler...
Evden çıkmadan önce ayna karşısında kız arkadaşından çok daha uzun süre kaldığı her halinden belli olan genç erkekler; gölgesinden bile korkan fakat aşka âşık genç kızlar...
Haftasonunu Foça'daki rock festivalinde geçirmek istemesine rağmen Çeşme'nin "tiki" ortamına esir düşmüş her yaş ve boydan rock severler...
Hepsi oradaydılar!
Alaçatı Babylon'da...
Son yılların en harbi ve yaşlanmak nedir, bilmeyen rock delikanlısı Teoman'ı dinlemek için...
Ben de oradaydım.
İyi ki!..
***
.......
"İnan çok çalıştım bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için/neyim var ki senden başka, hadi son bir kez/ceplerimi yokla, aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz" diyen adamın dürüstlüğünü bir parça da olsa, yakalamak, anlamak, paylaşmak...
Az şey mi?
***
Çok güzel bir konserdi!
Her konserinde gitar çalmayı, şarkı sözlerini ve melodiyi az buçuk unutur gibi olan Teoman bu kez alabildiğine güçlü bir ses ve tavırla dinleyicilerini avuçlarının içine aldı.
Sert bir fiske vurdu bazılarına uyandırdı...
...........
Bütün konserlerinde olduğu gibi final yine "Yağmur" şarkısıyla geldi.
Otelime dönerken baktım...
Şarkının nakaratı dilime yapışmış, tekrarlıyorum: "Yağmur, yağmur çok uzaklardan çağırıyor/gelirsen severim diyor."

Yazı tarihi: 30 Eylül 2009

29 Eylül 2009 Salı

Kadın Aklı Erkek Aklı- The Ugly Truth


Bugün şahane bir iş yaptım.
Bu kadar karışık bir kafayla yapılabilecek en güzel işlerden birini: statüme cukkk oturan bir filme gittim.
"Kadın Aklı Erkek Aklı", orijinal adıyla "The Ugly Truth"
Başrolde Katherine Heigl ve Gerard Butler oynuyorlar. Kendileri de performansları da harika.
Çok eğlenceli ve gerçekten komik bir film.
Konusu basit, sıradan, yormayan.
Hafif, yağ gibi akan bir film.
Ayşe Yılmazel bugünkü köşesinde filmden bahsetmiş ve harika noktalar yakalamış.
Zaten ben onun eleştiri yazısını okuduktan sonra gitmeye karar verdim.
İzlerken keyifli ama kendi hayatıma adapte edecek olursam fazla Amerikanvari.
Zaten film boyunca anlatılan kadın-erkek ilişkilerindeki kurallar, erkeği köpek etmek için oynanacak oyunlar ve "hadi canım sen de" dedirten "böyle yaparsan sonucu kesin şöyle olurlar" bana fazla geyik geldi.
Almayım alana da mani olmayım.
Ayşe yazısında "bu film de aklınızı başınıza getirmezse başka ne getirir söyleyin e kadınlar" demiş.
Ayşe'cim sorun şu ki kimse aklı başında birini istemiyor.
Filmdeki gibi herkes bizzat kendisi "control freak" yani kontrol takıntılı.
Hep kendi dediği olsun, hatta kendi isterse olsun istemezse olmasın, bi olsun bi olmasın, olur gibi olsun ama aslında olmasın, zayıf ve güçsüz olduğunda olsun ama kendini cilaladığında yakınında bile olmasın, olsun olsunn olsunnn sonra da "ne var canım aramızda ne oldu ki, herşey medenice yaşandı ve bitti..." desin.
Herşeyin kontrolü onda olsun, sevsin, sevilsin, ciddi takılsın, hafif dolansın, bi öyle bi böyle olsun, sonra da kafasına esti mi "hadi canım tak sepeti koluna" desin, ardına bile bakmadan sıyrılsın gitsin, Issız Adam'a bağlasın istiyor.
İşte tam da bu yüzden ben bu filmde çok eğlendim.
Bu film gerçek olamayacak kadar senaryo.
Oysa "Issız Adam" gerçeğin ta kendisi.
Üstünden aylar geçti ben Issız Adam'ın izlerinden, sahnelerinden, repliklerinden geçemedim.

Son söz: "Kadın Aklı Erkek Aklı"na gidin, eğleneceksiniz.
Hayatla dalga geçtiğiniz 2 saatin kime zararı var, gerçeğe döndüğünüzde zaten dalga geçilmenin kralını yaşıyorsunuz!

Ayşe Özyılmazel'in yazısını merak edenler buraya tıklayabilirler :

http://sabah.com.tr/Gunaydin/Yazarlar/ozyilmazel/2009/09/29/kadin_akli_erkek_akli_isin_sirri_burada_sakli

Yazı Tarihi: 29 Eylül 2009

Twitter beni büyütecek


Son üç gündür yeni takıntım "Twitter".
Aslında çok önce girdim Twitter dünyasına ama pek de aktif bir kullanıcı değildim.
Zaten o zamanlar Twitter kimse tarafından bu kadar aktif kullanılmıyordu.
Son zamanlarda özellikle yazar, çizer, okur ve onlarla beraber lümpen kesimin takılması ve sıklıkla söz etmesiyle ben de daha çok ilgilenir oldum.
Şaka gibi; artık herşey, herkes o kadar online ve o kadar açık seçik ortada ki insan herkesi arkadaşı sanar oldu.
Utanmasam yıllardır büyük bir hayranlıkla takip ettiğim, zekasına ve genel kültürüne yüksek düzeylerde hayran olduğum - e yakışıklılığı da cabası- Cüneyt Özdemir'e, "Naber Cüneyt'cim, bugün 5N 1K'da konu ne, konuk kim?" vs diye soracağım.
Burcu Esmersoy'un güzelliğiyle haklı övünmesini destekleyecek,
Ayşe Özyılmazel'in ilişkilerine yorum yazacak,
İclal Aydın'a yeni programında başarılar dileyip "taşınmanda yardıma geleyim mi?" diye soracak,
Yonca Tokbaş'ın tüm iniş-çıkış ve kararsızlıklarına kendimi ortak belleyeceğim (ki bunu yapmıyor değilim)
Oturduğum yerden ne kadar çok kişinin an be an hayatına giriyorum inanılır gibi değil.
Bu bana hem yüksek bir cesaret hem de bir o kadar korku veriyor.
Etrafımda ne çok, ne çok, ne çokkk hayatın döndüğünün idrakına varıyorum.
Yüksek egoların bile zayıflıklarını görüyorum.
İnsani duyguları camın ötesindekiler de yaşıyormuş meğer.
En güzel, başarılı, seksi, ünlü, harika kadınlar bile terk ediliyor, aldatılıyormuş.
Onlar da bir zamanlar kalbini verdiği adama deli gibi kızıyor, içi çıkacak kadar üzülüyor, gözleri kan çanağına dönene kadar ağlıyor, kimi zaman umutsuzca bekliyor kimi zamansa arkasına dönüp bakmadan gidenin ardından sessizliğe bürünüyormuş.
Keza terk edilen, sevdiği tek kadının yolunu yıllar boyu gözleyen adamlar da varmış.
Mesela en kayıtsız ve umarsız gözüken Okan Bayülgen, kızı "İstanbul" doğduktan sonra demiş ki: "ancak bir çocuk beni intihardan vazgeçirebilir. Mesleki intihardan, aşkıma olan intihardan veya hayatımın intiharından"...
Pufff sarsıcı bir cümle!
Öylesine akıl küpü ve mantık budalası bir adamdan bu cümleyi duymak duygusal doz aşımı gibi geldi bana.
Anlaşılan o ki herkesin, hepimizin yumuşak bir karnı var.
Twitter dünyasında biraz oyalanmak birçok yumuşak karnı karşınıza dikiyor en çıplak halleriyle.
Ve beni ince ince sızlatıyor, sızlatırken düşündürüyor.
Kendime kızmam mı, affetmem mi, yeter artık demem mi, üstüme gitmemem mi, biran önce silkinip normal hayata geçmem mi, zaman tanımam mı, beklemem mi, vazgeçip biran önce ortadan yok olmam mı, küllerimden yeniden doğmam mı, aklıma mı, gönlüme mi yoksa ikisine birden uymamam mı gerektiği konusunda sıkı düşüncelere salıyor.
Bu düşünceler arasında kabuklaşırken bugün yazı yazmak hiç aklımda yoktu.
Kendi davamı kendi mahkememde görüyordum.
Sav, yargı, karar, müebbet, hafifletici nedenler, deliller, suç ve ceza, savaş ve barış...
Rehabilitasyon...
Tüm bu yaşadıklarımın sebebi?
Kendim çekiyorsam niyesi?
Yine çekmemek için teşhis, tedavi seanslarındaydım bugün.
Yazı hiç aklımda yoktu.
Kelimeler beynimden parmak uçlarıma engelleyemediğim bir hızda buraya dökülmeye başlayınca ilk teşhisi koydum farkında olmadan.
Yazı benim en büyük rehabilitasyonlarımdan.
Ve acılarımı dindirmekte çoğu zaman sınıfta kalsam bile kendimi rehabilite edip her birinden ders almayı öğreneceğim.
Yine en sahici hallerimle hayatın tam içine dalıp ille de değişeceğim, iyileşeceğim, büyüyeceğim, yürüyeceğim...

