30 Haziran 2010 Çarşamba

Canımın canı gitti :(

Onlarca kez çıralar gibi yansam da,
akıllanıp uslanmadan koşulsuz güvenip sonra sırtımdan bıçaklansam da,
maharetli/marifetli/meziyetli arkadaşlarımız tarafından birçok kereler aldatılıp kandırılsam da,
içimin baharlarını, kor alevlerini, tüm heyecanlarını diri diri toprağa gömsem de, sayısız kez yeminlerle birlikte tövbeler etsem de...
ahh anacağım başımda ekmek kırarım olur biter.
Küsme, darılma sen bana, kızma saflığıma...
*****
Ben sevmeden nasıl yaşarım?!
Nefes alışıma ne anlam verir, şu gencecik halimde başka neyle kanatlanırım?
Ben koşulsuz, sınırsız sevmezsem bu kesif hayatla nasıl başa çıkarım?
*****
Sınırsız bir duygu ona hissettiğim.
Sıfatsız, tanımsız biri o bana.
Her ne pahasına olursa olsun, sonu nereye varırsa varsın ben onu sevmekten vazgeçemem ki...
Yok, diyemem "aşkım, sevgilim, hayatım" belki ama...
Hayatımdaki başköşelerden biri o.
Kıymetlim, değerlim, canlarımdan biri.
Hani eline kıymık batsa içim cız edenlerden.
Hani durumun ötesine berisine bakmadan sarılmak, sarılmak, sarılmak istediğim...
Hani o bana sarılınca tüm öteki beş para etmeyen duygulardan, insanlardan uzak olduğunu hissettiğim...
Hani "ahh olmaz, olmaz sensiz olmaz" dediğim...
Hani tek bir gözyaşını akıtmamak için dağları delebileceğim...
*****
Canım, canımın içi,
Yaşadığın acıyı hafifletmek için ömründen ömür ver deseler bir saniye durmazdım. Bir gün daha yaşayacak deseler anacığını 24 saat sırtımda taşırdım.
Yarana merhem olacağımı bilsem sabah akşam gözümü kırpmadan başında bekler, sana bakardım.
Ah bitanem, ah gözbebeğim,
Bilmez miyim, bilirim hem de öyle iyi bilirim ki
Bu acının ne çaresi vardır ne avuntusu
Allah senin ve tüm sevenlerinin sabrını arttırsın, nurlar içinde yatsın, mekanı cennet olsun biricik anacağının.

Yerin hiç ama hiç dolmayacak sevgili Nazmiye Ayaz anne, ruhun şad olsun...

Nes, içi yanan

Yazı tarihi: 29 Haziran 2010 (Nazmiye anneyi 28 Haziran 2010'da kaybettik, tüm sevenlerinin başı sağolsun)

26 Haziran 2010 Cumartesi

Veee perdeeee!!!

