29 Mart 2011 Salı

Zindeliğin sırrı Kestane Balı'nda, Kestane Balı NeVital.com'da

Bugün çok mutluyum.
Hemen hemen tüm internet haber sitelerindeki "Başbakan'ın zindeliğinin sırrı Kestane Balı" başlıklı haber sayesinde onlarca, hatta yüzlerce insana Kestane Balı'yla ilgili bilgi verdik.
Şifa, deva, çare arayan birçok kişiyle dakikalarca birebir konuştuk.
Kestane Balı'nın sayısız faydalarını anlattık.
İnsanların sesindeki mutluluk ve inanç bizleri sevinçten havalara uçurdu.
Hepsine özellikle tembihledik, kullanıma başladıktan 2-3 hafta sonra bizi mutlaka aramalarını.
O zamanki sevinç işte bizim için dünyalara bedel.
Nefes aldığım her saniye, böylesine manevi değerleri yüksek bir işi bana nasip ettiği için Allah'a şükrediyorum.
Gelin şimdi isterseniz önce NeVital.com'daki Kestane Balı bilgilerine bir göz atalım, sonra da haber sitelerindeki yazılara...
Sağlıkla ve nefesle kalın :)

Organik Kestane Balı:

Organik bal 20 Kilometre çapında yerleşim, yol, her hangi bir geçit ve ilaçlama yapılan tarımsal bölge bulunmayan, özel seçilmiş alanlarda, duru doğa şartlarında özel eğitimli ekiplerin ürettiği baldır.

Koyu kahve renkli, buruk, kestaneye özgü tadı ve kokusu olan bu bal, yüksek antiseptik özelliğiyle tanınır. 
Kestane balı nerede bulunur?
Yaklaşık 30 metre yükseklikte olan dalların çiçeklenme zamanı Haziran ve Temmuz aylarıdır.
Bal arısı kestaneden hem polen hem nektar hem de salgı toplar. Arılar kestaneden nektar toplarken tozlaşmayı da sağlayarak kestane üretimine katkıda bulunurlar.
Bitkinin balı da meyvesi gibi koyu kahve renklidir. Kristalleşmesi yavaştır, kristalleştiği zaman çok ince granüller oluşturur.

Kestane balının faydaları:
Koyu kahve renkli, buruk, kestaneye özgü tadı ve kokusu olan kestane balı, antiseptik özelliğiyle tanınır. Araştırmalarda kestane balının vücut ve cilt yaralarını iyileştirme ve tedavi etmede antibiyotiklerden daha etkili özelliği olduğu tespit edilmiştir.
B ve C vitaminleri açısından zengin olan FER Organik Kestane Balı kasları kuvvetlendirici, kan dolaşımını düzenleyici, mide ve karaciğer yorgunluğunu giderici, bağışıklık sistemini güçlendirici etki yapar.
Kestane Balı 'nın kuvvetli antiseptik özelliği vardır.
FER Organik Kestane Bal'ının solunum ve sindirim sistemlerine olumlu etkileri gözlemlenmiştir.
FER Organik Kestane Bal'ı diabetliler için uygundur. Ayrıca kanın temizlenmesi ve kemiklerin kuvvetlenmesine yardımcı olur.

Eski Mısırlılar bile kestane balının iyileştirici etkisinden haberdardı.
II.Dünya Savaşı'nda da askerlerin yaraları ballı sargılarla iyileştirilmişti.

Kestane balının faydalı olduğu hastalıklar ve sağlık sorunlarını şu şekilde sıralamak mümkün:
- Adalelerde ağrı, titreme, uyuşma,
- Ağrı ve sancılar,
- Ağız yaraları,
- Akciğer hastalıkları,
- Bademcik iltihabı,
- Bağırsak gazı ve iltihabı,
- Baş, göğüs, karın ağrıları,
- Baş dönmesi,
- Bel ağrıları,
- Beyin hastalıkları,
- Felç ve sinir hastalıkları,
- Cilt bozukluğu ve cilt lekeleri,
- Cinsel gücü artırma,
- Damar sertliği,
- Damar tıkanıklığı,
- Göz ve görme problemleri,
- Halsizlik,
- Hazımsızlık,
- Hafıza sorunları,
- İştah sorunları,
- Kabızlık,
- Kalp çarpıntısı,
- Nezle ve grip hastalığı,
- Öksürük,
- Nefes darlığı,
- Astım hastalığı,
- Romatizma ve siyatik,
- Sarılık hastalığı,
- Sedef hastalığı.
.
Özellikle mevsim değişikliklerinde bol miktarda organik kestane balı tüketilmesi tavsiye edilir.