Yazı Tarihi: 29 09 2009

27 Eylül 2009 Pazar

Düğün, cenaze ve unutmamak


Yapamadım, gidemedim.
İçim içimi yiyiyor, vicdanım sızım sızım sızlıyor ama yine de elim kolum bağlandı, gidemedim, yapamadım...
Bugün, bu akşam, tam da bu yazıyı yazdığım bu saatlerde canım arkadaşım Hülya İstanbul'da evleniyor ve ben Ankara'da kalakaldım.
Hayat böyle bir şey işte.
Siz planlar yaparken size güler ve kendi kurallarını koyar.
Annemin endişe verici sağlığı ve yarın sabah erkenden yine bir dizi tahlil ve tedaviye girecek olması sebebiyle onu yalnız bırakamadım.
Ve bu gece İstanbul'da olup yarın sabah erkenden Ankara'da olmanın da yolunu bulamadım.
Gönlüm o kadar çok Hülya'nın yanında ki umarım hisseder ve onun için canı gönülden mutluluk dileğimi bilir.
Allah seni ve Mark'ı ömür boyu mutlu etsin canım arkadaşım, sizi sevgi ve sonsuz bağlılıkla birbirinize teslim etsin...

Hülya bugün İstanbul'da düğün telaşındayken peki ya ben Ankara'da neler yaşadım?...
Sabah Melek'le telefonda konuştuk uzun uzun.
Dün de Aykut ve Cenk'le konuşmuştuk.
Apayarı hayatlar.
Herkesin kendine göre derdi sıkıntısı, hayat gailesi var.
İnsan kendi içine kapanınca tüm dünya bir tek kendi etrafında dönüyor zannediyor.
Büyütüyor, abartıyor yaşadıklarını, kendini dünyanın merkezine koyuyor.
Merkezi yapan da yıkan da kendisi, bildiği halde bu gerçeği gözlerini yumuyor.

Öğleden sonra mahalleden çocukluk arkadaşlarım Sibel ve Yeşim'le buluştum.
Kısa bir buluşmaydı; en az 10 yıldır görüşmediğimiz düşünüldüğünde zaman su gibi akıp geçti.
Sibel 15 gün önce babasını kaybetti, birkaç gün önce de yakın bir arkadaşını; 35 yaşında kalp krizinden:(
Sibel anlattıkça zihnimin prompter'ından şu cümle kayıp gitti:
"Ne ölüp gidenle, ne kalıp bitenle empati kurabilirsiniz.
Sadece üzülür, hüzünlenir, ağlarsınız"
Çok üzüldüm, çok hüzünlendim ikisi için de ayrı ayrı.
Her ikisinin de mekanı cennet, ruhları şad olsun.

Sibel'in de Yeşim'in de 3-4 yaşlarında oğulları var.
Benim onlardan kopuk 10 senelik İstanbul hayatım, babamı kaybedişim, annemin hastalığı vs...
Zaman darlığından ana başlıklarla geçiştirdiğimiz ne çok mihenk taşı yer değiştirmişti hayatımızda.
Latte'li tiramisularımızı yerken tüm bunlardan uzak ve bihaber olduğumuz, kapının önünde üçümüzün ip atladığı günlere dönmeyi ne çok istedik.
Evet üçümüz de fiziksel olarak o günlerden çok da farklı değildik; zamana karşı kendimize iyi bakmış, hala fıstık gibi görünüyorduk ;)
Ya ruhlarımıza da aynı özeni gösterebilmiş miydik?
Görüntülerin arkasındaki ruhlarımızı deşifre etmek için benim önümüzdeki haftasonu yapacağım İstanbul seyahatimin dönüşü sonrasına güzel ve uzun bir akşam yemeği için sözleştik.
Eve geldiğimde Zürih'te yaşayan çok sevdiğim, biricik arkadaşım Banu'nun e-postasını okudum.
Benim birkaç gün önce ona yazdığım uzunca mesajıma o da uzunca bir cevap yazmıştı.
Ne tatlı, ne teselli edici, ne dostça yazmıştı tüm mesajını Banu. Kendimi ne kadar da iyi hissettirdi.

Son cümlesi hayatımda okuduğum en anlamlı, bana yüksek değer ve güç katan sözlerdendi.
Şöyle bitiriyordu Banu mektubunu:
"...Aşk yaşanırken öyle güzel ki, eminim ne kadar acı da verse yaşamamış olmayı tercih etmezdin. Sağlam dur, yakında inşallah daha güzel günler gelecek."

Kabül zor günler yaşıyorum.
Tamam kendimi yalnız, sıkışmış, umutsuz ve önümü göremez hissediyorum.
Fakat biraz kabuğumdan çıkınca görüyorum ki dünya başka türlü dönmüyor ki...
Bu çarkın içinde dönen ne varsa sana da değiyor.
Ve herşeye rağmen onları yaşarkenki mutluluk öylesine büyük ve eşsiz ki arkasında bıraktığı tüm acılara değer...
Çünkü; tüm o acıların, yaşadığım bütün güzellikler, muhteşem anlar gibi beni ben yaptığına inanıyorum.

İstanbul'a geldiğimde özlediğim ne varsa yad edeceğim;
unutmamak, kıymet bilmek, benden daha iyi bir ben çıkarmak için...

Yazı Tarihi: 27 Eylül 2009

I love you more than I can say- Mehmet Y.Yılmaz


Ah bu yazılar, yazılanlar, yazarlar...
Beni benden edenler...

Sabah gözucuyla baktığım TV'de bir programda konuk İclal Aydın'dı.
Her zaman enerjisine, aklına, duygularına, çalışkanlığına, hayat mücadelesindeki yılmadığı azmine ve duruşuna hayran kaldığım İclal Aydın.
Yine o kadifemsi sesiyle, parlayan ve gülen gözleriyle hoşsohbet birşeyler anlatıyordu. Yazdığı "O" başlıklı yazının birçok kişiye nasıl içli içli değdiğini, aldığı mailleri anlatıyordu.
Yazıyı ve programın tamamını merak etmeme rağmen her ikisine de bakamadan evden çıkmak durumundaydım.
Gün içerisinde değişik yerlerde Hürriyet'i okumaya çalıştım. Ve okuduğum köşe yazarları arasından Mehmet Y.Yılmaz'da takılı kaldım.
Hem yazıdaki içimi lime lime eden birçok cümleden, hem de Mehmet Y.Yılmaz'dan daha önce hiç bu konulu bir yazı okumadığımdan cümlelerin içinden çıkamıyorum saatlerdir.

Okumayı bitirdiğimde gözlerim yaşlanmış, ellerimin bomboş kaldığını hissetmiştim.
Umarım siz benim kadar çaresiz kalmaz, Mehmet Y.Yılmaz'ın tavsiyesine uyar, dediğini gider yaparsınız.
Bense içimden söylemekle yetineceğim. Gökyüzünün içsesimi alıp götürmesini dileyerek...

I love you more than I can say

SİZ bu yazıyı okurken, ben 14 gün sürecek uzun bir yolculuğa çıkmış olacağım. Masamı perşembe pazarına çeviren dağınıklık içinde pasaportumu ararken radyoda da benim kuşağımın hemen hatırlayacağı bir şarkı çalıyordu.

Leo Sayer’in şarkısı bu: “I love you more than I can say” diyor: “Seni söyleyebildiğimden daha çok seviyorum!”

Bu şarkıyı ne zaman dinlesem gözümün önünde bir “kaybeden” canlanıyor.

“Madem daha çok seviyorsun, neden söyleyemiyorsun” diye geçiriyorum aklımdan.

“Kim bilir o söyleyemediğin kadın ya da erkek ne düşünüyor” diyorum.

Onun da şarkı söyleme olanağı olsa belki şöyle diyecek: “Sen beni, benim seni sevdiğim kadar sevmedin ki!” Aşk ilişkisinin adaletsiz ve eşitsiz bir ilişki olduğuna dair yaygın bir inanç var. Aşkın iki tarafından birisinin daha çok fedakârlık yapmak zorunda kaldığı, aşkına karşılık alamadığı, kendi sevgisi oranında sevilmediğine dair bir inanç!