Çok sıkışmış olmalıyım.
Yoksa bilmediğim bir yerde hele hele kendimi yabancı hissettiğim bir yerde hayatta demem.
Kendimi yabancı hissettiğim bir yerde ben hiçbir şey demem.
Demek istemem, yapmak istemem.
Tuvalete girmem, yemek yemem, birşeyler içmem, içimden konuşmak gelmez, en dikkat çekmeyen köşede antisosyal bir saksı gibi dikilirim.
Önceden o halimden utanır sıkılır, ortamın gereği neyse öyle davranmaya çalışırdım.
Sonra sonra çaktım durumu; anlamsız çabalarmış, şekle girmeye çalışmanın hiç anlamı yok, neysen o!
*****
"Benim tuvalete gitmem gerek" diyorum.
3 kızkardeş bana tuvaleti gösteriyorlar.
En büyüğü 10-11 yaşlarında, ortanca 6-7, en küçüğüyse 2-3 olmalı ağzında emzik var.
Saçları uzun, neredeyse bellerine geliyor, koyu kestane, dümdüz.
Kız çocuklarını severim, onlar da beni ama bunlarla elektriğimiz tutmuyor, mesafeliyiz.
Tuvalet diye gösterdikleri yere bakıyorum; balkon.
Balkonda alaturka bir tuvalet hem de.
Üstelik balkonun her tarafı açık.
Tam karşıda 3-4 adam var.
Hava buz gibi, koyu gri, sağnak yağmur yağıyor.
Adamlara bakıyorum, tuvalete bakıyorum, kızlara bakıyorum; "ben buraya giremem baksanıza adamlar görür" diyorum.
"Sen bilirsin başka tuvalet yok" diyorlar.
Kendime hırslanıyorum tuvaletimi tutamayıp, kızlara sorup, bu duruma düştüğüm için.
"Ben de girmem o zaman" diyorum.
İçeri giriyorum, vakit öğle vaktini bile geçmiş, akşamüstü, hava ha karardı ha kararacak.
Bir yatak odasının içindeyim.
Şişman, çirkin, etleri sarkmış, saçı başı darmadağınık ama ben yaşlarda bir kadın uyuyor.
Ben odaya girince uyanıyor, yatakta doğruluyor, birşeyler söylüyor bana, keyfim kaçıyor. Cevap vermeden odadan çıkıyorum.
Rahatsız ve tedirginim.
Huzursuzluk içinde kıvranıyorum.
Nereden ne gelecek diye geriliyorum!
Gitme vaktimin geldiğini düşünüyorum.
Orası Ankara ve benim o gün kendi kullandığım arabayla İstanbul'a dönmem gerekiyormuş.
Hava karardığında, tek başıma araba kullanacak olmak beni huzursuz ediyor.
"Hemen yola çıkmalıyım, zaten ne diye buraya geldiysem" diye düşünüyorum.
Tam çıkmak üzereyken önce kendi annemi görüyorum. Tek başına, tek kişilik bir koltukta öylesine oturuyor. Beni görüyor mu emin değilim ama onu orda görmek beni iyi hissettiriyor.
Tam karşısına bakıyorum.
Gözlerim kitleniyor.
Gördüğüme inanamıyorum.
O da beni görüyor; yıllaaarrrr yıllar sonra.
Uzaktan bakışıyoruz.
İnsanın gözüne, geçen onca seneyi bir çırpıda okuyacakmış gibi bakıyor.
Biliyorum o beni severdi, kendi kızı gibi, kendi özü gibi.
Bakışıyoruz, bakışıyoruz... gözlerimiz doluyor.
Sanki şimdi burda karşımda gibi, öyle canlı, öyle gerçek.
İçim eziliyor.
Koşarak gidip sımsıkı sarılıyorum.
Ağlaşıyoruz, sarılıyoruz, birbirimizin yüzünü sevip bir daha ağlaşıyoruz, tekrar daha sıkı sarılıyoruz.
Bu nasıl bir özlem hey güzel Allah'ım...
Bu nasıl derin bir hissiyat...
Birşey demiyor, sadece acıklı acıklı yüzüme bakıyor.
Üzgün ama yapacak bir şeyi yok gibi.
Oysa ne çok şey yapardı benim için.
Kendimi kötü hissediyorum.
Demek ki yapılacak birşey gerçekten yok.
Olsa, olsa biliyorum o yapardı.
Anneme bakıyorum, oralı olmuyor, ben yokmuşum gibi davranıyor.
İyice güçsüzleşiyorum, içimde koca bir yer oyuluyor. Sanki hiç iyileşemeyecek bir yara açılıyor.
Tam çıkmak üzereyim onu görüyorum.
Kızların babası.
Kızlarla da, içerde yatan çirkin kadınla da alakası yokmuş gibi duruyor oysa.
O evde, o hayatta olmaktan mutlu değil ama belli gidecek kadar cesur da değil.
Kendi halinde, çekingen bir adam.
Camın kenarındaki çalışma masasında oturmuş gidişimi seyrediyor sessizce.
"Kal" demiyor.
Dese kalacağım.
Demiyor...
Etraf loş, bir tek masanın üstündeki küçük çalışma lambası yanıyor.
Tek elini bir kulağına yaslamış, gövdesiyle masanın üstüne kaykılmış.
Masada bir sürü maket uçak.
Sarı, plastikten birini alıp eline, havaya kaldırıyor, uçuruyor.
*****
Kızlar, hala uyumakta olan çirkin anne, maket uçaklarıyla o, karşılıklı oturan iki anne...
Son kez onlara bakıyorum.
"Ama ben gece yola çıkmayı hiç sevmem, uğursuzluktur, hem çok da sıkıştım" diyorum, bakıyorum kimsenin umru değil.
Onların hayatı devam ediyor, gitmesi gereken benmişim şimdi daha iyi anlıyorum.
*****
Uyandığımda kendimi attan düşmüş gibi hissediyordum.
Duvar, tavan ve ben uzun ama boş kesişmelerle romantizm yaptık.
Rüyayı slow motion bir daha, bir daha yaşadım.
Uyuyor muyum, uyanık mıyım, uyur gezer, beşer şaşar mıyım anlamadım.
Gökten 3 elma düşmüş, üçü de beynimin cuk diye üzerine düşmüş gibi andavallaşmıştım.
*****
Rüyalar müyalar iyi güzel de, bu çatlak özlem bana fena kafayı taktı.
Oyunun sonunda kim perde diyecek, kim ayakta alkışlanacak merakla bekliyoruz!
Ve "the end" müziği olarak sizi Selami Şahin'in meşhuuurrr şarkısıyla başbaşa bırakıyoruz!!!

