26 Mart 2010 Cuma

Kansere karşı bilinçlenmek için lütfen okuyun

Kansere karşı bilinçlenmek için lütfen okuyun.
Çok ama çok önemli bir konu.
Ucunda hayat ya da ölüm olan bir konu.
Geç kalındığında yapılan herşeyin boşa çıktığı bir konu.
Kendinizin ya da sevdiğiniz birinin gözünüzün önünde erimesi ve sizin eliniz kolunuz bağlı sadece seyirci kalmanızın fena yakıcı olduğu bir konu.
Lütfen aşağıdaki link'te Ayşe Arman'ın yazdıklarını okuyun ve birşeyler yapın.
Kontrollerden geçin, yakınlarınızın geçmesi için ısrarcı olun, sivil toplum kuruluşları için çalışın, bilinçlenin, "adaaamm sen deeee" demeyin,
bir şeyler yapın, yapalım, lütfen...

Sağlıkla kalın...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14220801.asp?yazarid=12&gid=61

İçeriğinizi sahiplenin

Yaratıcı fikirlerin ve özgün eserlerin, gerçek sahipleri dışında kişilerce kullanılarak ihlal edilmesi can sıkıcı olduğu kadar ne yazık ki çok da sık rastlanan bir konu. Yaratıcı fikir veya özgün eser dendiğinde aklımıza çoğu kez beste, resim veya şiir gibi içerikler gelse de blogküreye baktığımızda benzer sıkıntıların bu alanda da yaşandığını görebiliyoruz. Sosyal ağların da gücüyle, içeriği kopyalanan/çalınan blog yazarları durumu yakalıyor, şikayet ediyor ve kendi emeğine yapılan saygısızlığı gözler önüne seriyor. Konuyu hukuki boyuta geçiren kimse oldu mu emin değilim :) Ancak T.C. 5070 sayılı Kanuna göre geçerliliği olan zaman damgası uygulaması ile blog içeriğiniz; yazılarınız, fotoğraflarınız, çektiğiniz videolar yasal olarak koruma altına alınabiliyor.
Destekleyenlerimiz arasında yer alan sahiplen.com da tam olarak bu noktada devreye giriyor. 2010 Blog Ödülleri kapsamında tüm kategorilerde dereceye girenlere hediye edeceği kontörler ile blog yazarlarının içeriklerini sahiplenmelerini teşvik ediyor. Peki sadece dereceye girenleri mi? Hayır, kendi websiteleri alında Blog Ödülleri’ne özel açılan sayfadan da içeriğini sahiplenmek isteyen tüm blog yazarlarına avantajlı seçenekler sunuyorlar.

http://www.blogodulleri.com/iceriginizi-sahiplenin/comment-page-1/#comment-4409' dan alıntıdır.

Yazı tarihi: 26 Mart 2010

25 Mart 2010 Perşembe

Nesli çalış, övün, güven!

Sanmayın sakın... sizi unuttum, ihmal ettim, yazmaktan sıkıldım, yazacak konu bulamayacak kadar sığlaştım...
Mümkün değil...
Olacak iş değil...
Aklım hep burda.
Günün sonunda sevgilimin sesini duyamadan uyumaya çalışır gibi bir eksiklik hissediyorum içimde.
Hani iki arada bir derede en sevdiğim arkadaşımla yarım saatlik kahve kaçamadığına kaçıp hayatımdaki gelişmeleri bir çırpıda dökülüversem, ne iyi hissedeceğim.
Olmuyor, olamıyor maalesef.
Her şeye yetişemiyormuşum.
Öyle bir koşturmaca ve çalışma temposu içerisindeyim ki nefes almaya bile vakit olmuyor denilen durum böyle bişeymiş, en babasından idrak ettim.
Olsun, hiç şikayetim yok.
Harika işler çıkarıyorum.
Güzel "ilkler" yaşıyorum.
"Nesli çalış, övün, güven" çekiyorum kendime.
Hep çalışmak, daha çok çalışmak istiyorum.
Yepyeni birşeyler üretmek, kendim için üretmek, üstelik insanlara faydalı olmak için üretmek, iyi birşeyler yapabilmek için üretmek o kadar güzelmiş ki bu yüce tatmin duygusunu damarlarımda hissettikçe yarış atları gibi açılıyorum.
Beynim farklı çalışıyor, göğsüm kabarıyor...
Mutluyum, guruluyum.
Her neyse yine bir satır diye başladığım yazımı uzattığımın farkındayım.
Acil kısa kesip çalışmaya dönmem lazım.
Yani bu aralar beni buralarda göremezseniz sanmayın ki içimdeki uçan duygular akıllandı; sıradanlığa sığındı, yazı mazı çıkmıyor.
I-ıhhh, yanıldınız. Bu tarif mizacıma külliyen aykırı ;)
Tam gaz gidiyorum, çok çalışıyorum, çok hevesleniyorum, çok uçuşuyorum, çok yenileniyorum.
Bana darılmayın, çabalarımda Allah utandırmasın, yolumu açsın diye dua edin ve yanaklarımdan öpüp güzelce uğurlayın, oldu mu şekerim? ;))

Nes, ateş ve uğur böcüğü karışımı

Yazı tarihi: 25 Mart 2010

19 Mart 2010 Cuma

Ser de vermem sır da vermem!