Ve bence doğrudan doğruya bu inancın varlığı ve yaygınlığı ilişkileri zehirliyor. Pekâlâ yürüyebilecek ilişkiler yarım kalarak sonuçlanıyor. Birlikte yaşanacak yıllar, paylaşılabilecek hayaller, tadı birlikte çıkarılabilecek anlar varken hem de. Bizim güzel Anna Karenina’yı ölüme götüren de bu duygu değil miydi zaten?

Roland Barthes buna “âşığın sevildiğinden emin olamama hali” adını veriyor. Herkesin başına gelmiştir.

Bakın buradan uyarıyorum: Söyleyebilecek fırsatınız varken, sevgilinize onu ne kadar çok sevdiğinizi söylemeye alışın.


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12556287.asp?yazarid=148&gid=61

İclal Aydın ve "O" yazısı mı?
Tabii ki eve gelir gelmez onu ve daha onlarca yazısını okudum.
Yazdığı hayatın içinden birçok sahici duygunun altına ben de imzamı attım.

Sevmek, sevilmek, vazgeçilmek, vazgeçememek, özlem, mutluluk, hüzün, gurur, yalnızlık, beklemek, inanmak, sil baştan yaşamak, güçsüzleşip kaçmak, dimdik demir gibi ayakta durmak ve daha onlarca duygunun arasında sıkışıp kaldım.
Gecenin bu saatinde hepsi elele tutuşup başımın üstünde "kutu kutu pense" oynadılar. İlk arkasını dönen hangisi oldu biliyor musunuz?
"Özlem"
Napcaz bu söz geçiremediğim, asi Özlem'le napcazzzz?
Ah bi bilsem...


http://haber.gazetevatan.com/haber.vatan?detay=O&Newsid=260788&Categoryid=4&wid=10

Yazı tarihi: 27 Eylül 2009

25 Eylül 2009 Cuma

Beni ne kadar tanıyorsunuz? İşte huzurlarınızda bendeniz Venüssss!


Blog'umu okuyanlardan bazılarınız yakın arkadaşım. İnciğimi cinciğimi bilenleriniz.
Kimilerinizi uzuuuun yıllardır tanıyorum, kimilerinizle de daha bebek dostluğumuz ama içerlerimi açmışım, sınır-mesefa falan kalmamış kafadan aşmışız çizgileri.
Bazılarınızla da yeni yeni yakınlaşıyoruz. Ufak ufak nabız yokluyoruz.
Belki benim çoktan size kanım kaynamış ama hemen samimi olamıyorum; yapı işte.
Veya da görüşmüşlüğümüz, paylaşmışlığımız az.
Ötesi için ikimiz de kafa yormamış, çaba harcamamışız, olurunda, olacağanca hızıyla gidiyor herşey. Durumlar soft.
Kimsenin daha öte bir samimiyet istediği yok. Olsak neler değişecek hayatımızda, olmasak neler kaçıracağız ikimiz de bilmiyoruz...
Ya da öylesine nette dolaşırken benim blog'uma denk geldiniz ve yazılarıma gözünüz takıldı. Bunun ötesinde birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
Sizin benim, benim sizin varlığımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok.
Bir iki yazımı okuyup, sonra kendi işlerinize dalıp, beni bir daha hiç hatırlamayacaksınız belki.
Olsun canınız sağolsun.
Ama size ne diyeceğim biliyor musunuz?
"Bir insanı tanımakla başlar herşey"
Bunu bilir, bunu söylerim.

Ben ölürüm birini tanımak için. İçim çıkar. Aklım gider. Kafamı, gönlümü, elimdeki avucumdakini onu tanımaya veririm.
Evinin kapılarını kapattığında içindekini çözmeye dünyaları yıkarım.
Evet farkındayım benimki de abartı. Siz böyle olun diye söylemiyorum.
Diyeceğim o ki; birinden kaçıp vazgeçmeyi marifet saymayın; önce kalıp mücadele edin onu öğrenmeye. Ha sonra yine gitmeye karar verirseniz en azından "gitmekle doğru mu yaptım?" diye içinizi kemireceğinize, başınız yukarda "kaldım, gördüm ve gitmenin en doğru karar olduğuna eminim" diyebilin.
Yine lafı çok dolandırdım.
Bağlayacağım nokta aslında beni anlatan aşağıdaki cümleler.
Ben kendimi bu kadar iyi anlatamazdım; burcum anlatıyor.
Tipik, tipikkk, en tipiğinden bir Terazi'yim.
Yükselenim, alçalanım, ay burcum, güneş burcum nedir bilmiyorum.
Ben Terazi'yim ve burcumu kendi hallerimden bile daha çok seviyorum.
Bir gün otobiyografimi yazabilmeyi becerebilsem yazacağım cümleler arasında mutlaka aşağıdakinden alıntılar olacaktır.

Ben huzurlarınızdan çekiliyorum, huzurlarınıza beni bırakıyorum :)


Terazi, Zodyak’ın yedinci burcu olarak, insani evrimin de yedinci aşamasını sembolize eder.

Terazi, birey ve toplum arasındaki dengeden sorumludur. Terazi’nin temel ihtiyacı ihtiras ve akıl arasındaki denge unsurunu bulabilmektir. Bu arayışında kendisine yardımcı olan en önemli karakteristiği, yargılama mekanizmasının objektivitesidir. Terazi kimi zaman, mesafeli, soğuk ve duygusuz gibi gözükse de aslında bu görünüm kaynağını objektif olma isteğinden alır.
Öncü nitelikte bir burç olan Terazi, eyleme geçmekten korkmaz. Diğer insanlar tarafından sevilmeye ve onaylanmaya şiddetle ihtiyaç duymasına rağmen, kuvvetli bir iradeyle amacına ulaşmaya çalışır. Genellikle cazibesini ve çekiciliğini amaçlarına ulaşmakta kullanmaktan da çekinmez.
Sembolü terazi gibi, bu burç insanları da sürekli ölçmeye, tartmaya, denge oluşturmaya çalışırlar. ınsan ilişkilerinde de bu dengenin oluşması için oldukça adil davranmak isteğindedirler.
Terazi’nin hayatında ikili ilişkiler, kendi yansımalarını görebileceği, kendi eksiklerini tamamladığı bir eş arayışı doğumdan ölümüne kadar devam eder. Paylaşım temel dürtüsüdür. Deneyimlerini öncelikle entelektüel olarak algılayan Terazi, daha sonra pratik değerine, duygusal etkilerine ve fiziksel gereksinimlerine bakar.
Sosyal yeterlilik ve güzellik gezegeni Venüs’ün kontrolündeki Terazi, her türlü güzellikten duygusal, fiziksel ve psikolojik tatmin elde eder. Kitaplar, müzik, güzel kıyafetler, mücevherler, çiçekler, sanat objeleri değer verdiği şeylerdir.
Terazi’nin yaşadığı çevre estetik olarak yeterli değilse, mutsuzluk kaynağı haline gelebilir. Sosyal ortamlarda çok büyük bir çaba sarf etmeden, grubun merkezini doldurur. Aranan, sevilen ve sayılan bir insan haline gelir. Huzur ve uyum yaşamında eksik olduğu zaman gerek fiziksel, gerekse ruhsal sağlığında ciddi problemler doğabilir.


Terazi burcunun aşk hayatı

Terazi, sevmeyi ve sevilmeyi istediği için sürekli kendini tamamlayacak bir eş arayışındadır.

Doğuştan mükemmel bir romantik olan Terazi, duygusal ilişkilerde başarılıdır. Doğal zarafeti, cana yakınlığı ve nezaketi sayesinde bir Terazi ile birlikteyken zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz.
Tiyatro, antikalar, dekorasyon, sanat gibi pek çok farklı zevki vardır. Güzel konuşma sanatı, en önemli yetenekleri arasındadır. Her ne kadar konuşmayı kendi ilgi alanlarına doğru çekmeyi tercih etse ya da kendinden ve yaşamından örnekler vererek süslese de, Terazi ile sohbet büyük bir zevktir.
Terazi’nin aşkını ve ilgisini kazanmanın ilk ve en etkin yolu ona komplimanlar yapmaktır. Eğer bu komplimanların samimiyetine ikna olursa, ilk adım olumlu atıldı demektir. Gidilecek yerin, lüks ve iyi yemekleriyle ünlü bir yer olması da temelin sağlam atılmasında önemlidir. Terazi her zaman, her şeyin birinci sınıfından hoşlanır ve daha azıyla yetinmek istemez. Eşinin de kendisi gibi seçkin zevkleri olan, zarif biri olmasına dikkat eder.
Kolay idare edilebilen bir yapısı olan Terazi, herkes tarafından kolayca sevilir. Sosyal olarak dışa dönük ve sevgi dolu bir partnerdir. Toplantılara, partilere gitmeyi çok seven Terazi, sosyal yaşamda kolayca fark edilir. Her ne kadar Terazi insanları söz vermekten hoşlanmasalar da, bir kez söz verdiler mi mutlaka yerine getirirler.