*****

http://www.ntvmsnbc.com/id/25196806/?ref=f5haber.com

Erdoğan’ın zindelik formülü: Kestane balı

Yoğun tempoya rağmen oldukça zinde görünen Başbakan Erdoğan’ın sırrı ortaya çıktı. “Altın çilek”le bağışıklık sistemini güçlendiren Erdoğan’ın “kestane balı”yla formda kaldığı öğrenildi.


ntvmsnbc
Güncelleme: 07:35 TSİ 28 Mart. 2011 Pazartesi
İSTANBUL - Yoğun temposuna rağmen zindeliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Başbakan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl zinde kaldığı merak ediliyordu.
“Altın çilek” tüketerek, bağışıklık sistemini güçlendiren Erdoğan'ın formunu “kestane balı”yla sağladığı öğrenildi.
Başbakan Erdoğan'ın, kestane balından nasıl faydalandığı geçen hafta ortaya çıktı.

Akşam gazetesinin haberine göre; 5 gün boyunca Moskova, Kazan, Çanakkale, Mekke, Medine ve Cidde'de temaslarda bulunan Başbakan Erdoğan'ın, kestane balından nasıl faydalandığı geçen hafta ortaya çıktı.
Erdoğan, uçakta rahatsızlanan Zaman gazetesinin Ankara temsilcisi Mustafa Ünal'ın durumunu görünce tavsiyede bulundu.
Başbakan Erdoğan, “Ilık su içine bir tatlı kaşığı kestane balı karıştırıp hemen getirin. İçsin, hiçbir şeyi kalmaz” diye talimat verdi.
Erdoğan, daha sonra yanındakilere dönüp “Ama su sıcak olmayacak, ılık olacak; şifadır şifa...” dedi.
Kestane balı, “antiseptik” ve “antioksidan” özelliğiyle ön plana çıkıyor.
Kestane balı kasları kuvvetlendirici, kan dolaşımını düzenleyici, mide ve karaciğer yorgunluğunu giderici, bağışıklık sistemini güçlendirici etkiler gösteriyor.
Baş, göğüs ve karın ağrılarının giderilmesine, ağız yaralarının iyileştirilmesine, üst solunum yolu enfeksiyonlarının hafiflemesine yardımcı oluyor.
Alman bilimadamlarının araştırmalarına göre kestane balı, yara tedavisinde antibiyotikten daha etkili.
Kestane balı birçok antibiyotiğe karşı direnç kazanmış bakterilerin bulaşmış olduğu kronik yaraları bile birkaç hafta içinde tamamen iyileştiriyor. 


Erdoğan'ın zindelik sırrı: Kestane balı  
Yoğun temposuna rağmen zindeliğiyle dikkati çeken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'bal'lı sırrı ortaya çıktı. İşte Başbakan Erdoğan'ın 'Şifadır, şifa' dediği reçete...

Akşam Gazetesi'nden Türkan Yılmazer'in haberine göre, yoğun temposuna rağmen zindeliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Başbakan Erdoğan'ın sırrı ortaya çıktı.
'Altın çilek' tüketerek, bağışıklık sistemini güçlendiren Erdoğan'ın ikinci doğal dopingi: Kestane balı...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, kestane balından nasıl faydalandığı geçen hafta ortaya çıktı. 5 gün boyunca Moskova, Kazan, Çanakkale, Mekke, Medine ve Cidde'de temaslarda bulunan Başbakan Erdoğan, uçakta rahatsızlanan Zaman gazetesinin Ankara temsilcisi Mustafa Ünal'ın durumunu görünce, 'Ilık su içine bir tatlı kaşığı kestane balı karıştırıp hemen getirin. İçsin, hiçbir şeyi kalmaz' talimatını verdi.
Sonra da yanındakilere dönüp, 'Ama su sıcak olmayacak, ılık olacak; şifadır şifa...' dedi.