Size benden fenalık gelmiş olabilir.
Samimi söylüyorum bana da geldi.
Oku oku, çöz çöz, düşün taşın bitmiyor anasını satayım;
kendimin, yani kendi hallerimin...
Her gün yeni bir durum, yeni bir kaos.
Kendimi tanıyamamın ya da mevcut durumdaki bilinmezliğin daniskası.
Bu sefer aklımdakileri unutmamak için edebi cümleler arayışına girmeden yazacağım.
Dann dannn, madde madde hani beyin fırtınası yapar gibi.
Ya da gelin şöyle yapalım; ben beyin fırtınamı yapayım siz de hani yanlışlıkla geçerken gözünüz çarptı gibi yapın, tamam mı?
İşte kendime dair şikayetlerim:
  • Açık ve net değilim
  • Ucu açık konuşmalar yapıyorum
  • Fazla kibarım ve herkesi kendim gibi sanıyorum
  • Bu kibarlıktan fersah fersah uzak birtakım kişiler tarafından suistimal ediliyorum
  • Medeni davranış seviyem sebebiyle -nedense- bu davranışlarımın kişiye özel olduğu algısı uyandırıyorum
Madem hemen az yukarda şikayetçi oldum kendimden "açık ve net değilim" diye, el mecbur şimdi açık ve net yazmak gerekir:
Pek sevgili arkadaşlarım, sorarım size:
Sevgi/aşk/beğeni/hoşlanma kaç kişilik yaşanır:
Tabii ki 1.
Ya aşk ilişkisi:
Tabii ki 2.

Eğer biri yasalar önünde bir akit imzalamadıysa veya
facebook vb. sosyal paylaşım sitelerinde dosta düşmana nispet "ilişki içerisinde" ibaresini koymadıysa ya da
en özelindeki sevdiğiyle el ele, diz dize, göz göze fotoğraflarını çarşaf çarşaf deşifre etmediyse
bu illa ki yanlız olduğu ve daha da önemlisi "aranıyor" olduğunu mu gösterir???!!!
Talep edildiği gibi yalnız olsa dahi hayatını ve tüm değerlerini "çapkınlık" üzerine kurmuş bazı kurtların hedefi olmayı istediği anlamına gelir?
Çemberi daha da daraltayım yanlızlıktan ölse geberse, ömür boyunca seveceği birini istese bile bu gelecek her teklife balıklama atlayacağı mı demek olur???!!!
Hayır, hayır, hayır, bin kere de hayır, hiç sanmammmm!!!
Gerçekleri açık ve net söyleyim mi?
Azdır, nadide bir durumdur, hatta belki insan tabiatına aykırıdır bile amma...
Bazıları hep aynı kadını/adamı sevmek ister.
O insanla evli de olsa, ilişki içerisinde de olsa, yanyana da dursa, ömrü boyunca yanına yaklaşamayacağını da bilse buna gönülden bağlı insanlar vardır.
Bunu herşeyin üstünde hissesedenler bulunur.
Başkalarıyla tanışmak, görüşmek, sosyal sohbetler etmek, hayatın farklı yönlerini paylaşmak ayrıdır
Onu, o en içindeki sevgiliyi, o şahdamarındaki aşkı başının üstünde taşımak, hep en özelin olarak korumak, sakınıp, saklamak ayrıdır...
Oldu mu bu sefer, hepimize yetecek kadar açık ve net olabildim mi?

Nes, the ÖZEL!

Yazı tarihi: 19 Mart 2010

18 Mart 2010 Perşembe

Nazar etme n'olur çalış senin de olur (de ayrı :-pp)

Büyük konuşup konuşup tükürdüğümü yalıyorum.
Yalıyorum yalamasına da sonra akıllanmayıp yine büyük konuşuyorum.
Höt zöt falan yapıp esip gürlüyorum, 3 vakte kadar kuyruğumu sıkıştırıp kös kös geri vitese takıyorum.
Dengesizlikler ve kararsızlıklar silsilesi içinde sallanıp duruyorum.
Bir külhanbeyi olup asıp kesiyorum bir yavru ceylan gibi seke seke çaydan geçiyorum.

