31 Aralık 2010 Cuma

Veda Mektubu!

Vaayyy be, demek nihayetinde 2010'un son gününe geldik.
Bunu kaç kere daha kendi kendime söylesem, kaç kere daha sağa sola yazsam ve kaç kere daha takvimin önünde "31 Aralık" tarihini şaşı olacak kadar burnumun dibine soksam idrak edebilirim bilemiyorum.
2010 kadar sert rüzgarlı bir senenin bitmesi, hiç ölmeyeceğini sandığın süper güç birinin ölümünü bir türlü kabullenememek gibi birşey.
Bu yıl biterken tahminimin aksine çılgın bir mutluluktan ziyade mat bir donukluk şu an hissettiğim duygu.
*****
Daha önce de yıl sonu bilançoları çıkartmış; kiminde geldiğim hallere kahkahalarla gülmüş, kiminde kafama kafama vurmuş, kimi zaman kendime yaldızlı aferinler çekmiş, bazı bazı da olduğu an "niyesine" hiç anlam veremediğim olayların kuşbakışı görünüşüyle şaşkınlıklar içinde kalmıştım.
Şimdi bu yıl yapacağım hangi bilançonun kudreti yaşadıklarımın kar-zarar tablosunu çıkartmaya yetebilir, işte bu koca bir muamma.
*****
2010'a İstanbul'da girdik. Annem, abim, yengem ve yeğenlerim. O ve çocuklar hariç biliyorduk bunun son yılbaşımız olduğunu.
Eğlenir gibi yaptık, mutluymuşuz gibi güldük, ortalık süt-limanmış gibi davrandık, bu yıl herşeyin güzel olacağına inanır gibi gözüktük.
Normal olmaya çalışmanın anormalliğiydi yaşadığımız.
Yaşamındaki son yeni yıl kutlamasını yapan birine bunu hissettirmemek için elimizden gelen tüm maharetlerimizi sergiledik.
12'de ona sarılırken yutkunduk, içerlere gidip gözyaşlarımızı sildik ve durumu bilen biz üçümüz hiç gözgöze gelmemeye çalıştık.
Çocukların olan bitenden haberdar olmayan saf hallerine sığındık.
Babaannelerinin yaptığı en favori "tırtıl kurabiyelerini" yerken yaşadıkları mutluluğun maskesini aldık yüzümüze taktık.
*****
Ocak, Şubat ve Mart tahliller, MR'lar, pet ct'ler, tomografiler, ultrasonlar, dopplerler, kan sayımları, ilaçlar, vitaminler, iğneler, ağrı kesiciler, hastaneler, laboratuarlar, doktor muayeneleri ve sonuç beklemelerle geçti.
Kalbimiz ağzımızda, her sonuç bekleme sürecinde uykusuz, yeme-içmeden kesilerek ve tabii ki sürekli herşey normalmiş gibi davranarak...
Çıkan her bir kelimelik sonucu daha iyi anlayabilmek için tıbbıyeyi bitirebilecek kadar okuyup, araştırıp, soruşturarak...
Yurtdışında yaşayan abimler orada, ben Ankara'da bir dediğini iki etmedik annemizin; planlar yaptık, hayaller kurduk, meşgaleler bulduk, alıp her istediği yere götürdük, bir damla fazla su içebilsin, bir lokma fazla yemek yiyebilsin diye dünyaları önüne serdik, tüm olmazları oldurduk ömrüne fazladan sadece bir gün bile olsa katabileceğimiz umuduyla...
*****
Nisan gibi annemin hastalığına iyi gelebilecek birşey buldum. Daha doğrusu Allah karşıma çıkarttı, yolumu açtı.
Onkoloğumuzun onay ve tavsiyesiyle "arı sütü& propolis" yemeye başladı.
O an nereden bilebilirdim bunun yıllardır hayalini kurduğum kendi işimi yapmanın kapılarını açacağına bana.
Ve aynı zamanda hayatıma muhteşem bir aile sokacağını...
Onları kendi ailem yerine koyacağımı, böylesine yakın hissedeceğimi.
Annem hastalığı sebebiyle günden güne bu hayattan uzaklaşırken benim hayatıma mükemmel insanlar ve mükemmel bir iş getirmişti.
Bana Selçuk Solmaz, Serpil Solmaz, Melis Solmaz ve Melih Solmaz gibi dört harika insanı ve yapmaktan sonsuz mutluluk duyduğum işim "NeVital"i (http://www.nevital.com/) hediye etmişti.
Mayıs'da işimi kurdum. Binbir parçaya bölünerek.
Ankara, İstanbul, hastaneler, ev, eczaneler, medikallerle birlikte muhasebeciler, noterler, matbaalar, web designer'lar ve sabahlara kadar süren çalışmalarım arasında binbir parçaya bölünerek.
Hepsine değdi.
Anneme ışık oldum.
Ben bu işi kurunca gözlerindeki gururu, mutluluğu, sevinci gördüm. Dünyalar benim oldu.
O sevinç bölündüğüm her parçamı topladı, yapıştırdı ve beni eskisinden daha güçlü kıldı.
*****
O sıralardı yanlış hatırlamıyorsam yıllarr, yılllaaar önce izini kaybettiğim birini buldum.
Benim için çok değerli, çok başka biri.
Geçmişimdeki güzel şeylerden biri.
Güzel olarak kalabilen şeylerden biri.
Tamam geçmişi, geçmişte bırakmaya çalışıyorum. Günü yaşayıp, yarını düşünmek istiyorum.
Ve fakat güvende hissetmek için, iyi olmak için, yarına umut taşıyabilmek için geçmişimden getireceğim iyi bir şeylere ihtiyacım var.
Yeniden doğabilmek için, kendimi bulmak için...
Bir sığınağa,
Tutunmaya,
Ne yaparsam yapayım "eksik" olan o yanımı tamamlayacak bir şeye,
Kaygan olmayan bir zemine...
İçimdeki fırtınaları sakinleştiren birine...
*****
Baharla birlikte ben de yeniden güneşi görmeye başlarken...
Mayıs ortaları gibi olan oldu.
Kaçış yoktu.
Artık o lanet olası tünele girmiştik.
Ucunda ışık olmayan dar, karanlık, havasız, kesif ve ölüm kokan tünele...
Adım adım daha derine, daha çıkmaza, daha zifiri karanlığa...
*****
29 Temmuz 2010'da, Ankara'da saat 18:55'te bir elini ben, diğer elini ağabeyim tutup, saçlarını okşarken ve kulağına kelime-i şahadet getirirken sonsuzluğa uğurladık annemi.
Tansiyonu, nabzı, kalp atışları ve nefesi gözümüzün önünde o kadar drastik bir hızla düşmeseydi asla bırakamazdım onu, inanamazdım gittiğine, bilemezdim o an ölümü gördüğümü.
*****
Etraftaki herşey sessiz.
Upuzun servi ağaçlarının buz mavisi göklere giden başları arasında süzülen martı sesleri.
Bir tek onların sesi duyuluyor.
Dünya ağır çekim dönüyor.
Sadece gökyüzü görünen, o da hep dönüyor, dönüyor ve dönüyor.
*****
Şubat 2009- 29 Temmuz 2010 arasında yaşadığım bu zorlu süreçte teşekkür edeceğim o kadar çok insan, o kadar çok olay, o kadar çok hayat tecrübesi var ki...
Daha önce hiç bilmediğim duyguları, yaşanmışlıkları verdiler onlar bana.
Kimileri sadece iyi günümde yanımdalarmış, bunu gösterdikleri için teşekkür ederim onlara.
Kötü günümde yanımda olan birçok olağanüstü insan beni sonsuz özveri, sabır, anlayış ve şefkatle desteklediler, boyunlarına sarılıp ağlamak istiyorum.
"Dostluk" ne demekmiş, her zerresini bana tanıtanlar oldu.
Onlar, dizlerimin dermanı kalmadığında bacaklarım, nefesimin dermanı kalmadığında soluğum oldular. Ve ben ömrüm boyunca alacağım her nefeste onların tırnaklarına taş değmemesi için hep dua edeceğim.