Nes, the Avarel!

Yazı Tarihi: 26 Haziran 2010

20 Haziran 2010 Pazar

21 Haziran'a ÖZEL YILIN EN UZUN GÜNÜ KAMPANYASI !!!

21 Haziran yılın en uzun günü, üstelik bu sene Pazartesi. Gün bitsin, enerjiniz bitmesin :)

1 adet Arı Sütü, Polen, Propolis, Kestane Balı ya da
1 adet Arı Sütü, Polen, Kestane Balı ya da
1 adet Arı Sütü, Polen, Yayla Balı alana

1 adet POLEN HEDİYE!!!

Yok POLEN istemiyorum diyorsanız yukarıda belirtilen kampanya ürünlerinden
2 adet alın,
1 adet GEVEN BALI
'nı HEDİYE'sine terfi edin!!!

Arı sütü, propolis, polen ve %100 doğal kestane balımızdan oluşan karışımımız bakın nelere iyi gelmektedir;

Arı sütü;

  • Kanser, kalp-damar sistemi zayıflıkları ve astım gibi çeşitli hastalıklarda bağışıklık sistemini güçlendirme, vücudun direncini arttırma, metabolizmayı düzenleme, hücre yenilenmesini sağlama etkileri vardır.
  • Kemoterapi ve radyoterapinin güçlü yan etkilerine karşı beden direncini arttırır.
  • Alzheimer ile mücadelede etkin bir destektir. Hafızayı ve zekayı güçlendirir, unutkanlığı giderir.
  • Damarları açar, damar tıkanıklığını önler. Tansiyonu düzenler.
  • Kolesterol seviyesini kontrol altında tutar.
  • Sindirim sistemi rahatsızlıkları, reflü ve ülsere iyi gelir. Hazmı kolaylaştırır, kabızlığı önler. 
  • Organizmayı gençleştirir, hücre yenilenmesini hızlandırır ve tetikler.
  • Sara(epilepsi) hastaları için şifa kaynağıdır.
  • Diabetlilerin, düzenli almaları halinde insülin kullanımını yarı yarıya kadar azaltabildiği gözlemlenmiştir.
  • Çoğu romatizmal sorunlara, kansızlığa(anemi) ve çeşitli göz hastalıklarına karşı etkilidir. 
  • Doğal ve güçlü antidepresandır. Zayıflamış sinir sistemine olumlu etkileri vardır.
  • Saç dökülmelerini ve saç sorunlarını önemli ölçüde giderir.
  • Antibakteriyel etkiye sahiptir.
  • Alerjilere iyi gelir.
  • Yoğun antibiyotik kullananları destekleyici besin olarak takviye eder.
  • Uyku düzensizliğini giderir.
  • Diyetlerde, içeriğindeki zindelik veren özel maddeler sebebiyle vücut direncini arttırarak dengeli bir beslenme sağlar.
  • Viral hastalıklara karşı direnç sağlar.
  • Yüksek oranda protein, vitamin, mineral madde içerdiğinden besleyici değeri büyüktür.
  • Kemik ve kas kuvvetsizlikleri ve iştah arttırmada olumlu etkileri vardır.
Propolis:

  • Anti-kanser, anti-oksidan, anti-mikrobiyal, anti-romatizmal, anti-viral, anti-astımatik, anti-inflamatory, anti-diabetik, anti-tümoral aktivite, yara kapama ve doku tamir etkileri, deri enfeksiyonları, anestezik, sindirim, bağışıklık ve kalp-damar sistemlerine olumlu etkileri bulunmaktadır.
  • Ağır enfeksiyonlar ve kanserle mücadelede etkindir.
  • Tümörlü hücrelerin küçülmesinde etkilidir.
  • Faranjit, kronik bronşit, astım, nezle ve benzeri solunum yolu rahatsızlıklarında, kulak enfeksiyonlarında, genel ağız, burun, gırtlak sağlığı için suya damlatılan propolis ekstraktında deva bulunur.
  • Akciğer, karaciğer ve yüksek kan basıncı rahatsızlıklarında iyileştirici etkisi bulunur.
  • Diş ve diş eti rahatsızlıkları, ağız içi iltihap, yaralar, apseler, aftlar ve ağız kokusuna iyi gelir.
  • Sedef hastalığına doğrudan iyi gelir.
  • Yaraların iyileşmesini 4 kata kadar hızlandırır.
  • Deri mantarları ve zararlı bakterileri durdurur. İyileşmeyen yanıklarda, influenza ve herpeste iyileştirici etkisi vardır. Doku yenileyicidir.
  • Bağırsak paraziti, ülser, mide iltihabı gibi sindirim sistemi rahatsızlıklarına iyi gelir.
  • Giardi ve kolitte, servikal ve üriner sistem rahatsızlıklarında etkilidir.
  • 100 kata kadar antibiyotik etki içerdiği tesbit edilmiştir.
  • Kılcal damarların geçirgenliğini azaltır. Kapillar damarları güçlendirir.
  • Tüberküloza denenmiş devadır.
  • Ateş düşürücüdür.
  • Gastrik ülserin iyileştirilmesini sağlar.
  • Şampuana katıldığında saç sağlığına ve kepeğe karşı iyi gelir.
Polen:

  • Polen hastalıktan kalkanları kısa sürede eski enerji ve canlılığına kavuşturan bir kuvvet şurubudur.
  • Kansızlığın(anemi) giderilmesine yardımcı olur: alyuvar sayısını %25-30, hemoglobini %15 oranında yükseltir. Bir ay süre ile her gün bir tatlı kaşığı polen yedirilen bünyelerdeki alyuvarların milimetre küpte 500.000 arttığı gözlemlenmiştir.
  • Polende bulunan aminoasitler saçın gelişmesinde önemli rol oynar ve saçın dökülmesini önler.
  • Prostat hastalarında iyileştirici rol oynar.
  • Kabızlığı ve bağırsak mikroplarını ortadan kaldırır, inatçı ishalleri tedavi eder.
  • Görme ve düşünme yeteneklerini arttırır.
  • Sinirliliği ortadan kaldırır ve rahatlatır.
  • Aç karnına alındığında zayıflamaya, tok karnına alındığında kilo alımına yardımcı olur. 
Üstelik 50TL ve üzeri tüm kargo gönderimleri ÜCRETSİZ!

* Özel indirimler, fırsatlar, hediyeler, kampanyalar ve bizden haberler için sitemize
üye olmanız yeterli.
Ayrıca NeVital Facebook ve Twitter'da:
http://www.facebook.com/group.php?gid=103482749689796&ref=ts#!/group.php?gid=103482749689796&ref=ts
http://twitter.com/NeVital