*****
Lakiiinnnn...
Eski zamanlarıma göre çok daha huzurluyum.
Bir adım geriye çıkabiliyorum artık, ağırbaşlılığım her daim benimle, atar damarıma basılmadıkça soğukkanlılığımla da gül gibi geçinip gidiyoruz.
Hiç bir kaygım yok "diğer insanlar ve ben" denkleminde...
Kendimi biliyorum, menzildekilerin; çap, yarı çap, yüzeysel alan, deniz seviyesinden yüksekliği ve kapsama alanları genişliğini de...
Aynada görür gibi görüyorum ciğerlerini bakar bakmaz...
Yama, kaçak, patlak, tutmayan dikiş, sırıtan kumaş varsa hepsi günyüzü gibi ortada...
Ah ne yanlış hayatlar, ne değersiz kişilikler...
Hele bir de istediğini türlü hesaplarla elde etmenin "sevilmek" olduğuna inanan zavallılar bu duygunun adına "düşman çatlatmak" diyebiliyor ya bu nasıl bir ego, nasıl bir içi boşluktur, şaşıp kalıyorum!!!
Bir de o türlü hesapların kılıfını "gönülden istemek" diye uydurup bunu salık veriyorlar ya diğerlerine, insanın ağzı açık kalıyor "bu nasıl bir hayasızlıktır" diye.
"Yürü git" diyesim geliyor "yürü git işine Alla'sen"...
Vah zavallılar, vahh acizler...
Keşke bir gün bir yerlerde karşılaşsak da, "zavallılığın" gerçekte ne anlama geldiğini onlara altını çizerek anlatsam!
Ya da mümkünse hiç ama hiç karşılaşmasak
Ben hayatımdan onları siyah ceketimin üzerinde sırıtan toz zerreciği gibi uçursam tek hamleyle
O zerrecik kadar bile gözüm arkada kalmadan bir adım yukarıya çıksam
Şahaneeee
Oh ne hafiflik...
Hiç problem yok...
....ama....
Bir zamanlar değer verdiğim, aklına saygı duyduğum, parmakla gösterdiğim, özel bellediğim, farkına inandığım, doğrularını da yanlışlarını da öpüp başıma koyduğum, adam gibi adam saydıklarımı da aynı silsilede uçuracaklarım kervanına katmak gerekecek...
Evet! Bir de "ama..."sı var işin!
Çünkü hepsi iyi güzel de insan ömrü kısa be çocuklar!
Doğrusu; içinin almadıklarını değil, içine almaya değer hayatları katmaktır dünyana!
Vallahi üzülüyorum ben de kimi seçimlerimde
Fakat derdim çokluk, nispet, ego savaşında galibiyet değil billahi...
Yani sözün özü: ben de Nietzsche gibi "Yokluktan değil, hep çokluktan çekmişimdir!" diyeceğime...
Platonik takılayım, kabül
Dostlarım az ama has olsun
Hallerim öz olsun...
Hem ne diyeceğim biliyor musunuz;
Sürekli bu ruh halinde yaşamak, bu durumu hiç aşamamak eritir insanı.
Günün sonunda bir bakarsın ki sen de, maşan da, ikiniz birden kömür olup yanmışsınız.
İçinizdeki koca boşluksa öylece kalakalmış.
Siz o haldeyken ben tükürdüğümü yalayım, varsın bu da böyle olsun, beni hiç bozmaz, hiç komaz, canınız sağolsun....

Nes, dışarda

Yazı tarihi: 18 Mart 2010

16 Mart 2010 Salı

Kundalini yoga eğitmeni Özlem Ataman

Kundalini yoga ve meditasyon eğitmeni, arkadaşım Özlem Ataman'ın konuyla ilgili bir yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.
"Kundalini Yoga" nedir diye merak edenler, kundalini yoga yapmak isteyip bir eğitmene ihtiyacı olanlar Özlem'le irtibata geçebilir.

*****

Herkese Merhaba,

Ben Özlem, Kundalini Yoga ve Meditasyon eğitmeniyim ve Ümit Bey benim öğrencilerimden biri. Umit Bey’deki gelişmeyi gözlerimle görüyorum ve bunda benim de payım olduğu için çok mutluyum. Gerçekten ilk günler epey sıkıntılıydı ama simdi üzerinden yaklaşık 3 ay geçti ve diğer öğrencilerden farkı kalmadı. Bu başarıyı sadece haftada 1 gün 1.15 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi. Sözün özü bunu herkes yapabilir ve aynı başarıya ulaşabilir. Bunun için 3 şey gerekli; Niyet, Disiplin ve Kararlılık.