Ayrı bir boyuta geçtim bu süreçte; ölümle yaşam arasında sıkışmış birçok insan tanıdım.
Bir adım öteleri yok, bir adım gerileri bir daha hiç gelmeyecek. Çürümüş ruhlar, çürümüş bedenler, erimiş kemikler gördüm. Kimisinin gözünde ölümü kabulleniş, kimisinde isyan, kimisinde "neden ben", çoğunda acı, çaresizlik ve ümitsizlik, pek azındaysa "ölüm ben sana meydan okuyorum kabadayılığı" vardı.
Bu dünyada çalışan doktorlar, cerrahlar, hemşireler, hastabakıcılar, teknisyenler, garsonlar, oda temizleyicileri tanıdım. Birçoğunu çok yakından...
Bu uğurda verdikleri insanüstü mücadeleye şahit oldum. Tevazularına, zekalarına, fiziksel dayanıklılıklarına ve çizgi ötesi duruşlarına sınırsız bir saygı ve hayranlık besledim.
Böyle insanların da var olduğunu bilmenin yüksek ulviyetini hissettim.
Onları tanıyınca bir zamanlar herhangi bir sıfatla hayatıma aldığım insanların sığlığını derecelendirmeye tenezzül dahi etmedim.
*****
Yurtdışına gittim, orada bir yaşama ait oldum.
Yeni insanlar tanıdım, hepsi birbirinden farklı bambaşka karakterler girdi dünyama.
Hayata bakışımı, o hayattaki "beni" görüşümü, kafamdaki yargıları, ağır çekim giden hayatımı değiştirdiler.
Endişelerimi alıp huzuru verdiler bana. Geçmişim olmayan bir ülkede sükunetle tanıştırdılar beni. Dersimi aldım, sağlam adımlarla yoluma yürüyorum bu sayede. Sonsuz şükran gönderiyorum onlara.
*****
21 Ekim'de ilk kez annesiz bir doğumgünü geçirdim, feci koyuyormuş adama onu anladım.
Yeni birileriyle tanıştım, onları tanıdığım için kendimi muazzam şanslı hissettiğim.
Uzundur uzak kaldığım hayatı yakalamaya çalıştım onlarla.
Gülmeye başladım, dolu dolu, uzun uzun sohbetler ettim, yanlarında güzelleştim, uçaktan inince "ben indim, iyiyim" demek için ilk onları aradım, kısa da sürse yeni hayatım oldu onlar bana.
Yenileyip beni, beni bana verdiler tekrardan.
*****
Biricik ağabeyime uzun süredir hayalini kurduğu birşeyi hediye ettim.
Ufak bir zeytinlikle doğumgününü kutladım. Bolluk ve bereket getirsin hanemize diye dileklerde bulundum.

Ve bir de kendime bir güzellik yaptım yılın sonuna doğru:
"Beyin kıvrımlarıma girdim" :)
Kendimi bildim bileli bir kedi fobim vardı, yendim onu. Kucağıma alıp sevmesem de henüz, olay tamamdır arkadaşlar, yıllarımı yiyen fobi, fobi olmaktan çıkmıştır, duyurulur.
Ben şimdi bu gazla kıvrımlarımın arasında temizlik yapa yapa ilerlemeye devam ediyorum, her an size de çarpabilirim amaaan dikkat!

2010 annemi aldı, canımı fazlasıyla yaktı ama öte yandan elimden tutup ayağa kaldırdı beni.
Kendime yeni bir hayat kurdum, kurmaya da devam ediyorum.
Başka zamanlara ertelediğim herşey için aksiyona geçme zamanı şimdidir, beni durduracak hiçbir şey kalmamıştır, 2011 sana önemle duyurulur.

Dilerim ki 2011'de hepimizin tüm istedikleri gerçekleşsin.Ve hatta herşey istediğimizden de iyi olsun!
Çünkü bazen yeterince istemezmiş insan kendisi için.

Huzurlarınızdan ayrılırken söyleyeceğim son söz... 2010, sana teşekkür ederim...


Hepinize iyi seneler!

Nes, the yeni caramel

Yazı tarihi: 31 Aralık 2010

Not: Böylesine duygu alaboraları yaşadığım ve birçok yeni insanla tanıştığım bir senede isimlerini buraya yazamadığım kişiler mutlaka olacaktır. Onların her birinden ayrı ayrı şimdiden özür dilerim.
Bilmelerini isterim ki onlar ömrüm boyunca benim en özel kuytularımda ve derinlerimde olacaklar.
Allah'ın selameti üzerinizde olsun...