18 Haziran 2010 Cuma

Özlemsiz kalın

Bir zamanlar sevgilisiydi.
Sonra kocası oldu.
Sonra boşandığı eski kocası, sonra yine sevgilisi, şimdilerdeyse kanlı bıçaklı düşmanı.
Dikkatinizi çektiyse "şimdilerde" dedim çünkü eminim 3-5 güne bu durum yine değişecek.
Birbirini yiyen, bitiren, tüketen bir ilişki onlarınki...
Birbirlerinin kafasını gözünü yarıyorlar, itiş-kakış, yüksek gerilim hattı asla bitmiyor, hani "kavgada bile söylenmez" denilen laflar var ya onların bini bi para havalarda uçuşuyor, birbirlerine bela okumalar, beddualar, kapı, duvar, cam, çerçeve aşağıya indirerek, bir daha asla birbirlerinin yüzünü görmeyeceklerini söyleyerek, "seni arayan senin gibi olsun" diye bağırarak olay yerini terketmeler....
*****
En kro ev pijamalarımı giymiş, makyajımı silmiş, yorgunluktan yastığa 5 kala uyuyacağımı düşünerek yatağa girdim ki midemde bir yanma başladı.
Yanma sancıyla birleşti.
Bu sancı göğüs kafesimi daralttı. Daha iyi nefes alabilmek için doğruldum, yastığı sırtıma koyup bağdaş kurarak oturmaya çalıştım.
Sonra birden bire öyle şiddetli ağlamaya başladım ki tüm vücudumun titremesine engel olamadım.
Telefonu elime aldım ve "sana geliyorum" diye mesaj attım.
Sanırım gecenin 3'ü falandı. Pijamalarımın üzerine montumu giydim ve gittim.
10 dakika sonra birbirimize sarılmış ikimiz de hüngür hüngür ağlıyorduk.
.... dedi....
*****
Seni o kadar çok özlüyorum ki geberiyorum.
Geberiyorum ya işte bildiğin geberiyorum, dayanamıyorum.
Bu şehirde, bu ülkede sensiz nefes alamıyorum sürekli yurtdışındayım.
... demiş...
*****
Rezil bir durum: önce Külhanbeyi kesilip birbirinin gözünü patlatıyorsun sonra ağlaya zırlayana seni özlemekten geberiyorum, sensiz nefes alamıyorum diyorsun.
... diyeceğimi sanıyorsanız beni hiç tanımamışsınız demektir.
Sıkmayın canınızı ben darılmam.
Özlemekten tüm damarlarım kavrulup derimin üzerine doğru patlayınca, beyin sıvılarım saçlarımdan aşağılara akınca, midemdeki kezzap bağırsaklarımla birlikte dışarı çıkınca, gözlerimdeki ferler ilelebet beni terk edip kulaklarımdan firar edince, kalbim sandığım şey simsiyah bir taşa dönüşünce siz beni az da olsa tanımış olacaksınız...
İşte o zaman ben size ne diyeceğim biliyor musunuz?
"Onlar özlemlerini ifade etmenin yolunu bulmuşlardı, ben bulamadım"

Özlemsiz kalın...

Not: Bu yazımı yazdıktan hemen sonra radyoda "Pinhani- Zaman Beklemez" şarkısı çaldı. Hani bu yazıyı sesli okusak ve arkaya fon müziği koymaya kalsak daha damar bir şarkı bulamazdık. Yüreğiniz sağlamsa buyrun dinleyin, değilse bunu benden duymuş olmayın.
Öptüm

Nes, the Pinhani
Yazı Tarihi: 18 Haziran 2010

16 Haziran 2010 Çarşamba

NeVital'in Babalar Günü Kampanyası

http://www.nevital.com/tr/kampanyalar.asp

NEVİTAL'İN BABALAR GÜNÜ KAMPANYASI (15-21 HAZİRAN 2010)

Dünyaları önüme serseler bir nefesine değişmem,
Dünyaları önüne serebilsem sana verebileceğim bir nefese denk düşmem.
Ömrün uzun, günlerin sağlıklı olsun BABAM, iyi ki varsın.
Bu sene babamıza gömlek ya da cüzdandan daha değerli bir hediye verelim.
Çünkü hayat nefes, hayat nefis...
Arı Sütü, Polen, Propolis ve Kestane Balının doğadan gelen mucizevi güçlerini siz de BABA'nıza hediye edin.

 Arı sütü, propolis, polen ve %100 doğal kestane balımızdan oluşan karışımımız bakın nelere iyi gelmektedir;

Arı sütü;