Öncelikle size Kundalin yoga eğitimi ile de ilgili bilgi vermek istiyorum. Ders sırasında Nefes teknikleri öğrenirsiniz (Pranayam), beden kilitleri (Bandha), hareketler (Asana), Meditasyon ve Mantralar ve hatta yaratıcı vizyonlama (Yantras). Bütün bunlar bilimsel olarak bir araya geldiklerinde “Kriya” diye adlandırılır.

Mantra söylemek kesinlikle dini bir olgu değildir. Birçok mantra Sanskritçe veya Gurmukhi denilen eski zaman dilinde söylenir. Mantra söylerken ağzın aldığı şekil, dilin yeri, sözcüklerin söylenişi; ağzın içindeki baskı noktalarını uyarır, dolayısıyla beyin enerjisi yükselir, meditasyona hazır hale gelinir

Her katıldığınız ders; bedeninizi güçlendirmenin yanı sıra, duygusal ve ruhsal değişiminize de katkıda bulunur.

Şimdi Kundalini Yoga ve Şifalanma arasındaki ilişkiyi anlatmak istiyorum, çok fazla teknik terim kullanmadan yapmaya çalışacağım.

Kundalini her bireyde bulunan evrensel enerjidir ve atıl durumdadır. Kundalini yoga ile bu enerjiyi kullanılabilir enerjiye dönüştürürüz. Bir yaşam enerjisidir; Kundalini yogada “Prana” diye adlandırılır, Çinliler “Chi”, Japonlar “Ki” ve bilim insanları “Biyolojik enerji derler. Yaşam enerjisi sağlık, bolluk bereket ve mutluluk yaratır. Çünkü bu enerji bizi ruhumuzla yeniden iletişime geçirir. Modern çağda çoktan ruhumuzla iletişimi kaybettik.

Bedenimizde 8 dinamik enerji merkezi bulunur (çakralar). Enerji merkezlerimizin düzenli çalışıp ve hizalı olmaları gerekir. Kundalini Yoga yaparak onları hizalar ve düzenli çalışmalarını sağlarız.

Şunu özellikle belirtmek istiyorum Kundalini Yoga hastalık bazlı bir yoga olmayıp, temelinde “mükemmelik ve yücelik” vardır. Bir bilimdir, size bir insan olarak nasıl yüce olacağınızı ve isteklerinize kavuşacağınızı deneyimletir.

Ustalardan biri şöyle der; “Kundalini Yoga; hastalığa göre öğretilmez ama hasta insana öğretilen kutsal bir bilimdir – Yogi Bhajan”

Bu kutsal bilim bizde farkındalık yaratıp, tekrar ruhumuzla ve sonsuzlukla iletişime geçmemizi ve hayatımızın kontrolünü almamızı sağlar. İşte hayatınızın kontrolü sizde olduğunda artık iyileşmek, sağlıklı, mutlu ve bolluk bereket içinde olmak sizin elinizdedir. Küçük bir not daha; Kendinizi iyileştirmekle, kendinizi sevmek aynı şeydir.

Hatırlayın! SİZ her şeyi mümkün kılacak kadar güçlüsünüz!

Sevgiyle kalın,

Özlem Ataman
Kundalini Yoga ve Meditasyon Eğitmeni
507 954 1902
kundaliniozlem@yahoo.com

7 Mart 2010 Pazar

Haftamın iz bırakanları

Ne çabuk geçmiş 1 hafta.
Nihayet 2 hafta üstüste "haftamın iz bırakanları"nı yazmayı becerebildim.
Geçtiğimiz haftanın beni en etkileyen izinden başlayalım madem öyle:

Haftamın en etkileyici olayı: "Zeynep Tanbay Dans Projesi" nin müthiş performansı.
Yıllardır Zeynep Tanbay  Modern Dans Topluluğu' nun fanlarındanım.
Bale, dans, müzik, sanat, zarafet ve ruhun içiçe geçtiği böylesine etkileyici bir şovdan etkilenmemek zaten mümkün olamaz. Soluk alan, kalbi atan herkesin ritmini yakalayan bu performansa kayıtsız kalması imkaansız ötesi.
Geçtiğimiz çarşamba Taxim Bibuçuk'ta YKB Tozu yutanlar buluşmamız olduğu için zaten akşam 7 civarları Beyoğlu'nda olacaktım.
Düzenli olarak bana gelen Akbanksanat etkinlikleri e-mailinden aynı gün saat 5'te Zeynep Tanbay Dans Projesi'nin gösterisinin olduğunu öğrendim.
Gösteri mekanına gittiğimizde harika bir sürpriz bizi bekliyordu.
Bu, bir sonraki gün Cemal Reşit Rey'de yapacakları gösteri öncesi son provaydı ve biz onları adeta onlardan biri gibi parkelerin üzerinde bağdaş kurarak izleyebilecektik.
Onlara bu kadar yakın olabilmek, nefeslerini duyabilmek, gözbebeklerini görebilmek, mimiklerini yakalayabilmek, yüksek tempolarında soluksuzlaşmak, profesyonelliklerine canlı şahit olmak, adımlarının parke üzerindeki sesini yakalamak müthişşş bir hayranlık hissettiriyor.
İnsanın çalışarak ama gerçekten çok çalışarak bedenini nasıl terbiye ettiğine en güzel örnek.
Gösteri başlamadan önce bizler gibi yerde oturan, birbiriyle sanki boş geçen beden dersinde şakalaşıyor gibi takılan o gencecik çocuklar dans ederken devleşiyorlar.
Adamı uçuruyorlar. 
Beyninizi uyuşturuyorlar. Anında hiptonize.
Öyle inanılmaz danslar, hareketler, adımlar, uçuşlar, tempolar sergiliyorlar ki "yok artık" oluyorsun.
"Vayyy be ben boşuna yaşamışım" ı hissediyorsun. Bir takla bile atarsam boynum altımda kalır. Hiç unutmam bir kere evde yalnızken amuda kalkmıştım da geri inememiştim boynum kırılacak diye, bilmem kaç dakika bir gelen olsa da beni kurtarsa diye beklemiştim :)
Neyse, odağımızı acil olarak benden çekelim, yine gelelim bu harika dansçılara.
Aklım almıyor nasıl bu kadar başarılılar, iyiler, kusursuzlar, etkileyiciler ve çizgi ötesiler.
Bak bak, izle izle doyamıyorsun.

Bitiriyorlar seni, mahvediyorlar, sahnenin hatta ve hatta kendilerinin aralarına alıp uçuruyorlar.
Öyle böyle değil; öl yani, o kadar güzeller.
Yeminlen harikalar, yok yok harika değiller vazgeçtim, bunlar kelimenin tam anlamıyla "efsaneler"
Bu hafta Cemal Reşit Rey'deki gösterilerini kaçırdıysanız üzülmeyin, 21 Mart'ta Caddebostan Kültür Merkezi'nde bir gösteri daha yapacaklar.
Amaaaa onu da kaçırırsanız işte o zaman üzülün. Hatta öyle çok üzülün ki kafanızı vuracak duvar arayın.
Süperler, efsanelerrrrr, nefes kesiciler.
Ha bu arada, kararım kesindir, yeniden dünyaya gelirsem modern dansçı olmak istiyorum, gerisi hikaye...
*****
Haftamın en iyi filmi: "Eyvah eyvah"
Ata Demirer ortalığı yıkmış geçirmiş yine. Recep İvedik - çok afedersiniz ama bunu demezsem patlarım- öküzünün iğrenç esprilerinden sonra resmen kahkahaya doyduk.
O nasıl bir komikliktir, nasıl bir şirinliktir, nasıl bir Trakya lehçesidir, o nasıl matrak bir "senden ötürü" demektir, "evet" demektir Ata, yıktın bizi büyüksün.
Bi de atlamamak lazım Demet Akbağ fiziği ve bacakları konuşuyordu. Bak bak bitiremedim valla, ayrıca bir kadın olarak ayakkabılara da bittim.
Rolüne gelince sanki olmamış, sanki fazla abartı kalmış, Ata'nın doğallığının yanında fazla sırıtmış.
Yine de film 10 numara, DVD arşivime locadan giriş yapacaktır.
*****
Haftamın beni en sevindiren olayı:
Bunu nasıl yazsam bilmiyorum. Allayıp pullayamam, ben yazayım siz beni tebrik edin, şans dileyin, başarılar dileyin, sarılın, öpün, koklayın, benim için sevinin olur mu?
Efendim?
Tabii ki mecbur değilsiniz, tokalaşmayla da sıyırabilirsiniz.
Şu an satırlarını okuduğunuz arkadaşınız artık bir "EDİTÖRRRR ORDİNARYUS"""
Detaylar gelecek yazılarda.
*****
Haftamın en başarılı ve gelecek vaadeden çalışması:
"NeVital"in hayata geçmesine çok az kaldı. Gelişmeler önümüzdeki günlerde.
Haftamın en in mekanı: Perpa
Evet evet bildiğiniz Perpa.
Meğer ne çok işyeri, ne çok çalışan, ne çok insan, ne çok hayat, ne çok nerden alacağımı bilmediğim şey varmış orda.
Kanyon'daki saatler süren burjuva iş toplantılarımdan sonra Perpa'da çalışmak iyi geldi.
Kendimi naif hissettim, çalışkan, iş odaklı, esnaf lokantalarının değerini hatırlar, üretken ve iyi.
Ben kendimi Perpa'da çıkardığım harika iş sonucunda "çok iyi" hissettim. Darısı başınıza :)
Haftamın en çıldır gelen olayı: Perpa- Okmeydanı'ndan Mecidiyeköy AliSamiyen'in önüne 2 saatte gidince çıldır geldi. İstanbul'u bilmeyenler için bu mesafeyi söylemeyeceğim, onlara da durduk yere çıldır gelmesin.
Haftamın buluşması: YKB tozu yutanlar buluşması
Üniversiteden sonra ilk işim YKB Genel Müdürlük Kurumsal Bankacılık'tı. Satış ve pazarlama ekiplerinde çalışanlar olarak her birimiz ayrı ayrı yerlere dağıldık ama hiç kopmadık.
Kopsak bile yine birleştik.
Buluşma sonrası ekibe fotolarla birlikte gönderdiğim maili kopyalarsam beni daha iyi anlayacağınızı düşünyorum:
"Bebişler,
Dün akşam çok güzel vakit geçirdik.
Yıllar geçse de, hepimizin hayatları başka yönlere aksa da gördük ki biz hep, aynen kaldığımız yerden sımsıcak devam edebiliyoruz.
Hepinizi seviyorum ve öpüyorum."