Alper Tunga Kılıç, Alev Hiçsönmez Kılıç, Akdeniz Hiçsönmez, Tülin Hiçsönmez, Enis Çorapçı, Işık Hiçsönmez Çorapçı, Prof. Dr. Akgün Hiçsönmez, Prof. Dr. Gönül Hiçsönmez.
Prof. Dr. Ahmet Zileli, Prof. Dr. Aytuğ Üner, Prof. Dr.Yıldıray Yüzer, Prof. Dr.Yaman Tokat, Prof. Dr. Sadık Ersöz, Op.Dr. Onur Yaprak, Opr.Dr. Tolga Demirbaş, Opr.Dr. Derya Selamoğlu, Florence Nightingale Çağlayan Hastanesi 2010 hemşirelerinden Dilek ve Hanzey hemşire, Ankara Düzen Laboratuarı Hemşirelerinden Suzan hemşire, Ankara Parkmed Kliniği'den Gülsüm hemşire ve çalışanları, Ankara Köroğlu Eczanesi eczacıları Koray Bey ve Barış Bey.
Selçuk Solmaz, Serpil Solmaz, Melis Solmaz, Melih Fer Solmaz, Aynur Seskir, Şebnem Kaya Sal, Yalçın Sal, Hülya Erbilgin McDonough, Aslıhan Kuyumcuoğlu Çavuşoğlu, Tuğba Tünaydın, Burçak Bayraktar, Demet Bayraktar, Namık Bayraktar, Ülkü Bayraktar, Hande Turan, Balim İpek Erol, Aykut Ergezer, Gamze Ergezer, Ece Akgöl, Prof. Dr.Caner Durucan, Levent Peksu, Melek Peksu, Cenk Karlıtepe, Gökhan Kont, Şirin Kont, Sabine Müstecaplıoğlu, Yasemin Cicu, Banu Suman Bannwart, Lale Suman Koch, Dilek Mankır, Ayten Bolpaça, Cemile Bayraktar, Erdoğan Bayraktar, Tuğba Cansu, Eşref Yıkılmaz, Aybora Ayaz, Gonca Cengiz, Attila İşcen, Kemal Özen, Pınar Çebi Wilber, Ulca Süngü Misset, Kıymet Özyurt, Zafer Bulutçu, Tayfun Kazazoğlu, Sibel Aba, Yurdagül..., Yaşare Özcan, Hilal Özcan, Bilgin Akın.

30 Aralık 2010 Perşembe

365 gün canım, hayatımın tamamısın- Ertuğrul Özkök

Yeni bir yıla ve yeni bir aşka yelken açmama bu kadar yaklaştığımız bugünde sizi Ertuğrul'un Özkök'ün yazısıyla başbaşa bırakıyorum.
Kendi arz-u halimi yazmayı çok istesem de yetişemiyorum, 365 gün bana yetmiyor. Şimdilik bu yazıyı arayüz kabül edip idare edin lütfen.
En kısa sürede sizlere kavuşmak dileğiyle...

Arrivederci...

p.s. Yazıya bayıldım ama Kayahan'ın şarkısı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, bana BİLE fazla arabesk geldi:)
p.s.2. Konu yazıya ve şarkıya nasıl ulaşacağınızı artık biliyorsunuz; yazıdaki mavi kelimelerin üzerine gidip tıklamanız yeterli.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Dualitenin patladığı gündür o gün!