Terazi burcunun parayla ilişkisi

Denge unsuru olan Terazi, finansal olarak da hayatında stabilizasyona ihtiyaç duyar.

Pazarlık etmeden hiçbir şey satın almak istemeyen Terazi, aslında bunu bir prensip olarak yapmaktadır.
Sanat ve güzellikler gezegeni Venüs tarafından yönetilen Terazi, değerli taşlara, madenlere, sanat eserlerine ve antikalara yatırım yapmayı tercih eder.
Ortaklığı sembolize eden Terazi, ortak yatırımlardan da kazanç sağlar. Aslında son derece bonkör ve lüks yaşamayı sever, birlikte olduğu insan için parasını son kuruşuna kadar gözünü kırpmadan harcayabilir. Özellikle aşık olduğu zaman, finansal konulardaki kontrolünü tamamen yitirmesi olasılığı her zaman vardır.
Sosyal yaşama da çok düşkün olduğu için, hem sosyal harcamaları hem de kılık kıyafet harcamaları yüksek seviyelerde dolaşır. Kimi zaman aidiyet ihtiyacından vazgeçemediği için, sosyal hayata ayak uydurma çabası, bütçesinde büyük deliklerin oluşmasına neden olabilir.
Güzellik ve kişisel bakım merkezlerinde harcadığı para da diğer bir ciddi gider kalemidir. Terazi’nin hayatında para sadece güzelliklere ulaşmak için kullanılan bir araçtır.
Nezaketi ve zarafeti yüzünden verdiği borçları geri isteyemediği için, pek çok zaman etrafındaki insanlar tarafından da suistimal edilir. Paylaşım temel gereksinimlerinden olduğu için, muhakkak maddi kaynaklarını da ortak kullanıma sokar.

İş hayatında Terazi burcu

Çok boyutlu düşünmekten dolayı karar vermekte zorluk çekmesine rağmen, Terazi aldığı kararları muhakkak uygulamaya koyar ve başarılı olur.

Adalet ve hak duygusu iş yaşamında da dikkat çeker. Öncü kalitesi nedeniyle liderlik etmeyi sever ve bunu hak etmek için de elinden geleni yapar.
Hava elementinden olan Terazi burcu bireyleri, sosyal olarak çok canlı ve girişkendirler. ıletişimsel yetenekleri, doğal nezaketleri ve diplomasileri iş yaşamında da sevilen ve takdir edilen insan olmalarına nedendir.
Terazi, iş yaşamında da tartışmalardan, çekişmelerden mümkün olduğunca uzak kalmaya dikkat eder. Bu rekabete girmediği anlamına gelmez. Ancak rakiplerini bile stratejik ve zarif bir şekilde manipüle etmeyi tercih eden bir yapısı vardır.
Kendinde eksikliğini gördüğü noktaları tamamlayacak bir partnerle, ortakla birlikte çalışmak Terazi için idealdir. ınsan ilişkilerindeki becerisi, dengeyi bulabilmek için çaba sarf etmesi, özellikle iş yaşamında aracı, arabulucu gibi sorumlulukları almasına nedendir.
Estetik değerlerine ve dış görüntüsüne verdiği önem, iş yaşamında da fiziksel olarak dikkat çekmesine ve cazibesini bağlantıları için kullanabilmesine yardım eder. Terazi'nin ofisi rafine bir zevkle döşenmiş, güzel, kişiliğini yansıtan objelerle süslenmiştir. Ofisinde taze çiçekler bulundurmayı ve kaliteli içeceklerle misafirlerini ağırlamayı tercih eder. Diplomatik yapısı, arabulucu özellikleri nedeniyle Terazi siyasette ciddi başarılar kazanabilir.
Bunun yanında hak ve adalet duygusunun gelişkinliği hukuk sistemi içinde gerek akademisyen, gerekse aktif olarak başarılı olmasına ve tatmin sağlamasına yardımcıdır. ınsan ilişkilerine verdiği değer ve bu alandaki doğal yeteneği, danışmanlık, psikologluk ve psikiyatrlık gibi mesleklerde de öne çıkmasını sağlar.

Terazi burcunun sağlığı

Zodyak'ın ikinci yarısındaki ilk burç, Hava elementindeki ve öncü nitelikteki Terazi'dir.

Uyum, sevme-sevilme ihtiyacı ve denge arzusu, Terazi karakterinin en önemli özellikleri olarak sayılabilirken, yalnız kalma korkusu da mutlaka eklenmelidir.
Terazi burcunun yönetici gezegeni Venüs, tüm vücuttaki hormon sisteminin dengeli şekilde çalışmasından sorumludur. Ayrıca Venüs, dış şartlar ne olursa olsun, bedenin yaşamsal faaliyetlerini devam ettirebilmesi için gereken dengenin (homoestasis) sağlanmasında da rol oynar.
Terazi burcu bedende, lumbar bölgesini, özellikle de, ‘istenmeyen şeylerin' ölçülüp değerlendirildikten sonra dışa atımı fonksiyonu olan süzme, filtre etme, tasfiye etme işlemini vücutta gerçekleştiren böbrekleri yönetir. Böbreklerle bağlantılı olarak nefrit, uriner böbrek nevraljisi, Bright hastalığı (kronik nefrit) ve lumbago, sırt alt kısımda zayıflık, Terazi'nin en eğilimli olduğu hastalıklardır. Sırtın alt kısmından gelen ağrılara özellikle dikkat etmek gerekir.
Bedeninin bu hassasiyetini göz önünde bulundurarak, asitli ve nişastalı besinlerin birbiri ile dengelenmesi ile uygulanan bir diyet şekli, Terazi'ye fayda sağlar. Beslenmede böbreklerin düzenli çalışmasını sağlamak için, uygun miktarda sıvı alınmasına özen göstermeyi de unutmamak gerekir.
Boğa burcu gibi, Terazi'nin de evinde bulunduracağı ya da takı olarak kullanacağı bakırdan yapılmış eşyalar, zümrüt, pembe, kuartz, mercan hem dinginlik hem de sağlık getirecektir. Beyaz çiçekli, düzgün yapraklı, nane, misk, yarpuz otu, sinir otu, kekik, mine çiçeği, civanperçemi gibi tatlı bitkilerle çaylar hazırlamak, ruhsal dinginlik ve bedensel sağlık kazandırır.
Zarif, doğal maddelerden imal edilmiş, özellikle ipek ve keten içeren, doğanın pastel renklerinin hakim olduğu kıyafetler, Terazi'nin huzurlu ve mutlu olmasına yardımcı olur. Mümkün olduğunca yalnız kalmadığı, en azından eşiyle, partneriyle ya da arkadaşıyla paylaşabileceği bedensel aktiviteler, Terazi'nin zinde ve sağlıklı olmasına yardımcı olur. Özellikle tenis, masa tenisi, duvar topu gibi iki kişilik bedensel sporlar ve satranç, dama, iskambil oyunları gibi zihinsel sporlar da huzur ve dinginlik sağlayacaktır. Karşısındaki Koç burcundan kaynaklanan refleks etkiyle, Terazi'nin de özellikle baş bölgesine dikkat etmesi gerekir.


Terazi burcunun diğer burçlarla ilişkileri:

Terazi ve Koç


Her zıt kutbun birbirini çekmesi gibi, Zodyak'ta karşıt konumda olan Terazi ve Koç da birbirini çeker.
Aslında zor bir birliktelik olmasına rağmen, her iki tarafın da aşka düşkünlüğü, müşterek yanların doğmasına neden olur.
Zarif ve diplomat Terazi'nin, başlangıçta doğal ve sakınımsız Koç davranışlarını kabul etmekte zorlanması olağandır. Ama birlikteliğin getirdiği sosyal yaşam ve canlılık, ilişkiyi sürdürmekte çok önemli bir rol üstlenecektir. Kolay bir ilişki olmamasına rağmen, aradaki çekim gücünün kuvveti, iki tarafın da birbirinden uzaklaşamamasına nedendir.
Koç'un bireyselliğinin aksine Terazi'nin karşısındaki insana odaklanması, ilk zamanlarda dengesizliğin yaşanmasına ve tek tarafı, yani Koç'u tatmin eden bir ilişki haline gelmesine neden olabilir. Ancak zaman içerisinde, Koç'un da vermeye ve düşünceli davranmaya alışmasıyla, tatminkâr bir hâl alabilir.
Mars tarafından yönetilen Koç ile Venüs tarafından yönetilen Terazi, cinsellikte iyi bir ikilidir. Fakat Koç daha fazla bedensel hazlara odaklanırken, Terazi için cinsellikten elde ettiği duygusal tatmin ön plana çıkar. Terazi'nin estetik duyarlılığı da cinsellikte belirleyici role sahip olacaktır.