Bu koca bebişler:
Meriç Dinçsoy, Ülkü Asma, Aslı Karayiğit, Ersegun Koçoğlu, Ayşegül Koçoğlu, Fisun Koç, Erkan Koç, Deniz Kayahan, Tunca Demirci, Sabri İnci, Serkan Polat, Candan Yılmaz, Burçak Doğan, Bahar Erduran, Sibel Mangüp, Banu Karakuş, Ahmet Burak Emel, Mert Saltık ve Hasan Kutlu ve YKB'den sonra Antalya'ya yerleşen ama hep yakınlığımızı koruduğumuz Mesut Atalay ve bendeniz.

Haftamın en çok dinlediğim şarkısı: Ziynet Sali - Rüya
http://www.youtube.com/watch?v=RkVtoaK73wQ
Dinlerken Ziynet'in sesinin yumuşaklığında akıp gidiyorum. Başka dert, gam, keder düşünmeden sözlerde yükseliyorum. Nasıl yükselmeyeyim,
şu sözlere bakar mısınız lütfen:
Benim sevgim göklere sığmadı
Yerde de kalmadı
Korudum hep dua ettim
Benim başka bir ricam olmadı
Sadece sev beni
Her gece gördüğüm o rüya gerçek olsa
Yanıma koşa koşa gelsen
Geceyi yedi güne bölsen
Elini tuta tuta ölsem
Bizi kaybetmem
Beni dünyada başka hiçbir şey
Böyle mutlu etmez
Yazık kalbim bir daha atmadı
Aşkı da tatmadı
Ya da ben itiraz ettim
Bütün bunlar bir rüya olmalı
Sonunda mutluluk ve de sen
El ele yine gülerek
Yanıma koşa koşa gelsen
Geceyi yedi güne bölsen
Elini tuta tuta ölsem
Bizi kaybetmem
Beni dünyada başka hiçbir şey
Böyle mutlu etmez

2. en şarkım ise: Yaşar&; Yıldız Usmanova- Seni Severdim
Yıldız'ın yorumu çok etkileyici, eh Yaşar da fena sayılmaz ;)
http://www.youtube.com/watch?v=6lBbVeGqQdA
  
Haftamın en kabus rüyası: Eski erkek arkadaşımın nişan yüzüğünü gözüme soka soka beni düğününe davet etmesi. Destur bismillah diye terler içinde zıpladım, hayırlara vesile olsun inşallah :)

Haftamın en beni iyi hissettiren telefonu: Tam da bu yazıyı bitirdiğim dakikalarda aylardır konuşmadığım bir arkadaşımdan gelen telefon. 
Tamam arasıra ben de şımarıyorum fakat bu "yuh" dedirtecek bir tavan yapma durumudur, ilgililerin dikkatine;)

Ve haftamın en aklımı uçuran mekanı: SAW
Sabiha Gökçen Havaalanı. Israr etmeyin açıklama yapamayacağımmm...

Nes, haftayı bitiren ama yaz yaz bitiremeyen

Yazı tarihi: 07 Mart 2010

4 Mart 2010 Perşembe

Wan-na rezaletiiii!!!