Sevgili arkadaşlarım, kardeşlerim, abilerim, ablalarım, pek muhterem ve aziiiiizzz din kardeşlerim, hatırşinas topraklarım,
benim çiftçim, benim sanayicim, benim öğretmenim, doktorum, avukatım,
benim bakkalım çakkalım, çakalım, perdecim, artistik ev aksesuarcım, akvaryum balıkcım, bankacım, kankacım, borsacım, inşaatcım, vitrifiyecim, mavi boncukcum,
call center agent'im, web designer'im, saç designer'im, stil danışmanım, diyetisyenim, börekcim yufkacım, şekercim lokumcum, devletlum, saraylum, dostum düşmanım;
Az sonra okuyacaklarınız idrak ettiğimiz mübarek yılbaşı arifesinde canınızı sıkabilir, tepenizi attırabilir, uykularınızı kaçırıp, dudağınızda uçuklar, alnınızın şakında sivilceler çıkartabilir, sırtınızda alerjiler kabartıp, midenizi kramplara gark edebilir.
Lakin yazmasaydım bendenizin aynı semptomlara maruz kalma olasılığı çok yüksekti.
E, insanoğlu çiğ süt emmiş, kendim yanacağıma attım sizi ateşlere.
Allah yardımcınız olsun, hadi hazırsanız başlayalım yazıya...
*****
Çok değil 3 gün/gece sonra bu yılı bitirerek maytaplar eşliğinde 2011'e kucak açacağız.
Ömrü hayatımda henüz ev dışı bir yerde hiç kutlama yapmadığımdan kutlama ritüelleri hakkında bir fikrim yok açıkçası.
Oluyordur elbet kaliteli, seviyeli, ayarında, keyifli kutlamalar bir yerlerde...
Lakin bendeki genel imaj şu şekilde;
Kendini kaybedecek kadar sarhoş olma durumları,
göbek göbeğe kıvırmalar,
içine kurt kaçmış gibi masa ve sandalye üstü tepin tepin tepinmeler,
pul paye şımşıkıdık elbiselerin üzerine deliliği tescilleyen çene altından lastikli huni şapkalar,
fürtleyince bir kurbağanın üzerine basıyor gibi garip sesler çıkaran, uzayan kısalan anti-sempatik dütdürüler,
her yerden çıkan tüylü tüylü sakil ötesi süsler,
hani o gün ömrünün son günüymüş gibi eğleniyor ya bu sebepten konuşma, bağırma, şarkı söyleme ve gülme efektlerinde bademcik ve küçük dil sergileme suretiyle limit aşımı testi yapmak,
Afrika'dan geliyor, ertesi gün geri gidecek ve tüm yıl orada kalacak gibi kulaklarından çıkana kadar yemek içmek, yemek içmek, yemek içmek vesaire vesaire...
Şimdi efenim, malumunuz bu durumlar tek başına yapılamaz.
Çünkü bunların hepsi abartı hallerdir ve kişi ancak sosyalleşince yani iki veya daha fazla kişi arasında olunca kantarın topuzunu kaçırmak maksadıyla Kantar ailesi görgüsüzlüğüne geçiş yapmaya sevdalanır.
Evde ya da dışarıda eş-dost, arkadaş, sevgili, karı-koca, anne-baba, kardeş-karındaş her kimse sevgi ve yakınlık derecesine göre Kantar ailesi kutlamalarına dahil edilir.
Gelelim işin trikli kısmına.
Bu denklemde en zavallı insancıklar "sevgililer"dir.
Sevgilinin Yılbaşı Kutlaması'na "gelmek istemiyorum" deme gibi bir şansı yoktur.
Diğer arkadaşlar, anne-baba, abla-enişte, konu-komşu eşleşmelerinden ne kadar hoşnut olduğu, bu geceyi bu zümrede ne kadar efendi yahut ne kadar kendi gibi zıptıkçı geçirebileceğini seçme şansı yoktur.
Yarabbim, tüm gece rezalet bir "kendinden başka herşey olma" esareti yaşanır.
Eğlenir gözükmek zorunda olan köle; tam sefalet...
Hadi öyle değil diyelim, ben yanlış biliyorum diyelim;
keyifler gıcır, kafalar kıyak, ortalık bundan iyisi Şam'da kayısı ve kulak memesi kıvamında diyelim, o zaman da yine kontrollü olup karizmayı çizdirmeme, hadi karizmayı da saldı diyelim bu sefer de sabaha kadar kafa klozetin içinde yeni yıla girme stresi içindedir mevzu bahis sefil sevgili.
Sıkıldınız mı bu geyikten?
Haklısınız, ben bile sıkıldım erkekçe.
Konuya ısıtmaya çalışıyorum sizi ve elimden bu kadarı geliyor n'apalım.
Söz size, yeni yılda daha çok incir çekirdeğini dolduran yazılar yazacağım.
Bu sene benim için ekstrem bir seneydi, bilenler biliyor.
Şu anda performansımın oldukça altında üretim yapabiliyorum, bunu da bilenler biliyor.
*****
Şekerim daha fazla lafı dolandırmadan girelim konuya, olay şu;
Yılbaşı gecesi ve Sevgililer Günü milli çapkınların köşeye sıkıştıkları tek zamandır.
Eğer sevgilinse ve bu zamanlarda senle değilse bu işin altında bir çapanoğlu araman gerekiyor demektir.
Yılın 363,5 günü dualiteyi kendilerine yaşam tarzı seçmiş bazı M.Ç.larımız(Milli Çapkın) nedense bu gece birden, ya çooooooook hastalanırlar, ya iş yerinde kriz çıkar-hani yılsonu ya hesaplar tutmaz falan- çalışarak sabahlamak zorunda kalırlar, ya şehir dışındaki anne-babalarının aniden geleceği tutar, ya yüzyılda bir gördüğü anneannesinin, dedesinin, halasının, dayısının vs onunla kutlamazsa küseceği tutar, ya canı feci şekilde birşeye sıtkındır ve evde tek başına bunalım takılıp içmek ister, hiç kimseyi çekecek hali yoktur ve o suratla bizzati kendisi de çekilemez olur... falan fıstık.
Oldu, biz de yedik!
*****
Pek muhterem din kardeşlerim, kınalı kuzularım, bozkurtlarım
Üzgünüm.
Demek isterdim ki; "sizi çok seviyor, gözü birtek ama birtek sizi görüyor, yeni yıla sizinle elele, dizdize, öpücüklerle girmek istiyor, bu yıl ve daima yanında sizi, yalnızca ve yalnızca sizi istiyor..." diyebilmeyi isterdim can-ı gönülden.
Kendim bile inanmasam, kulağa masal gibi gelse de...

Olsun, canınız sağolsun; demek ki doğru zaman değilmiş bu, doğru insan değilmiş o :(
Biliyorum, belki şu anda, belki o gece aniden, midenize heybetlisinden bir taş oturacak, kasılacaksınız, saat 12'de o anda kimi öptüğünü düşünüp kor demirler yutmuş gibi hissedeceksiniz...
Eliniz telefona gidecek; açıp sövmekle, arayıp hıçkırıklar içinde yine onun şefkatinde teselli bulmak arasında uçsuz bucaksız bir bocalama yaşayacaksınız.
Tam da o anda benden size buz gibi bir kadeh Dom Perignon!
Üzülmeyin bu da geçer, bu da geçecek.
Eminim bu ilk değildi, daha önce de olmuştur ve o da geçip gitmiştir.
Yeni yılda herşey daha güzel, daha kutsal ve daha hakettiğiniz gibi olacak, inanın bana.

Hürmet, sevgi ve duayla :)

Nes, the Caramel

27 Aralık 2010 Pazartesi

Yılsonu hesap kapatma

Yıllar, yıllarrr, yıllaaaarrrrr önce, "ilişki"nin sadece bir cumartesi akşamüzeri bir kafeye gidip bişeyler yiyip içmekten ibaret olduğu o günlerde bizim de birkaç kafeye gitmişliğimiz vardı birlikte.
3-5 yiyip içmemizden sonra, gidesi tuttu; o zamanki şehrimiz Ankara'dan Amerika'ya, ne zaman döneceği, dönüp dönmeyeceği belli olmadan gidesi tuttu Amerika'ya, gidesi tuttu benden...
"Yolun açık olsun" diye uğurladım onu, hatırlıyorum buz gibi soğuk bir Ankara gecesinde, benden giden herkeste olduğu gibi gözyaşlarımla Allah'a emanet ederek.
*****
Şimdi bugün, üzerinden geçen binlerce seneden sonra, onunla sohbet ederken "ben çok değiştim" dedi.
Öyle olmasını can-ı gönülden dilerdim ama pek sanmam.
Kendine göre sınırlarını biraz esnetmiş olsa da değiştiğine ihtimal vermiyorum.
Nasıl diyeyim size, biraz dikkatli bakıldığında; kelimelerinden, kendini ifade ediş tarzından, tavırlarından bile belli ediyordu postürünün aynı kaldığını.
Hiçbir zaman benim gibi üstüne basabasa sevemeyeceğini, sevdiğine bakarken içinin titremeyeceğini, yapmak istediği "evliliği" sosyal statüden öteye koyamayacağını dört bir yanı bas bas bağırıyordu.
Ah biz kadınlar, bu yakamızı bırakmayan hislerimiz, bizi rezil de eden vezir de eden sağduyumuz, şüphelerimiz, dedektif iz sürücülüğümüz ve av köpeği gibi koku alan burnumuz...
*****
Şu üç günlük dünyada nasıl da zavallı hallere sokuyoruz kendimizi...
Tek akıllı biziz zannediyoruz.
Dev aynasında görüyoruz kendimizi gerçek aynaya bakacak cesaretimiz olmadan.