Terazi ve Boğa

Her ikisi de aşk ve güzellik gezegeni Venüs tarafından yönetilen Boğa ve Terazi insanları, orta noktayı buldukları takdirde, birbirleri için çok tatminkâr olurlar.
Bu birliktelikteki en büyük anlaşmazlıklar, maddi konularda ve sosyal ilişkilerde ortaya çıkar.
Evinde oturmayı ve dinlenmeyi seven Boğa ile insanlarla birlikte olmayı önemseyen Terazi'nin birbirlerine anlayış göstermeyi öğrenmesi gerekir. Öte yandan para harcamayı seven Terazi ile para biriktirmeyi seven Boğa'nın da bir orta noktada buluşması diğer temel bir ihtiyaçtır.
Aşk çocukları olan ve Venüs'ün etkisindeki Boğa ve Terazi, karşılıklı olarak birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap verebilmek adına her şeyi yapabilirler. Ancak Terazi biraz daha hareketli bir yapıda olduğu için, sosyal yaşamda Boğa zorlanabilir. Yine de iki tarafın güzelliklere, sanata gösterdikleri duyarlılık pek çok ortak noktanın bulunmasında etkendir.
Terazi'nin diplomatik tavrıyla ve Boğa'nın huzurlu yapısıyla, konforlu ve keyifli bir yaşamın yaratılması kaçınılmazdır. Terazi çok romantik olduğu için, cinsellikte de bunu arar. Bu arayışına duyusal ve duygusal anlamda en iyi cevapları verebilecek olan da yine Boğa'dır.

Terazi ve Yengeç:

Her iki tarafta ilişkilerine çok önem verir. Ancak sosyal olarak daha aktif olan Terazi, Yengeç’in utangaç, içe dönük davranış tarzından kolaylıkla bunalabilir.
Yengeç’in gereksiz endişeleri Terazi’nin ister istemez farklı alanlara kanalize olarak, ondan uzaklaşmasına neden olabilir.
Terazi’nin güzel şeylere ve sosyal yaşama rahatlıkla para harcaması, Yengeç’in güvenlik ihtiyacı ile bağdaşmadığı için diğer bir problem de budur. Ancak iki taraf da birbirilerinin ihtiyaçlarına ve önceliklerine saygı göstermeyi başardığı zaman, kalıcı bir ilişki olabilir. Öncü nitelikten olan Terazi ve Yengeç arasında Zodyak’ta zorlayıcı bir ilişki bulunmaktadır. Aslında duygusal olarak hassas olan bu insanlar bir orta yol buldukları takdirde çok iyi anlaşırlar. Önemli nokta anlayış geliştirilmesidir.
Terazi de en az Yengeç kadar duygusallığa ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu çiftin cinsel yaşamı romantizmle bezenmiş, nezaketten ve yumuşaklıktan asla uzaklaşmayan bir birlikteliktir. Duygularını rahatlıkla konuşması ve davranışlarıyla ifade edebilen Terazi, Yengeç’in rahatlamasında önemli bir rol oynar.


Terazi ve Başak:

Rasyonel ve ulaşılabilir amaçların peşinden gitmeyi seven Başak ile lüks ve seçkin zevklere sahip Terazi'nin anlaşması pek kolay değildir. Mental alışveriş kuvvetli olmasına karşın, temel yaşamsal amaçların farklılığı, iki tarafın da çok çaba harcamasına ve yorulmasına neden olur.
Terazi'nin aşkı her şeyden önde tutması, yaşamının kaynağı olarak görmesi Başak için kolayca kavranabilir bir durum değildir. Terazi'nin aradığı sevgi sözcüklerini, zarif hediyeleri ve nazik komplimanları karşılamakta Başak oldukça zorlanır.
ıki tarafın da mükemmelliğe verdiği önem, ortak bir nokta olarak kabul edilebilir. Bu birliktelikte dengenin yaratılması, eşit şartların oluşturulması ve fayda sağlayan bir ilişki haline getirilmesi, ilişkinin kalıcılığı açısından öneme sahiptir. Zor şartların insanı Başak ile konforuna düşkün Terazi'nin aralarında muhakkak bir orta yol bulunabilir.
Zodyak'ta arka arkaya burçlar oldukları için aslında birbirilerinden öğrenecekleri çok şey vardır. Başak için duygusal anlar da, cinsellik de yaşamın temel taşları arasında değildir. Oysa ki Terazi bu tür paylaşımlara ciddi anlamda ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu alanda da bir ortak noktanın bulunması uzun zaman isteyebilir.


Terazi ve Terazi:

Terazi ve Terazi ikilisi, Zodyak içinde oldukça iyi anlaşabilen bir çifttir.
Her iki tarafın da aşka ve sevgiye verdiği önem, yaşamdaki tüm önceliklerin yerini alır.
Sosyal olarak çok iyi anlaşan ve kolayca ortak noktalar yakalayarak gelişebilecek Terazi-Terazi çifti, arkadaş ve dost toplantılarının vazgeçilmez ikilisidir.
Sanata, yaratıcılığa ve güzelliklere duydukları saygı, ev yaşamlarına da yansıyarak, çok hoş bir mekanın doğmasına neden olur.
Terazi, kişisel gelişimini tamamlayabilmek için diğer insanlarla bir arada olmaya, paylaşımlar yaşamaya ihtiyaç duyar.
Ama bu, eşini ya da partnerini ihmal edeceği anlamına gelmez. Bu ihtiyacını en iyi anlayabilecek yine bir Terazi eştir.
Terazi-Terazi ilişkisinde en önemli problem, aşırı para harcamaya yatkınlıktan kaynaklanan finansal sorunlarla alakalı olur. Terazi ve Terazi ikilisi, yoğun duygusal paylaşımın doğal uzantısı olarak, cinsellikte de son derece iyi anlaşırlar.
Yumuşak ama tutkulu bir cinsellik yaşamaya ihtiyaç duyan Terazi, partnerinden tam bir doyum elde
edebilir.

Terazi ve Akrep:


İlişkinin ilk aşamalarında, duygusal ve ihtiraslı yapısı nedeniyle Akrep'in aradığı eş olduğunu sanabilen Terazi, kısa zaman sonra yanılgıda olduğunu anlar.
Terazi'nin dalgalanmaları ile Akrep'in gizlemek istediği yanları olduğu ortaya çıktıkça, anlaşmazlıkların da baş göstermesi kaçınılmaz olur.
İlk günlerde Akrep'in sahip olmacı ve kıskanç tavırlarından zarar görmeyeceğini düşünen Terazi, bu davranışlar yoğunlaşmaya başladığında bunalır.
Terazi'nin sosyal yaşama düşkünlüğü ve insanlarla bağlantıları da Akrep'in kıskançlık krizlerinin giderek artmasına neden olur.
Zodyak'ta birbirini takip eden Terazi ve Akrep, aslında her türlü gerginliğe rağmen, olumlu bir ilişki de yaratabilir.
Bu bağlantıdaki en önemli nokta, derin bir sevgi olacaktır. Arada gerçekten aşk varsa, birliktelik uzun süre devam edebilir.
Cinsel yaşamda Terazi ve Akrep birlikteliği doyurucudur. Gerek Terazi, gerekse Akrep, seks konusunda yeterince duyarlılığa sahiptir. Ancak Akrep'in tutkuları ve Terazi'nin diğer insanlara karşı duyduğu merak, zaman zaman problemlerin yaşanmasın neden olabilir.