  • Kanser, kalp-damar sistemi zayıflıkları ve astım gibi çeşitli hastalıklarda bağışıklık sistemini güçlendirme, vücudun direncini arttırma, metabolizmayı düzenleme, hücre yenilenmesini sağlama etkileri vardır.
  • Kemoterapi ve radyoterapinin güçlü yan etkilerine karşı beden direncini arttırır.
  • Alzheimer ile mücadelede etkin bir destektir. Hafızayı ve zekayı güçlendirir, unutkanlığı giderir.
  • Damarları açar, damar tıkanıklığını önler. Tansiyonu düzenler.
  • Kolesterol seviyesini kontrol altında tutar.
  • Sindirim sistemi rahatsızlıkları, reflü ve ülsere iyi gelir. Hazmı kolaylaştırır, kabızlığı önler. 
  • Organizmayı gençleştirir, hücre yenilenmesini hızlandırır ve tetikler.
  • Sara(epilepsi) hastaları için şifa kaynağıdır.
  • Diabetlilerin, düzenli almaları halinde insülin kullanımını yarı yarıya kadar azaltabildiği gözlemlenmiştir.
  • Çoğu romatizmal sorunlara, kansızlığa(anemi) ve çeşitli göz hastalıklarına karşı etkilidir. 
  • Doğal ve güçlü antidepresandır. Zayıflamış sinir sistemine olumlu etkileri vardır.
  • Saç dökülmelerini ve saç sorunlarını önemli ölçüde giderir.
  • Antibakteriyel etkiye sahiptir.
  • Alerjilere iyi gelir.
  • Yoğun antibiyotik kullananları destekleyici besin olarak takviye eder.
  • Uyku düzensizliğini giderir.
  • Diyetlerde, içeriğindeki zindelik veren özel maddeler sebebiyle vücut direncini arttırarak dengeli bir beslenme sağlar.
  • Viral hastalıklara karşı direnç sağlar.
  • Yüksek oranda protein, vitamin, mineral madde içerdiğinden besleyici değeri büyüktür.
  • Kemik ve kas kuvvetsizlikleri ve iştah arttırmada olumlu etkileri vardır.
Propolis:

  • Anti-kanser, anti-oksidan, anti-mikrobiyal, anti-romatizmal, anti-viral, anti-astımatik, anti-inflamatory, anti-diabetik, anti-tümoral aktivite, yara kapama ve doku tamir etkileri, deri enfeksiyonları, anestezik, sindirim, bağışıklık ve kalp-damar sistemlerine olumlu etkileri bulunmaktadır.
  • Ağır enfeksiyonlar ve kanserle mücadelede etkindir.
  • Tümörlü hücrelerin küçülmesinde etkilidir.
  • Faranjit, kronik bronşit, astım, nezle ve benzeri solunum yolu rahatsızlıklarında, kulak enfeksiyonlarında, genel ağız, burun, gırtlak sağlığı için suya damlatılan propolis ekstraktında deva bulunur.
  • Akciğer, karaciğer ve yüksek kan basıncı rahatsızlıklarında iyileştirici etkisi bulunur.
  • Diş ve diş eti rahatsızlıkları, ağız içi iltihap, yaralar, apseler, aftlar ve ağız kokusuna iyi gelir.
  • Sedef hastalığına doğrudan iyi gelir.
  • Yaraların iyileşmesini 4 kata kadar hızlandırır.
  • Deri mantarları ve zararlı bakterileri durdurur. İyileşmeyen yanıklarda, influenza ve herpeste iyileştirici etkisi vardır. Doku yenileyicidir.
  • Bağırsak paraziti, ülser, mide iltihabı gibi sindirim sistemi rahatsızlıklarına iyi gelir.
  • Giardi ve kolitte, servikal ve üriner sistem rahatsızlıklarında etkilidir.
  • 100 kata kadar antibiyotik etki içerdiği tesbit edilmiştir.
  • Kılcal damarların geçirgenliğini azaltır. Kapillar damarları güçlendirir.
  • Tüberküloza denenmiş devadır.
  • Ateş düşürücüdür.
  • Gastrik ülserin iyileştirilmesini sağlar.
  • Şampuana katıldığında saç sağlığına ve kepeğe karşı iyi gelir.
Polen:

  • Polen hastalıktan kalkanları kısa sürede eski enerji ve canlılığına kavuşturan bir kuvvet şurubudur.
  • Kansızlığın(anemi) giderilmesine yardımcı olur: alyuvar sayısını %25-30, hemoglobini %15 oranında yükseltir. Bir ay süre ile her gün bir tatlı kaşığı polen yedirilen bünyelerdeki alyuvarların milimetre küpte 500.000 arttığı gözlemlenmiştir.
  • Polende bulunan aminoasitler saçın gelişmesinde önemli rol oynar ve saçın dökülmesini önler.
  • Prostat hastalarında iyileştirici rol oynar.
  • Kabızlığı ve bağırsak mikroplarını ortadan kaldırır, inatçı ishalleri tedavi eder.
  • Görme ve düşünme yeteneklerini arttırır.
  • Sinirliliği ortadan kaldırır ve rahatlatır.
  • Aç karnına alındığında zayıflamaya, tok karnına alındığında kilo alımına yardımcı olur. 
NEVİTAL'in BABALAR GÜNÜ'ne ÖZEL KAMPANYASI:
2 adet Arı Sütü, Polen, Propolis ve Kestane Balı karışımı veya
2 adet Kişiye Özel Karışım alana
1 adet %100 doğal GEVEN Balı NeVital'in BABALARIMIZA HEDİYESİ!