*****
Gidişlerimizi, terk edişlerimizi, tercihlerimizi hepsini kendimiz seçiyoruz.
Velhasılı ya aklını başına devşirip doğru tercihi yapmalıdır insan ya da üzerinden binlerce yıl geçince "ben çok değiştim"lerin kifayetsiz kalacağını bilmelidir bu bilge insan.

Bilginiz olsun diye söyledim, başka hiç bir amacım yoktu.
Sağlıcakla ve bilgiyle,

Nes, the fyi...

22 Aralık 2010 Çarşamba

"Sihirli Dilek Kutusu" olayı- Yonca Tokbaş

Beatrice...
Bir alttaki yazı "Beatrice"le devam edecektim aslında ama Yonca planlarımı alt-üst etti.
Artık çoğunuz okuyorsunuzdur; hurriyet.com.tr'da yazıyor Yonca uzun zamandır.
Bir sürüüüü ortak noktamız var, kendime yakın bulmam bundan mıdır, sebepsiz yere midir, bilmiyorum, önemsemiyorum da.
Yazılarını okumak bana hayat veriyor, ışık/enerji veriyor, çalışkanlık, akıl ve sağduyu veriyor.
Daha çok, daha çok, daha çok çalışma azmi ve daha, daha da çok yazma isteği veriyor.
Bir de Yonca'yı okumak, maraton koşma ve sosyal sorumluluk bilinci aşılıyor.
Bu devirde, karşılıksız, size bunca şey verebilen başka birilerini bulursanız hiç durmadan onu da okuyun.

Yani sözün özü; akşam yemeğimden gelip, şu anki saat, gecenin 2'sine kadar çalıştıktan sonra, Beatrice'i yazacaktım. Ama Yonca'yı okuyunca bu akşam köşemin sahibi onun yazısı olmalı diye düşündüm.

2010'da hayat beni feci savurdu, 2011'de de ben hayatı feci savurmak istiyorum;
"Nothing can stop me!" anlayacağınız.
Yonca'ya yazacağım cevabı buraya koyabilecek kadar yürekli olabilecek miyim bakalım -belki bazı makyajlarla- yazdıktan sonra göreceğiz.
Ve bir de; eğer 2011 dileklerinizi sanal alemde görmek isterseniz siz de, gönderin bana, ister isim yazarak, ister yazmayarak koyalım buraya.
Çünkü yazılı belgeler resmi akid niteliğindedir, sözdeki gibi kıvırtma şansınız olamaz.
Oldu olacak kırk yılın birinde adam gibi hayal kurun siz de, dilek dileyin dostun düşmanın gözüne soka soka.
*****
Yarın sabah yine oldukça erken kalkacak ve çok yoğun bir gün geçireceğim için müsadenizle ben artık uyuyayım.
Listemi haftasonu yapacağım, aceleye getirmeden, düşüne düşüne, sindire sindire.
Çünkü 2011 için dilediğim herşey olacak, bundan eminim.
Kafayı çalıştırmak; duyguları, mantığı ve aklı optimize etmek gerek şekerim;))
*****

10 günümüz kaldı. Hepsi hepsi 10 güncük!
(Yazıyı maalesef ki kopyala-yapıştır yapamıyorum. Okumak için üstteki satıra tıklamanız yeterli.)



Nes, hangi yazıyı yazacağını şaşıran  :oo

21 Aralık 2010 Salı

To be continued soon

"Beatrice'e ebedi bağlılığıma ithafen..."

diye başlıyordu yazı.
Peki sonra...?
*****

Bugün yapmam gereken 12 maddelik yapılacaklar listemde henüz siftahım olmadığı için eğer yetiştirebilirsem yazının devamı geceyarısında.
Yok bugün yetişemezsem, kısmet... diyelim.
Bir de 30 saniye içinden evden çıkacağım ve bir yemeğe gideceğim düşünüldüğünde...
*****
Beatrice, Beatrice, Beatrice...
kafamda "Beatrice'le", "ebedi aşkla", "bağlılıkla", "ithafla" yediğim yemekten ne tad alabileceksem.

"Beatrice, Beatrice'e olan ebedi aşkıma ithafen..."

To be continued....

19 Aralık 2010 Pazar

Ellerim... Güzeldir, ellerim benim...

Bir hafta içinde piyano çalmayı öğrenmem gerek. Tamam öyle kerli ferli olmasına gerek yok ama hiç olmazsa bir parça, tek bir parçayı çalabilmeliyim.
Yatağımdan hafifçe doğruluyorum, pijamalarım üstümde, uykumu açmaya çalışır halde başımda dikilen kadınla konuşuyorum.
Evet ben çağırdım bu piyano hocasını gelsin, konuşalım diye ama gelmesi gereken zamandan çok önce geldiği için böyle hazırlıksız, uyanamamışken yakalanıyorum.
"Daha önceden hiç denemişliğiniz var mı?" diyor.
"Hayır maalesef hiç yok."
"Parmaklarınıza bakayım"
Çekinerek ellerimi uzatıyorum. Severim ellerimi; ince, narin, beyazdırlar ama nedense yine de çekiniyorum gösterirken.
Bacaklarım yorganın içinde hala, gövdemi doğrultarak ellerimi uzatıyorum.
Memnunsuz bir ifade suratında.
"Kırık parmakların senin, bu durumda 1 hafta içinde bir parça çalabilmen imkaansız" diyor.
Çok üzülüyorum.
Anlıyor üzüldüğümü.
"Niye üzülüyorsun, bir haftadan uzun olsa n'olur?" diyor.
"Olamaz" diyorum.
"Annem hep piyano çalmamı isterdi, o ölmeden hiç olmazsa bir parça çalmalıyım ona, son bir haftası!"
Yan gözle karşı çapraz odadaki anneme bakıyorum.
Gözükmemeye ve sessiz konuşmaya çalışıyorum.
Annem duymamalı konuştuğumu, bu kadını çağırdığımı bilmemeli.
O da kendi odasında, yatağında yatıyor.
Beliyle sırtı arasını tutuyor. Belli ağrısı var.
Bana bakıyor, o sırada nasıl olduysa kadın yok olmuş, ortalarda yok.
Annem; "yoksa yine kanser mi oldum, aynı yer ağrımaya başladı, çok korkuyorum" diyor.
Evet aynen böyle demişti lanet tümör nüks ettiğinde...
"Yok anne ya, sen hiç merak etme, ben bütün tahlillerine bakıyorum ve Aytuğ hoca'yla konuşuyorum, tekrar falan yok, sadece kemoterapinin yan etkileri bunlar, bir süre daha devam edecek, sonra hepsi geçecek, bitecek, iyi olacaksın" diyorum.
Doğru ya, tam da böyle demiştim...
Oysa son bir haftası kalmış, son bir hafta. Bunu ben biliyorum, o bilmiyor.
Tabii ya, son 1 ayını, son 1 haftasını, son 3 gününü ve belki öldüğü o son gün öleceğini ben başından beri biliyordum, o hiç bilmedi.
Beni duyup duymadığından, anlayıp anlamadığından emin olmadığım zamanlarda başında konuşuyordum; sevdiği şeyleri sıralayıp, çok yakında hastaneden çıkınca onları yapacağımızı söylüyordum.
Oysa o; ya feri gitmiş gözleriyle boş boş duvara bakıyordu oksijen makinesinin içinde ya da uyur gözüküyordu- öyle gözükmeye çalışarak olan her şeye gözlerini kapatmak istediği için.