Terazi ve Yay:

Terazi-Yay ikilisi, iyi anlaşan, birbirlerini canlandıran, besleyen bir çifttir. Ancak Yay'ın özgürlük merakı, aşkı ve eş sahibi olmayı seven Terazi'yi zaman zaman rahatsız edebilir.
Her iki tarafın da entelektüel yaşama verdiği önem, önlerinde yeni ufukların açılarak, gelişmelerine ve giderek özgür birer ruh olmalarına yardım eder.
Terazi kimi zaman aşk yaşamında beklediği komplimanları, nezaketi ve zarafeti Yay'da bulamamasından şikayetçi olabilir ama yine de bu tatmin edici bir ilişkidir. Entelektüel paylaşımların ön plana geçtiği bir birliktelik olan Yay-Terazi ilişkisi, kişisel gelişime hizmet eder.
Yay'ın farklı kültürlere merakı, Terazi'nin de uyumu sayesinde hayata geçirilebilir. Ancak Yay'ın direkt yaklaşımlara olan yatkınlığı, diplomat Terazi'nin küçük şaşkınlıklar yaşamasına da neden olabilir.
Aynı direkt ve açık yaklaşımlar, cinsel yaşamda da zaman zaman yaşanan problemlerin kaynağı haline gelebilir. Fakat Ateş elementinden Yay ile Hava elementinden Terazi, fiziksel olarak da birbirlerini beslemenin ve doyurmanın yollarını bulabilir.

Terazi ve Oğlak:

Terazi ve Oğlak arasındaki kaçınılmaz fiziksel çekim bu ikilinin bir araya gelmesinin en büyük nedenidir.
Ancak Oğlak'ın aşırı ciddiyeti, aşka zaman ayırmaktaki cimriliği, Terazi'nin aşk yaşamındaki kutsal beklentileriyle bir araya geldiğinde, içinde çıkılamaz bir anlaşmazlığın yaşanması da mümkündür. Ancak karşılıklı anlayış ve özveri sayesindebu ikilinin kalıcı bir birliktelik oluşturması mümkün olacaktır. Zodyak'ta zorlayıcı bir etkileşim içinde bulunan Öncü nitelikteki Oğlak ve Terazi'nin en büyük ortak noktaları sosyal statüye ve toplumsal yaşama verdikleri önemdir. Oğlak ve Terazi gündelik yaşamdaki çekişmelere rağmen, cinsel hayatta ideal partnerlerdir.


Yazı Tarihi: 25&27&28 Eylül 2009

20 Eylül 2009 Pazar

Sarı Bayram

Bugün bayram.
Şeker Bayramı'nın birinci günün.
Kutlu olsun.
Tüm sevdiklerinizle sağlık, mutluluk ve huzur içerisinde geçsin.

Tamamlanmak insanın kendi elinde deniliyor ama bunu söylemek bir tek öyle olmadığında kolay oluyor.
Yoksa böyle günlerde tek kalmak, sevdiklerinden uzak olmak fena koyuyor.
İnsanın tamamlanası filan gelmiyor.
Zaten dünya başka bir dünya oluyor.
Anlamsız, boş, dondurulmuş ve sası.
Duygu, his, umut, zevk ve inanç fukarası oluyor insan.
Dünya etrafında bir başka türlü dönüyor.
Sen bir kum tanesi olarak kocaaammmaaaan bir vahanın tam ortasında dımdızlak kala kalıyorsun.
Doğanın ezici gücünü hissediyorsun.
Dağ yok, tepe yok, çukur yok, göz alabildiğine, binlerce kilometrelik dümdüz, uçsuz bucaksız bir "sarılık" içinde kalıyorsun.
Bu da müthiş bir sonsuzluk hissi veriyor.
Boşluk, sonsuzluk ve hiçlik...
Bozkır sana oynuyor.
Tek yapabileceğin teslim olmak:
İki kolunu tüm genişliğinde iki yana açıp, yüzünü sarartıp dudaklarını kurutan rüzgara ve bu uçsuz bucaksız güce teslim olmak.
Ve haykırmak "bu devasa evrende bir hiç" olduğunu...

Haykırınca yükselen ruhunla birlikte etrafı 360 derece görüyorsun.
Ufuk çizgisi yok.
Tek bilebildiğin bilinmez bir sınırsızlık, belirsizlik, sarılık.
Korkutuyor.
İçine alacak, seni yutacak kadar kudretli olduğunu hissettiriyor.
Bu düzen içinde zavallı bir zerre olduğunu, yaşadığın veya yaşayacağın hiçbir şeyde hükmün olmadığını ince ince içine sindirmeye çalışan zavallı bir biçare.

Tüm bunlarla başaçıkabilmek için tek yapabildiğim benden çoooook daha büyük olan o güce teslimiyet.

Ben bu bayrama önce büyük bir özlem,
sonra boşluk,
sonra bilinmezlik,
sonra da teslimiyet duygularıyla girdim.

Hepsinin birden sizden fersahfersah uzak olmasını dilerim.
Bayramınız kutlu olsun.

Yazı Tarihi: 20 Eylül 2009

11 Eylül 2009 Cuma

Gafil dünya

Yanıp söndükçe nazlı nazlı gözkırpan aşıklar gibi ışık oyunlarıyla bana cilve yapıyor sanki Ankara tam karşımda.
Kapkara bir gecede, gecenin içinden çıkan ışıklar görebildiğim ufuk çizgim boyunca derya deniz.
Yüksekçe bir vadide, yüksekçe bir sitenin 4.katı tüm şehri ayaklarımın altına serebilecek kadar tepelerde.
Dakikalardır camın önünde dikiliyorum.
Evin içerisinde hiç ışık yok.
Dışarıdaki ışıklar bana fersah fersah uzakta da olsalar görüyorum ordalar.
Günün birinde benim de evimden içeri girecekler, bunu tam kalbimden duyuyorum.
Evden gelen tek ışık bilgisayar ekranımda.
İşte zaten o benim bu ıssız, yalnız ve karanlık gecemde hayatla tek bağlantım.

*****

İçeride acılar, ağrılar, iştahsızlık, açlık ve bulantılar içinde uyumaya çalışan annem.
Uyku ile uyanıklık arasındaki gafil dünyaya bir de acılar girdi mi yatağın ve yastığın nasıl da ilmek ilmek insanın tenini yiyen bir düşman olduğunu ben iyi bilirim.
Bu sene başından beri çok ciddi sağlık problemleriyle uğraşarak, acılara bağışıklık kazanarak, her zorluğa göğüs gererek bugünlere getirdiğimiz annemin şimdi bir çırpıda aylar öncesine gidişine seyirci kalmak içimde tarifi bulunmayan bir keder bırakıyor.

Toplamda 12 seans alması gereken kemoterapinin bugün 9.seansını aldı.
Zehir vücuda girdikçe daha güçsüzleşiyor, dayanma gücü, sağlıklı hücreleri daha da azalıyor.
"Moral, moral, moral" diyor doktorları. "Tek ilacı moral"

*****

Kaç dakikadır camın önündeyim hatırlamıyorum.
O kadar çok daldım gittim ki hangi zamandayım; nerde, kimin yanında, kimin evinde, hangi hayattayım onu bile ayrıştıramıyorum.
Düşünerek, gecenin kör karanlığına dalarak, kilometrelerce uzağımda gördüğüm evlerin ışıklarının içinden geçerek neyi ne kadar çözebileceğim bir bilebilsem...
Bilemeyeceğimi bildiğim için günlerdir karnımı yakan içimdeki kezzabı birden kalbime yakın bir yerlerde hissediyorum.
Ve ben ömrümde ilk kez ruh acısının fiziksel acıyı nasıl da yaşattığını hissediyorum.
Tüm bedenimi saran koca delik boğazımı tıkıyor, nefes alamıyorum.
Camı açıyorum deriiin bir iç geçirmeye.

Nasıl kalkacağız bu yalancı, bencil, sevgi yoksunu, aldatan, sünepe dünyanın altından?
Nasıl, kime güveneceğiz?
Nasıl, nasılll, nasıllll?
Soruyorum soruyorum cevap bulamıyorum.
Ben anlıyorum sizi.
Utanıyorsunuz.
Ama cevap veremiyorsunuz.

Nefesim yetmiyor camı sonuna kadar açıyorum.

Yazı Tarihi: 11 Eylül 2009

"İçimdeki Yolculuk", Yasemin Conker


(www.NeVital.com 'da Hayat Nefes, Hayat Nefis...)