Üstelik 50TL ve üzeri tüm kargo gönderimleri ÜCRETSİZ!


www.NeVital.com

13 Haziran 2010 Pazar

Niye, niye, niye ve niye???!

Sakin...
Tamam yok bişeyin, iyisin.
Nefes al, nefes al, kasma kendini.
Burnundan al, ağzından yavaşça üfle.
Nefesine konsantre ol.
Tamam ben yanındayım, bak iyisin, ben tutuyorum seni, sıkı tutuyorum merak etme.
Bir yudum su vereyim mi, içebilecek misin?
Hadi arala ağzını, tamaamm oldu işteee.
Şimdi de seni yavaşça yatıracağım bu kanepeye tamam mı, ben sırtından tutuyorum sen bana bırak kendini. Tamaamm güzel şimdi de ayaklarını kaldırıp altına yastık koyacağım.
Oldu işte, tamam, hadi nefes ver, nefes verrr, sıkma kendini, rahat bırak.
Şimdi geçecek, şimdi geçecek, bak geçiyor bile...
Güzel şimdi hemen gidip camı açıyorum, hava girsin içeri, daha iyi hissedeceksin.
Evet camı da açtım.
Hadi temiz hava çek içine.
Daha iyisin bak gördün mü?
Telefonum içerde.
Gidip ambulans çağıracağım hemen tamam mı?
Hayır mı, istemiyor musun? O zaman Dr.Ahmet Zileli'yi arayacağım, o gelir hemen, hem evi çok yakın.
Bak düzeliyorsun işte, daha iyisin, hadi bi yudum su daha al, eveettt...
*****
Pankreas kanseriyle yorucu bir mücadelenin içindeyiz.
Çok erken teşhise rağmen 1,5 senedir yorucu, hırpalayıcı, kan emici bu savaşta hep 1 adım ileri 2 adım geri debelenip duruyoruz.
Duygularımla yüzleşirsem başedemeyeceğimi bildiğimden bu kısmı pas geçiyorum.
Bu süreçte tüm gayretimle soğukkanlılığımı, kontrolümü kaybetmemeye çalışıyorum.
****
Yukarıda anlattığım gibi ağrı şokları fazlalaşmaya başladı.
Ne zaman tutacağı hiç belli olmuyor.
Ne kadar süreceği de...
Annemin dediğine göre o kadar şiddetli bir ağrı saplanıyormuş ki kalbine baskı yapıyormuş, bu da kalp krizi geçiriyor hissi veriyormuş.
*****
Aylarca "niye" diye sormuştum.
Niye çok sevdiğim babamı hayat bütün olağanlığıyla devam ederken 1 saniye içinde bizlerden aldığını.
Niye ona veda edemediğimi?
Niye onu son kez göremediğimi?
Niye onun sesini son kez duyduğumda sorduğum şeyin yemekte ne yediği gibi salakça bir soru olduğunu.
Niye benimle aynı şehirde değilken,
Niye ben yanında değilken
Niye daha yaşlanmayı beklemeden, gencecikken
Niye en çok istediği şey olan benim evlendiğimi, torunlarını görmeden,
Niye bana sarılmadan
Niye bana gideceğini söylemeden
Niye benim ona daha bu kadar çok ihtiyacım varken
Niye aylar sonra onunla ilgili bir toplantıya katıldığımda arkadaşlarından birinin "baban nerelerde kızım aylardır onu görmüyorum" diye soruşunda hıçkırıklara boğulurken
Niye, niye, niye...
*****
Şimdi; yanıbaşımda pankreas kanseriyle mücadele eden annemi gördükçe anlıyorum niyesini.
2 büyüğün büyüğü ameliyat, aylarca hastanede yatma, aylarca süren ağır kemoterapi, yapılan yüzlerce belki de binlerce tahlil, aldığı radyasyon, çekilen onlarca pet, mr, tomografi, ultrason, doppler, yüzlerce damar yolu bulma daha doğrusu deşerek açma işlemi, içilen sayısız ilaç, vitamin, sebze kökü, ıvır zıvır, hiç bitmeyen bulantılar, öğürtüler, kusmalar, iştahsızlıklar, saç dökülmeleri sonra geri gelen saçlar, hızla giden onca kilo ve sonra bir daha hiç geri gelemeyen onca kilonun zayıf bıraktığı bünye.
Hayata tutunmak, kanseri yenmek, umuda yolculuk falan deniliyor ya.
Bu uğurda yapılan onca plan...
Sanki yarın iyileşecek, ayağa kalkacak ve dünyanın taaa öbür ucuna tatile gidebilecekmiş gibi.
Kim kime rol yapıyor çaktırmadan planlara devam etmek.
Yatağından mutfağa yürüyebilsin de Avusturalya'ya elbette gider.
Bu çabalar içindeyken gelen davetsiz ağrı şokları var ya işte onlar adamı düpedüz ters yüz ediyor.
Soğukkanlı kalıyorsun, yapılması gerekenleri yapıyorsun, hem ona hem aklına mukayet olup durumu kontrol altında tutuyorsun.
...da...
herşey bitip gece yatağına girdiğinde yaşanlar etlerini bıçak gibi kesiyor.
Taş yutmuş gibi oluyorsun, kahrolup kahrolup boğazındaki ilmikle nefes almaya çalışıyorsun.
Sonra anlıyorsun "niye" olduğunu.
Niye babamın vedasız gittiğini...
*****
Hadi sessizce dağılalım şimdi.
Onca badireyi vakurla atlattık şimdi sizin karşınızda ağlatmayın beni :(