Biraz daha uzak bir odada, babamı görüyorum. Gencecik, dinç, dinamik, çok mutlu ve yakışıklı gözüküyor.
Aynen ölmeden önceki, son hatırladığım hallerindeki gibi.
Babam da bir hafta sonra ölecekmiş. O da bilmiyor ama ben biliyormuşum.
"Nasıl olur" diyorum.
"Babam hasta değil ki, üstelik daha çok genç ve sağlıklı, nasıl sadece bir hafta sonra gidecek bu hayattan..."

7 yıl önceki apansız ölümünden sonra hep bu soruyu sordum ya, rüyamda bile bunun cevabını aramam o yüzden herhal...
Hiç olmazsa aynı anda ölecekleri ve orada kavuşacakları için seviniyorum.

Sahne değişiyor; bir salonda maç izleyecekmişiz.
Erkenden gidip yer tutmaya çalışıyorum.
Bir koltuğa montumu, diğerine çantamı, berikine kitabımı koyuyorum. Çok kalabalık olacakmışız, tüm koltukları kapmalıymışım.
O sırada tek kişilk bir koltuğa büzüşüyorum, uykum geliyor, kafamı kolluğuna koyup uykuya dalıyorum.
Gözümü bir açıyorum ki maç başlamış, bütün koltuklar dolmuş, benim eşyalarım yerlere, sağa sola atılmış.
Hep başkaları oturmuş, tanıdığım hiç kimse yok.
Nasıl da yalnız hissediyorum kendimi. Boynum tutulmuş, başıma doğru bir ağrı saplanıyor.
Az sonra kapı açılıyor, ağabeyim giriyor içeri. Elinde kocaman bir kitap, "The Girl Who Played with Fire" sanırım. Sessizce kendine bir yer bulup otuyor. Yer tutamadım ya ona, bana eliyle "önemli değil" gibi bir işaret yapıyor.
Allah'ım nasıl mutluyum, o kitap nasıl da artistleştiriyor beni.
Bütün o kalabalığa; "o kitap okuduğu için geç kaldı, sizin gibi boş bir insan değil" dermişcesine bir bakış fırlatıyorum.
Kendim kaç saat önce geldim oturdum, ben neysem :)

*****
Mutlu uyandım.
Ya onları görmek, ya abimin hissettirdiği güven ya da bilinçaltımın henüz kodlayamadığı birşeyler iyi geldi.
"Kabüllenmek, gerçeği yaşamaya başlamaktır" diye belki de...

*****
Harika bir Pazar kahvaltısı hazırladım.
Madem "Hayat bir tercihler zinciridir" ben de bu Pazar günümde tercihlerimi yapıyorum o zaman:
Mutlu, iyi, başarılı, huzurlu, sağlıklı, üretken, sevgi dolu ve aşık olmayı seçiyorum.
Bu gün, bu yıl, gelecek yıl, daima ve ömrüm boyunca.
Varsın tüm koltuklar kapılmış olsun, ziyanı yok, siz yormayın güzel kafanızı, ben bulurum yolumu.
Eksiğim varsa tamamlayın, yanlışım varsa düzeltin, fazlam varsa gözüm yok üstü sizde kalsın, Allah bereketini versin.
Ama hiç olmazsa yalnız bırakmayın beni, yolun götürdüğü yere gelin birlikte gidelim.
Ben yola çıktım bile...

Nes, yeni yeni yepyeni...

Yazı tarihi: 19/12/2010

Ve Tanrı kadını yarattı


İşte benim "güzellik", "kadın" ve "güzel kadın" anlayışıma birebir uyan bir kare.
Saçlarımdan sıkıldığım bu günlerde, koyu renk saça dönmek için aklımı fazlasıyla çelen bir fotoğraf.

Mesela yarın bir Eşref ziyareti yapsam mı acaba?...
Madem 2011 benim yılım olacak diyorum, değişiklikler her zaman yeniliklere, başlangıçlara gebe değil midir?