Herşey "iptal, iptal, iptal"le başladı.
3 kere üstüste, aralıksız, büyük bir ciddiyet içinde söyleyeceksiniz.
Ve ettiğiniz lafların gücüne inanacaksınız.
Nasıl mı?
Diyelim ki biri ya da birşey hakkında kötü bir şey söylediniz veyahut aklınızdan geçirdiniz.
Olayın ana felsefesi: "ne düşünürsen onu çağırır ve yaşarsın" olduğu için hayatınızdaki tüm olumsuzluklardan kurtulmak.
Ölsen, gebersen, yansan, kül olsan yine de negatiflik yok, kötü düşünmek yok, sinirlenmek, öfkelenmek, üzüntüden erimek bitmek, şımarmaktan sırım sırım sırıtmak yok.
O yok, bu yok.
Herşeyin en harikasını yaşamak istiyorsan hiç çaren yok kanatsız melek olacaksın.
Biri seni yerle yeksan mı etti, arkandan çevirmediği iş bırakmadı; aldattı, salak yerine koydu, zerre kadar değer vermedi, tüm iyi niyetine rağmen seni enayi mi belledi?
Gözlerini oydu, yüreğini deldi, sırtından bıçakladı, güvendiğin dağlara karlar mı yağdırdı?!
Canım dediklerin sana "canın çıksın" mı dediler?
Tüm dünya, olaylar, onlar bunlar üzerine üzerine geldikçe geldi sana nefes alacak yer bırakmadılar mı?
Ne yapacaksın biliyor musun?
"Şükredeceksin" ve ona "teşekkür edeceksin"
Sana bunları tecrübe ettirdiği, seni bu yolda eğittiği, yoluna çıktığı ve sana aynalık yaptığı için.
Ha olur da bu şükür esnasında, içinden en ufak bir fesatlık geçerse de anında "iptal, iptal, iptal" diyerek olumsuz düşünceleri savsaklayacaksın.
Cık cıkk cııkkk, çok yanlış.
Doğru neydi?...
"Teşekkür ederim"
Çünkü sen insan değilsin ya;
Meleksin, yeryüzünde yaşayan ama çoktan göğe yükselmiş kanatsız bir melek...

İşte bu mantraya girişimiz sevgili arkadaşım Hülya'nın büyük ciddiyetle, bizimse matrağını en tepe noktada yaptığımız bu "iptal"lerle yol aldı...

*****

Ben inançlı bir insanım.
Allah'a inanıyorum.
Üstelik inançla ilgili en gelişmiş duygum, minnet ve şükretme duygularıdır...
İnancımı Allah'la tek başıma bir ilişki içinde yaşıyorum.
Bu sebepledir ki en kendimi unuttuğum zamanlarda onunla başbaşa kalma ihtiyacını içimde şiddetli bir şekilde hissederim.
Bedenimi taşımanın içime ağır geldiği, aklıma zarar verdiği noktalarda ancak bu müstesna birlikteliğin derinlerine tutunarak yakalayabilirim şimdiki zamanı...
Bu birlikteliğin gösterişe de, ispata da, kurallara da dahil olmaması gerektiğine inanırım.
Ve samimi hissiyatım ayakta kalma gücümü bu gerçektelikten aldığım yönündedir.

İşte tüm bu sebeplerden 40 yıllık "tövbe, tövbe, tövbe"nin yerini "iptal, iptal, iptal" in alması garibime, komiğime gitti benim kısaca.

*****

Biz eğlene duralım bu konulara uzun zamandır sıkı zaman ve enerji harcayan Hülya işin komik boyutundan öte mantrasını bize anlatmak ve aydınlatmak üzere hiç bezmeden uğraşıyordu.
Tüm abuk sabuk ve geyiğin doruğundaki sorularımıza bıkmadan cevap veriyor, yaşadığımız her durumu bu çerçevede yorumlamaya çalışıyordu.
Hülya'nın hayatındaki inanılmaz değişiklikleri bir bir tecrübe ettikçe biz de ufak ufak merak salmaya başlamıştık konuya.
Ve bir akşam iş çıkışı apar topar kendimizi hocaların hocası Nil Avunduk'un seminerinde bulduk.
Büyük ve kalabalık bir sınıfta herkes Nil Avunduk'u dikkatlice dinliyor, saçma olup olmadığına aldırmadan aklına gelen her soruyu soruyordu.
2 saate yakın interaktif bir şekilde devam eden seminerin son yarım saatinde ise kısa bir meditasyon yapıldı.
Hem seminer hem meditasyon o an için bana pek etki etmese de biraz daha bilgi sahibi olmanın zararı olmaz diyerek Nil Avunduk'un öğrencilerinden, hoca Yasemin Conker'in orada satılan kitabı "İçimdeki Yolculuk"u satın aldım.
***
"İçimdeki Yolculuk" aylardır elimin altında 2 hatta çoğu zaman 3.kitap olarak bu maceramda bana eşlik ediyor. Zaman zaman 20-30 sayfa okuyor, sonra 2-3 hafta kenara kaldırıyor sonra yine okuyordum.
Ve nihayet bugün bitirdim.
Kitap bittiğinde, şu an yaşadığım zor günlerin de etkisiyle aklım karmakarışık.
İşin doğrusu öğretileri çok doğru fakat uygulaması da bir o kadar zor.
Belki ne demek istediğimi anlarsınız diye kitaptan bazı başlıkları/cümleleri buraya ekleyeceğim:

"Anladım. Sevgi dışarıdan alınacak bir şey değil. İçeriden harekete geçirilecek bir şey. Ben kendimi sevmeyi şu anda başlatıyorum. Sevgiyi ta içimde, bütün hücrelerimde hissediyorum. Ben kendimi her halimle kabul ediyorum ve seviyorum."

"Çıktığım yere doğru, Allah'a sevgiye dönmeye başladım"
"Yanlış diye bir şey yok. Yaşadığımız her şey o an ihtiyacımız olan deneyim. Herkes ve her şey, bizim, kendimizi anlamamız için bir araç."
"İçimdeki korkuları sevgiye dönüştürdükçe, zihnimi temizledikçe, bağlarımı bıraktıkça biliyorum ki evren bana, istediğim her şeyi istediğim anda verir. Ve ben her adımında geleceğimi sevgiyle yaratırım."

"Herkesin ve her şeyin gitmesine izin vermektir sevgi. "Gelirse de güzel, giderse de güzel" diyebilmektir."
"İyiyle kötüyü bir ettim. İyi diye bir şey yok. Kötü diye bir şey yok. Her şey tam olması gerektiği gibi. Her şey bir deneyim. Her şey oyunda kendimizi görmemiz için".

"Hiç kimse olmaya çalışmıyorum. Sadece kendim olmayı öğreniyorum. Kendi ritmimde, kendi içimde ilerliyorum."
"Sadece oluyorum. Olanı olduğu gibi kabül ediyorum. Sevgi olmanın bilişine geçiyorum. SEVGİ İZİN VERMEKTİR. Sevgi kazanan değil sadece izleyendir."


Ve daha niceleri...
Şimdi ben yaşadığım ağır günlerde üzülür, hüzünlenir, ağlarken bu cümleleri sindirmeye, mantraya teslim olmaya, Allah'ın elini üstümde hissetmeye çalışıyorum.
Direnmeden kendimi akışa bırakmaya, kabüllenmeye...
"Herkesin ve her şeyin gitmesine izin vermektir sevgi. Gelirse de güzel, giderse de güzel."
Sizce de öyle mi, ne dersiniz?

Nes, the mantra 

www.NeVital.com (Hayat nefes, hayat nefis...)

Yazı tarihi: 11 Eylül 2009

9 Eylül 2009 Çarşamba

Büyük felaket

09.09.09 çarşamba günü İstanbul büyük bir felakete uyandı.
İkitelli civarlarında önüne gelen herşeyi alıp götüren sel şimdilik sayısı 30 olarak bildirilen hayatları da beraberinde sürükledi.
Sabahtan beri izlediğim/dinlediğim gelişmelerde verilen haberler gerçek olamayacak kadar yürek ve can yakıcı.
Hele hele TV ekranından izleyince yerlebir olmuş otoyolları, Tır garajını, ortadan bölünmüş köprüleri, damların, otobüslerin, ağaçların üzerinde kurtarılmayı bekleyen insanları gördükçe olsa olsa bunlar bir macera filminin kareleri zannediliyor.
Böylesine dramatik bir tahribatın gerçek olabildiği insanın aklına sığmıyor.

Oysa ki daha aylar öncesinden birçok birbirini seven çift uğuru olacağına inandığı için 09.09.09'da evlenmek üzere hayaller kurdular.
Birçok anne baba hayatlarına anlam katacak, minik avuçları ve elleriyle onlara dokununca dünyaları bahşedecek bebeklerini 09.09.09'da dünyaya getirmek üzere planlar yaptılar.
Şans, uğur, kısmet, bereket getirecekti 09.09.09.
Öyle bekleniyordu, öylesine inanılıyordu...
Evet getirdi ama içlerinden sadece birini; bereketini, uğursuzluğunu; felaketiyle birlikte.