"Gece çıkmak", "gece gezmek", "geceleri alemlere akmak", barlar/tavernalar/fasıllar fazlasıyla uzak durumlar bendenize.
Bunları yapanları ve bunlardan zevk alanları tenzi ederim.
Ben burada kendi fikirlerimi, kendi dünyamı yazıyorum.
Benim gibi olmayanlara/düşünmeyenelere/ yaşamayanlara saygı duyarım.
Ha sevmem, takılmam, medeni ilişkiler çerçevesinden öteye gitmem o ayrı.
Aynen beni sevmeyenlerin de bu ince sınırı geçmemelerini husisiyetle rica ve talep ettiğim gibi.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil.
Beni sevenlere sarılır, öperim; sevmeyenlerle öpüşmeyiz olur biter;)

Evet ne diyorduk?
Gece çıkması diyorduk. Mersi ben almayım, alana da mani olmayım durumları bendeki.
Kırkta yılda bir eğer kıramayacağım kadar yakın bir arkadaşımın bir doğumgünü, özel bir kutlaması vs varsa ancak o zaman gidiyorum.
Sigara yasağından sonra ilk kez geçtiğimiz Cmt. yakın bir arkadaşımın doğum günü vardı.
"Oleeey" dedim.
En azından önceden olduğu gibi gece boyunca gözlerim soğan doğranıyormuşçasına yanmayacak, şıpır şıpır akmayacak, beni sersefil etmeyecek, üstüm başım leşler gibi duman kokmayacak, hele hele santimetrekare başına bir zenci saçı yoğunluğu ve sıklığı düşen kıvırcık kafamın kök hücrelerine kadar işleyen o rezalet koku olmayacak.
Yupppiii en azından gecenin bi köründe eve gelip uykulu uykulu duş almak zorunda kalmayacağım.
Nasıl gittiysem öyle döneceğim: mislerrr gibi;
duştan yeni çıkmış ve bir çiçek bahçesi kadar rayihalı kokan saçlarım, tertemizlik kokan kıyafetlerim ve bizzat "ben" kokan biricik parfümüm ve akça pakça, esans esans gezen bennn.
 Aynen böyle geri döneceğim...
dedim...
"Pışşııık, çok beklersin canımmm, aynen öyle dönmekmiş" diye tiz bir ses geri döndü sadece gecenin sonunda
*****
Levent'teki Kanyon alışveriş merkezinin içinde daha önce Hakkasan olan şimdilerde Wan-na 'ya dönüşen mekana gittik.

Hakkasan'ın mekanını ve dekorasyonunu aynen koruyarak bildiğimiz Tepebaşı'ndaki Wan-na 'yı buraya taşımışlar.
Vietnam, Thai, Japon ve Çin mutfağı ve sushi çeşitlerinin olduğu Uzakdoğu mutfağı servis ediliyor.
Yemeklerin lezzeti bana göre vasattı.
Herhangi bir Sushi-co'da çok daha damağıma hitap eden yemekler yediğimi söyleyebilirim.
Zaten aslında kimsenin yemeklerin tadını falan önemsediği yok.

Maksat orada bulunmak, boy göstermek, arz-ı endam eylemek.
Mekan Hakkasan menşeili olduğundan biraz fazla lüks kokuyor.
Ortam tarz, ortalık konsept.

Tüm sosyete ve çakma sosyete orada.
Herkes süzüm süzüm süzülüyor.
Herkes eğleniyor gibi yapıyor ama gözler fırdöndü; hangi masada kim var, kim kimle gelmiş, kim ne giymiş, kim kimin masasına akış sağlayabilir bunun etüt çalışması yapılıyor.
Yüksek volume sahte kahkahalar, kikirdemeler, sosyetenin özenti tek tip konuşma tarzı ve ağzıımıııı kocamaaannn açıp; 32 kat sürdüğümüz rujumuzu, kollajenli dudaklarımızı ve botokslu suratımızı bozmayalım fiyakaları...
Anamdan sushi yiyerek doğdum, zaten biberonumdaki sütü bile chop-sticks'le içerdim ben edaları...
Offff fenalık, fenalık bastı bana, darallardan daral beğen ya da "daral has come to me" durumları.
Kalkıp en yakın acil çıkış kapısından kaçmak istiyorum.
Hurdahaşat bir sokak arabasından bol acılı bir Adana alıp arabanın üzerine ayranı koyup, üşüdüğüm için zıplaya zıplaya bunları yemek istiyorum.
Neyse kızım Nesss kılçıklık yapma, madem geldin keyif almaya bak.
Gece balkabağı olma saatine doğru yaklaşıyor.
Yemekler bitiyor, müziğin sesi artmaya ve teknolaşmaya başlıyor.
Az önce masalarda yemek yiyen ağır abiler ve ablaların kanındaki alkol artmaya başladıkça hafiflikler de artıyor.
Ve mekan iyice dolmaya, mekan doldukça yaş ortalaması küçülmeye başlıyor.
Az önceki kitlenin görmemişliğinin yerini şimdi gelenler özenti halleriyle taklide geçiyor.
Hay Yarabbim, nasıl da küçük ve toylar.
Sabah uyandığında Tweety'li pijamasıyla düşünüyorum önümdeki 18'lik kızı.
Manhattan gökdelenleri kadar platform ve topuğu olan ayakkabıları, sakil duran dekoltesi, abartılı boya turuncu-sarı saçı, kendini palyaçoya döndürdüğü makyajı ve üzerinden akan basitliğiyle "kadıncık" olduğunu sanıyor ama sadece "zavallıcık" olmuş.
Gülesim geliyor, acaba biz de mi öyleydik o yaşlarda?... :)
Hele hele genç, sırım sırım delikanlılar.
Yeni bir moda çıkmış ben görmeyeli.
Birbirlerini görünce önce tokalaşıyorlar; ok bu güzel, adam gibi, erkek gibi
sonra birbirlerini yanaktan öper gibi bir harekete yelteniyorlar ama sadece şakaklarını değdiriyorlar, boğaların toslaması gibi.
O sırada da omuz üstü çapraz mıntıka taraması yapmayı asla ihmal etmiyorlar.
Niye böyle kendilerini komikleştiren bir hareket yapıyorlar anlamış değilim, bir gün birtanesini çevirip soracağım muhakkak.