Yazı tarihi: 19 Aralık 2010

16 Aralık 2010 Perşembe

Kış Güneşi

Ne harika bir gündün sen bugün 15 Aralık.
Güne 4 saat uyuyarak başlamış olsam, ilk 15 dakikam hakkında hiçbir fikrim olmasa da hazırlanıp evden çıkınca asansörün aynasındaki kendimle güne süper enerjik ve barışık başladım.
Akan trafikte çabucak Caddebostan'a vardığımda güneşli hava ve her zaman hayran kaldığım güzelim sahilin sabah tazeliğindeki deniz kokusu beni benden aldı.
Uzun zamandan sonra ceketim, şık eteğim, desenli çoraplarım ve uzun ince topuklu botlarımla bir toplantıya katılacak olmak kendimi nasıl da iyi hissettirdi.
İyi değil süpeerrr hissettirdi.
Üstelik bu sefer binlerce kişinin çalıştığı, kariyer hedefleri ve hayalleri arasında savrulup günün sonunda böcek gibi hissedilen sözümona kurumsal firmalar için yapacağım bir toplantı değildi bu.
Bilmem kim ailesini daha zengin etmek için sabah 6'da, hava daha karanlıkken, sıcacık yatağımdan kalkmanın bıkkınlığıyla başlamamıştım günüme.
Elektronik pranga dediğim turnike giriş-çıkış kartlarıyla, şehrin finans merkezinin göbeğinde "bizim plaza sizinkinden daha yüksek"gibi sığ hesaplaşmalara sahne olan harika! plazalarımızda değildim.
Hep hayalini kurduğum gibi elimde mini laptop'umla Caffe Nero'da haftaiçi erken bir saatte mis kahve kokuları eşliğinde bir toplantı yapacaktım.
Mutluluğum içime sığmıyordu.
Sevgilim beni kucaklayacaktı az sonra sanki. Öylesine tatlı bir çırpıntı vardı kalbimde.
Evet, son yıllarda hayat çok canımı yakmış, içimi param parça eden çok dert vermişti bana ama işte şimdi birer birer hayallerim gerçekleşmeye başlıyordu.
İşte şimdi, hep o çaresiz gecelerimde sığındığım, her zorun zoru sınavını inaçla, imanla kabullenmeye çalıştığım, isyan etmeden onun kudretinde teselli bulmaya çabaladığım o yüce güç bana güzel günler vermeye başlamıştı.
Benim yanıma güneşi katmıştı bu soğuk kış sabahında...
Yaşadığım an için, her düştüğümü sandığımda yerden daha kuvvetli kalkacak gücü bana nasip ettiği için şükrediyordum.
Toplantı, sanki toplantı değildi, Allah'ın bana gönderdiği bir öğretiydi adeta.
Kafamda planladığım işlerimin bir listesini anlatıyordu karşı taraf bana.
Tek tek, neyi nasıl yapmam gerektiğini, gitmek istediğim yollara nasıl ulaşacağımı, bu yolda karşıma çıkabilecek engelleri nasıl aşabileceğimi ve muallakta olduğum birçok flu noktada bana yol çiziyor, ufkumu genişletiyordu.
Ağzından çıkan her kelimeyi dikkatlice dinlerken, güzel günlerin yakında olduğuna dair çok kuvvetli bir inanç içimi ısıttı.
Toplantı bitti, gün içinde Avrupa yakasına geçtim, bir sürü iş hallettim, güzelleştim;), çok özlediğim eski bir arkadaşımla görüşüp hasret giderdim.
Akşam da Cevahir AVM'nin Devlet Tiyatroları Sahnesi'nde "Profesyonel" adlı oyunu izledim.
Özellikle canlandırdığı ve seslendirdiği Atatürk tiplemeleriyle tanınan Yetkin Dikinciler, Bülent Emin Yarar ve Gülen Çehreli oynuyordu.
Yönetmen Işıl Tuğrul'du. Ankara'dan hayran olduğum bir duayen yönetmen.
Oyun oldukça eğlenceliydi, etkileyiciydi.
Tek perde olması sebebiyle son 20 dakika ben kurtlandım ama yine de izlemeye değer.
Üstelik 10TL gibi komik bir rakama oyuncuların sergiledikleri olağanüstü performans, hele hele Yetkin Dikinciler'in müthiş etkileyici ses rengi bu bedelin en az 1000 katı eder.
Oyun bitmeden bir hafta içi akşamınızı ayırın ve değişik bir dünyaya gidin, birşey kaybetmezsiniz.
Şimdi bu dolu dolu ve harika geçen günün sonunda evimdeyim.
Canım evim, güzel evim.
Harika müziğim hem ruhumu hem gönlümü eyliyor.
Sıcak çayım, yanında yediğim 26. Belçika truffle'ım, kendim için gerçekleşmesine ramak kalan harika planlarım ve biricik işim.
Bir kişiye bile iyi gelebilecek olmanın gücüyle 24 saat çalışmak istediğim mükemmel işim...
Yetmezmiş gibi, çalışırken bir de tam da şu anda radyoda çalan Tarkan- Kış Güneşi'ni dinleyebileceğim bir işim...
Bugünden istediğim daha fazla bişey yok.
Aaa bi saniye var var...
Bir dileğim daha var.
Ama onu uyumadan önceki son duama saklayacağım.
Uyumadan önce en son düşünülen şeyi insan rüyasında görüyor, o yüzden onu sona sakladım.
Rüyamda kavuşayım diye, dualarım kabül olsun diye...
Ssshhhh üstüme gelmeyin, hayatta olmaz, ısrar etmeyin, vallahi söyleyememmmmmm ;)

Yarınım bugünden de yoğun olacak.
Uzuuun zamandır ertelediğim bir akşam beni bekliyor olacak kısmetse, heyecanı şimdiden sardı :)

Nes, kış güneşi

Yazı tarihi: 16 Aralık 2010

12 Aralık 2010 Pazar

Herşey Seninle Güzel

İstanbul'da, tüm yurtta hatta tüm dünyada hava delirmiş durumda.
Ne zamandır delirsin diye bekliyorduk zaten, Aralık'ın 12'si oldu, geçen hafta bile kısa kollu t-shirt'le dolaşmak hiç hayra alamet değildi.
Kış gelsin, üşüyelim, donalım, içimiz titresin, battaniye-dvd-kestane üçlüsü hayatımızın bir parçası olsun istiyorduk.
Salebin adını da tadını da unutur hale gelmiştik.
Velhasılı kelam dört gözle bekliyorduk zatıallerinin teşriflerini.
Allah fakir fukaranın yardımcısı olsun öte yandan, çetin koşullarda selameti üzerlerinde olsun.
*****
Yılın değişik zamanlarında, geniş açılı mutfak penceremden baktıkça anlıyorum mevsimlerin değiştiğini.
Bir bakıyorum fırtınalar, tipiler, yerlerdeki yapraklar koca bir hortumun içinde ordan oraya savruluyor.
Üzerinden belki aylar geçiyor, hani ben mevsimi bilemeyecek kadar geçtiğimde birçok şeyden bir bakıyorum az ilerdeki koca ağaçta dallar tomurcuklanmış, etrafta mis bir çimen kokusu, bebek arabalarını gezdiren anneler çoğalmış kaldırımlarda.
Dualarımı edip, dileklerimi tutup içimden baharın bereketine gönderiyorum...
*****
Az önce, şiddetli rüzgardan hangi tarafa gideceğini bilemeyen kar tanelerinin telaşlı savrulmalarını izlerken yeni mevsime dalıp gitmiştim.
Bugün akşam yemeğinde Kemal ve Gözde'yle yaptığımız konuşmaları düşünür olmuşum.
Aşka gitmişim, aşka dalmışım.
Birden duyduğum yumuşacık bir sesle ana döndüm.
Harika sözler, harika melodi, enfes yorumla aşkın içinden çıkıp, aşkın bizzat kendisi oldum.
İçimde, nefesimde, damarlarımda varolan herşey "aşk"a döndü.
Ben pencere önümde dalmışken mevsime, bu şarkının sözleri nasıl da tercüman oldu hiç bitmek tükenmek bilmeyen hep beklediğim o hayali aşka...