Nes, çok özleyen

Sex&The City 2

Elimde değil, durduramıyorum.
Değiştiremiyorum.
Değiştiremediğimi gördükçe durdarabileceğim duygusundan gitgide uzaklaşıyorum.
Bir tek uyumak iyi geliyor.
Çünkü uyuyunca kopuyorum.
Herşeyden, herkesten, gerçeklerden.
Beynim uçuyooorrr, gidiyooor...
Sahi nereye gidiyor acaba?
Üstelik görüyorum, duyuyorum, nefes alıyorum ve konuşuyorum.
Yani ben varım. Ben, benim.
Ama o ben, gerçek ben değilim.
Tatlı bir ağırlık var üzerimde.
Başka yerde, başka zamanda, başka ruhtayım belki de...
Tamam kabus, karabasan, terin kanın içinde uyanma kısmı hoş değil ama olsun onlardan sonra uyanınca zaten farklı bir dünyada olmadığımı algılıyorum.

*****
Aylardan sonra sinemaya gittim bugün. Aylardır yapmadığım yüzlerce aktiviteden biri.
Aslında "Sex and the City2"yi göresim bile yoktu...ama hayata dair birşeyler yapmak istedim sanırım. Normal insanlar gibi sinemaya gitmek... kafamı hiçbir şeye yormadan, konuşacak taakati zorla toplamaya çalışmadan, sosyalleşmeden sosyalleşerek kendimi normal hissetmeye zorladım.
Film fazlasıyla vasattı. Sıradan, sıkıcı, sürükleyicilikten, eğlenceden fersah fersah uzak. Gitmiyor, akmıyor, konu yok, tek konu meşhur dörtlünün Abu Dabi'ye gitmesi.
Filmi benim için izlenebilir kılmaya değer birşeyler bulmaya çalıştım; çoktan kafayı taktığım; yerlere kadar uzun, etekleri uçuşan, hafif ve harika renklerdeki elbiseler geçer not aldı.
Tüm elbiselerde doğu motifleri vardı ve bu filme renk katmıştı ama o meşhur topuklu ayakkabıları çölde bile giymeleri komediden öte birşey değildi.
Bir Cumartesi akşamüstü, güneşli ve sıcak havada insanların sinemaya gelmekten daha iyi işleri olduğu için koca salon 10 kişiden fazla değildi.
En güzeli de bu oldu; karanlık bile olsa 10 kişiden fazla insanı birarada görmek fazla gelirdi bana...
Ezcümle: Filme gidin ya da gitmeyin diye tavsiye bekliyorsanız eğer bi yukardaki cümlemi tekrar okuyun. Benimle aynı psikolojideyseniz buyrun yoksa zaten yapacak çoook işiniz var demektir.

A bu arada ilk paragrafın konumuzla alakası da bu "10 kişi" muhabbetinde saklı zaten arif olan anladı;)

Nes, the away

Yazı tarihi: 13 Haziran 2010