Ve sonra bu dünyanın merkezindeki abilerimiz, ablalarımız başlıyor efil efil sigara tüttürmeye.
Evet evet mekanın yani Wan-na'nın içinde. Kapalı alanda.
Beş dakika içinde ne olduğumuzu anlamadan çapraz ateşe tutuluyoruz.
Ön, arka, sağ, sol herkes sigarasını yakıyor.
"Arkadaşlar, gençler, bir dakika ya n'oluyooo, hooppp, alooo, yasa çıktı yasaaa kapalı mekanlarda sigara yasağı var, belli siz uzayda yaşıyosunuz ama kendinize gelin, söndürün sigaraları" diye isyan ediyoruz.
Heh he, kim takar Yalova kaymakamını!
Yok aslında pardon, işe yarıyor, söndürüyorlar.
Ve fakat bizi dinlediklerinden değil, daha havalı olsun diye odun kadar purolarını yakmak için.
Ulaşabildiğimiz! garsonları çağırarak "niye herkesin sigara içtiğini, burada buna nasıl izin verildiğini" soruyoruz.
Adam bizle dalga geçer gibi "yooo burada sigara içilmiyor ki" diyor.
Bize kal geliyor, birbirimize bakışıp gülüşüyoruz sinirden.
O sırada Wan-na 'daki yaklaşık 500 kişinin 450'si falan sigara içiyor ama garson abimiz göremiyor herhalde!!!
Veya kasıtlı ve bilinçli olarak şunu yapıyorlar:
1- Seni salak durumuna sokuyorlar.
2- Sana ve yasağa saygı duymuyorlar.
3- Senin sağlığın, içmeyenleri zehirledikleri falan umurlarında değil sadece ama sadece para kazanmaya bakıyorlar; içki içilen yerde sigara yasağını uygularsa müşterisi gelmez sonra di mi?!
4- Bu kadar rahat bu yasağı delebilen bu müessesenin arkasına sağlam kuvvetler almadan bunu yapmayacağı kesin bişey; eeee ne demişler komşuda pişer bize de düşer hesapları...
5- "Sizi şikayet edeceğiz, ayrıca ben gazeteciyim köşemde sizin adınızı kullanarak bunu yazacağım" dedim umurları olmadı.
Hey güzel Allah'ım bu ülkede akıl sağlını korumak mucize galiba.
Her ama herşeyi para, kaba kuvvet, arkandaki sağlam dayılar, aymazlık ve edepsizlik satın almış.
Ne hukuk, ne hak arama, ne insaniyet, ne adam gibi adam olma...
geride hiç ama hiçbişey kalmamış...
Merak ediyorum; bunların hepsine eyvallah da içinizde hiç Allah korkusu da kalmadı mı sizin?!!!
N'oldu yoksa onu da parayla mı sattınız?

Teşekkür ederim, başka sorum yok!

p.s. Sevgili Wan-na ve benzer müesseseler, biliyorum çok üzüleceksiniz ama bir daha asla size gelmeyeceğim ve bu yazıyı okuyan bir kişiyi bile sizlere gelmekten alıkoyabilirsem ne mutlu bana...
Sigara yasağına uysanız bile işiniz çok zor, hesaplarınız hayli kabarık ama müşteri kalitenizi aynı orantıda yükseltememişsiniz.

Nesss, ben kaçar :)

Yazı tarihi: 04 Mart 2010