Böylesine zamansız yakalanılan büyük felaketlerdeki yıkımlara çok çoook çooookkkk yazık oluyor, telafisi bulunmuyor, yeri asla dolmuyor.
Ben bilirim, iyi bilirim bu durumu...
Beş gün önce, 04 Eylül'de tekrar yaşadım, tekrar öğrendim.
O günden beri gözyaşlarım sel oldu, tutamıyorum.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, durduramıyorum...

Yazı tarihi: 09/09/09

Venus


İçimde her zaman yaşayacak, güzellik ve aşk tanrıçası kutsal Venüs'ün güzel anısına.
Baki aşkla...

Göz kamaştıran bir güzelliğe sahip olan Aphrodite(Venus) güzellik tanrıçasıdır. Efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilk bahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Bu dalga ile birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite çıkmıştı. Beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros da vardı. Kumsalda yürüdükçe bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu.

Zaman tanrıçaları olan Horalar onları karşıladılar ve önce Aphrodite'i güzelce yıkayıp vücudundaki tuzlu deniz suyunu temizlediler. Uzun saçlarını örüp başını altın bir taçla süslediler, üzerine tülden süslü elbiseler giydirip, boynuna kıvılcımlar saçan kolyeler taktılar. Daha sonra onu ve oğlunu alıp Olympos'a çıkardılar. Olympostaki tanrılar bu güzeli görünce hayranlıklarını gizleyemediler. .

Ogünden sonra Aphrodite güzellik ve aşk tanrıçası olarak Olymposta diğer tanrı ve tanrıçalarla birlite yaşamaya başladı.

Aprodite güzelliğ ile sadece tanrıların değil insanlarında gönlünü fethetmişti. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor onlara neşe ve sevinç veriyordu. Diğer yandan kimi zaman bu neşe ve sevinç aşk acısına da dönüşebiliyordu. Güzel tanrıçagücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde göstermezdi. O tümtabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş dalgaları sakinleştirir, nefesi ile deli gibi esen rüzgarları dindirirdi. Yeryüzünde her şeyi o diriltir, o canlandırırdı.Kurumuş çiçekleri tekrar canlandırır, dünyayı süsler, güzelleştirirdi.

Aphrodite - (Afrodit, Venüs), aşk ve güzellik Tanrıçası. En güzel Tanrıça şüphesiz kızıl saçlı Afrodit’ti. Afrodit aşk Tanrıçası olup, insanların birbirlerine sevgi ile yaklaşması için üzerlerine aşk iksirini damlatan, çiçekleri ve ağaçları baharda rengarenk donatarak,doğayı canlandıran üretken bir Tanrıçadır. O ateş Tanrısı olan ve çok sanatkar, ancak topal ve çok fazla yakışıklı sayılmayacak bir görünüme sahip olan Hephaistos ile evlenmiş. Afrodit ve Hephaistos’la ilgili mit her ikisinin de temsil ettikleri sanat ve aşk kol kola olması gerektiğini vurgulamaktadır. Güzellik, Aphrodite’le gelirdi. Rüzgarları fırtına bulutları onu görünce kaçar, çiçekler toprağı süsler, denizin dalgaları kahkahalar atardı. Onsuz sevinç de, mutluluk da olmazdı. Güzel Tanrıça Afrodit’in adı Homeros’un İlyada’da anlattığına göre Truva (Troya) savaşının başlama nedeni olarak anılmaktadır. Ağaçlardan mersin ağacını, hayvanlardan kumruyu, bazen de serçe ile kuğuyu korurdu.

Yazı Tarihi: 09 Eylül 2009

4 Eylül 2009 Cuma

"PATASANA", Ahmet Ümit ve sonrasında olanlar


3 akşam önce gece 11'de başladım "PATASANA"yı okumaya ve saat geceyarısı 3'e kadar nefes almadan tek solukta 400 sayfalık kitabın 1/3'ünü bitirdim.
Ertesi akşam da aynı performansla kitabın 2/3'ü bitmişti.
Dün akşam ise iftara yemeğe misafirlerimiz olduğu için ve iftar sonrası geç vakitlerde onları eve bıraktığım için, dönüşümde de evi ve valizimi toparlamayla uğraştım için kitabı okumaya halim ve de vaktim kalmadı.
Şu anda sevdiğim şehir, sevgilimli şehir İstanbul'a gelmek üzere Ankara Esenboğa Havalimanı'ndayım.
Wings Prime Lounge'dan bu satırları yazıyorum.
Havaalanına gelene kadar yolda baya bi okudum kitabı.
Ve son 20 sayfaya geldim.
Sonunu çok merak ediyorum; acaba katil Kemal mi, Yüzbaşı Eşref'le arkeolog Esra arasındaki ilişki ne olacak, basın toplantısında neler olacak, Elif ne yapacak, aşçı Halaf'a ne olacak, cinayetlerin sırrı çözülecek mi, sebebi tahmin edildiği gibi 78 yıl önce aynı şekilde işlenen 3 cinayetin intikamını almak üzere Ermeni sorunu mu vs vs...?
Şimdi bunların cevabını bulmak üzere müsadenizle ben kitabıma dönüyorum. İnşallah o arada dalıp uçağımı kaçırmam :)
Kitap bittiğinde tabi ki bunların cevabını burada yazmayacağım ama kitap hakkındaki görüş, eleştiri ve bilgilendirici yazımı buradan okuyabilirsiniz.
Ondan önce gidip kendime güzel bir çay doldurayım.
Seviyorum ben bu havaalanlarını hele gideceğim yol beni İstanbul'a kavuşturacaksa...
Darısı Ekim ve Kasım'daki seyahatlerime, sevdiklerimle sevdiklerime... :)

****
2.kısım:
Evime, sevdiğim şehrim İstanbul'a geldim. Akşama "hoşgeldin"e misafirim olduğu için soframı, evimi ve kendimi hazırlamam gerekiyor. Bu sebeple bu yazıyı bitirmeye şu an için vaktim yok.
O sırada son zamanlarda bayıla bayıla dinlediğim ve şu anda çalan şarkıyı ayın şarkısı seçerek buraya yazmak ve sizinle paylaşmak istedim.
"Enrique Iglesias feat Ciara - Taking Back My Love"

Devam....(08 Eylül 2009)
Evet, yukarıda okuduğunuz üzere kitabı bitirdim. Tahmin ettiğim gibi tahmin edilemeyecek bir son hazırlanmış kitaba. Demiştim, soruların cevaplarını vermeyeceğim, alın okuyun kitabı, geceleri yarım saat ayırsanız 1 haftada biter. Çok sürükleyici, harika bir kitap.
Hatırlarsınız kitabın son 20 sayfasını Ankara'dan İstanbul'a gelirken havaalanında okumuştum.
Ankara'dayken günlerdir sayıkladığım sevgilimli İstanbul'a geliş yolunda...
Ve geçtiğimiz Cuma öğle saatlerinde hasretim, sevdam, özlemim sevgilime, İstanbul'a vardım.
Gelirken gördüm ki heyecanım ve mutluluğum pencereden gördüğüm bulutların bile üzerlerine yükselmişti.
Yere insem, kavuşsam bu özleme bile benim yüreğim bulutların üstünde asılı kalmaya devam edecekti.
Uçaktan iner inmez cep telefonumu açtığımda neye yoracağımı bilemediğim bir mesajla karşılaştım. Bu mesajın aklıma getirdiği binbir fenalığı süratle savsaklamaya çalıştım.
Birkaç saat sonra gelen 2. mesajla endişelerim soğuk bir korkuya dönüştü.
İçimde umutsuz, ürkek, ödlek biri yaratan buz gibi bir korku...
Anlaşılan o ki akşam olmadan içime düşen bu yakıcı duygu selinin sebebini bilemeyecektim.
Bu koyu kederi hem bilememek hem de yakında bilecek olmak yüreğime deriiin bıçaklar saplıyordu adeta.
04 Eylül 2009, saat 8'de gelen sevgilim duymaktan korktuğum haberi bana verirken her zerremi parçalayan bilgilendirmesinde içimi derin derin nasıl zımparaladığının farkında mıydı acaba?
Kimi günler, geceler, anlar oluyor ki keşke hiç yaşamasaydım diyorsunuz.
Geçtiğimiz Cuma akşamı benim için o anlardan biriydi.
O geceyi yaşanmamış kılmak için sahip olduğum birçok şeyi hiç gözümü kırpmadan feda edebilirim.
Cuma günü, günlerdir hasretle sayıkladığım şehre gelirken mutluluktan bulutların üzerine çıkmıştım.
Oysa nereden bilebilirdim yere indiğimde onların değnek deyince patlayan sabun köpükleri olduğunu...

Yazı tarihi: 04&08 Eylül 2009