***** 

Herşey Seninle Güzel  (şarkıyı dinlemek için bu başlığa tıklamanız yeterli)

Her şey seninle güzel yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile
Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile
İçimdeki bu korku gözümdeki bu yaş bile

Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa
Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana

Her şey seninle güzel duyduğum bu ses bile
Yalnız içtiğim su değil aldığım nefes bile
Her şey seninle güzel bu yağmur bu kar bile
Yüzümdeki gözyaşının izleri onlar bile 


Nes, the hayaller...

Yazı tarihi: 12 Aralık 2010

11 Aralık 2010 Cumartesi

Herşey daha yeni başlıyor!

Sevgili seyirciler, şimdi sizlere statü güncelleme yapıyorum:
Gece saat 01:50 pm ve ben yeni ofisimdeki ilk gecemde, yeni masamdaki ilk yazımla karşınızdayım.
Cümlemize hayırlı uğurlu, bol bereketli kısmetli olsun inşallah. 

Biliyorsunuz sevgilimle aramız uzun süredir limoniydi.
Birkaç yazı önce ben huzurlarınızda onla arayı düzeltmeye çalışmış, "beni geri al sevgilim" diye yalvarmıştım.
Yalvarmasına yalvarmıştım da gece aşkını itiraf edip sabah ortadan yok olan sevgililer gibi ertesi gün dediklerim yani yazdıklarımla yaptıklarım birbirini tutmamıştı.
Ben yine; sevgilim "sadece" aklımda, alışageldiğim hayatıma devam etmiştim.
Yanlış anlamayın beni, istemiştim, gerçekten çok istemiştim sevgilimin beni geri almasını, samimiydim duygularımda ama düzeni olmayan hayatımdaki düzensizliğim duygularıma geçit vermedi.
Şimdi bu ofis, ofisim yepyeni bir başlangıç, taptaze bir kan bana.
Düzene geçişimin somut kalesi.
4 duvarlı krallığım.
Madem yeni bir başlangıç yapıyorum, madem ortada artık elle tutulur, gözle görülür bişey var, o zaman sevgilim de beni geri almak üzere bir şans daha verir belki bana, ne dersiniz?
Deneyeceğim, bu sefer gerçekten ona layık olmaya çalışıp, aramızdaki bağı kopmaz halatlarla sağlamlaştırmaya çalışacağım.
İş, ev, özel yaşam, yaşadığım şehir, yaşayacağım ülke, hayatımda olanlar, hayatımdan gidenler, yeni gelenler, yeniden gelenler, yeri dolmayanlar ve yepyeni bir yılda yepyeni bir ben.
Tüm bunlar arasından yazmaya heveslendiğim onca şey varken Ayşe yine yapacağını yaptı bana.
12'den vurdu beni.
O kadar harika bir yazı yazmış ki bugün yazdığım hiçbir yazı onun yazısındaki duygu zirvesine taşıyamayacaktı beni.
Biliyorsunuz yazmak dünyadaki en narsist ve bencil duyguların arsız kalemi.
İşte o yüzden siz de okumalısınız bu yazıyı.
İlla beğenin, onaylayın diye değil, 2011'den, yeni hayatımdan ne istediğimi anlamanız için.
Ben bile daha açık yazamazdım...

Nes@31,
Yazı tarihi: 11 Aralık 2010

(Ayşe@41'ün üzerine tıklamanız yeterli)

*******

Ayşe@41

Burası Avustralya...
Her şeyin başladığı yer.


.................



/_np/1071/12211071.jpg



4 Aralık 2010 Cumartesi

Melis'im evleniyorrrr

Merhabaaaa.
Türkiye'deyim.
İstanbul'da.
Şu anda saat gecenin yarımına geliyor ve benim yarın sabah 5:30'da kalkmam gerekiyor.
Biricik Melis'im evleniyor. Ankara'ya düğüne gidiyorum.
Düğün gününü (04 Aralık) aldıkları Ağustos ayından beri birlikte gün sayıyoruz. Şahane bir heyecan!
Yalnız ben yine delirdim.
Uyumam gerek. Yarın tüüüüm gün baş nedimelik yapacağım.
Sabah 11 itibariyle düğün albümü için fotoğrafçı geleceğinden makyajlı ve topuklu ayakkabılı olmak gerekiyor.
Melis'imin düğününde hiç bir aksilik olmaması için her saniye cin gibi olup koşturmalıyım.
Yorgun olma gibi bir ihtimalim sözkonusu bile olamaz.
Alooo kime diyorummm.
Hala valizim bile hazır değil, hiç yaptığım iş değil, çok ayıp çoookkkk.
Yatmamakta ayak dirediğim yetmezmiş gibi bir de yeşil çay içtim uykum açılsın diye!
Yeşil çayın yanında çekirdeğe sardırdım.
Paketin dibini görmeden olay yerini terkedemiyorum.
Biri bana git desin diye huzurlarınızda yazılı belge oluşturmak istedim.
"Zamana dön!
Git valizini hazırla ve uyu.
Bugunü yaşa, dünden sıyrıl."
Melis'immm evleniyor, daha güzel ne olabilirrrrrr :)
Tamam peki peki dünü evde, kapının eşiğinde bırakıyor müsadenizi rica ediyorum.
Bendeniz ufak ufak, sağdan sağdan...
Ankara yolcusu kalmasııınnnnnnnnnnnnnn