Yarayı bile iyileştiriyor
- Kestane balı, 'antiseptik' ve 'antioksidan' özelliğiyle ön plana çıkıyor.
- Kestane balı kasları kuvvetlendirici, kan dolaşımını düzenleyici, mide ve karaciğer yorgunluğunu giderici, bağışıklık sistemini güçlendirici etkiler gösteriyor. Baş, göğüs ve karın ağrılarının giderilmesine, ağız yaralarının iyileştirilmesine, üst solunum yolu enfeksiyonlarının hafiflemesine yardımcı oluyor.
- Alman bilimadamlarının araştırmalarına göre kestane balı, yara tedavisinde antibiyotikten daha etkili. Kestane balı birçok antibiyotiğe karşı direnç kazanmış bakterilerin bulaşmış olduğu kronik yaraları bile birkaç hafta içinde tamamen iyileştiriyor.

Ilık suya bir tatlı kaşığı kestane balı

26 Mart 2011 Cumartesi

Anne

Cengiz Çandar'ın 25 Mart 2011 'de yazdığı "Anne" başlıklı yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.

Olağanüstü bir anlatım...
Özellikle "toprağın altı"yla ilgili paragraftaki her kelime benim ruhumdan çıkmış gibi duygularıma tercüman olmuş.
Cengiz Çandar gibi saçlarım bembeyaz olana kadar annemin yaşamış olmasını ne çok isterdim.
Henüz saçımda tek bir beyaz bile yokken gitmesi, bu erken ve zamansız veda içimi yakıyor.
Yazıyı okurken boğazımdaki düğüme ve yüzümü sırılsıklam yapan gözyaşlarıma engel olamadım, ne yapsam ne etsem de avuntusu yok, ben annemi çok özledim :(

Bilenler bilir, anne ölümünün yaşı olmaz. Sıralı olabilir ama zamansızdır.
Zamanı olmaz. Bunu ben yaşamadan, öğrenmeden önce de biliyor gibiydim. Seziyordum. Anneme son zamanlarda " Sakın bizi yetim bırakma" dediğim vakit olağanüstü güzel bakan gözlerimi yüzüme diker ve saçları bembeyaz hale gelmiş koca adamdan gelen ve hayatın en önüne geçilemez bu basit gerçeğine meydan okuma niteliğindeki bu sözlerin anlamsızlığını, alaycı bakışlarıyla, anlatmaya çalışırdı.
Sezgilerim doğrulandı. Anneyle uzun yaşamak bir şans gerçi ama gerçekten zamanı yokmuş bu önüne geçilemez ilahi kuralın. Sonuçta ben de artık "yetimler klubü"ne girdim. Galiba onun da yaşı yokmuş. Ağır bir duygu gerçekten.
Anne herkes için bambaşka bir şey. Hepimizin içinden çıktığı beden. Can kaynağımız. Anne, seni, kim olursan ol, her ne olursan ol, sorgusuz sualsiz sonsuza kadar içi titreyerek sevecek tek kişi. İnsanlığa onun sunumuyla katılmışsın. Onun içinden çıkmışsın; seni içinden çıkartmış beden o. Varoluşunu ifade biçimine bile anadil derler.
O bedeni toprağın altına koyup, onsuz yaşamaya devam edeceğiniz toprağın üzerine çıktığınız vakit, artık kaynağınız kurumuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Toprağın üzerinde hareket eden bedeninizde ayaklarınız sanki artık yere basmıyor, başınız toprağın altındaki annenizin yükseldiği gökyüzünde sanki bedeninizden ayrılıyor, fiziğiniz sanki artık boşlukta hareket ediyor gibisinden bir his...
Annemi kaybettikten sonra, acımızı paylaşan herkese ve dostlarımıza sonsuz şükran duygularımı iletiyorum. Hiçbirini unutmayacağım.

Nes, Gökyüzü...

Yazı tarihi: 25 Mart 2011

22 Mart 2011 Salı

AYNA

İki gün önce, sevgilim ve ben uzuuun bir yürüyüş yaptık.
Hava limonata gibiydi.
Güneşli ve ılık.
Koyu yeşillikler taptaze ve zaman zaman içimi titretecek kadar serin...
Nefes alabilecek kadar berrak.
Dümdüz bir yolda kilometrelerce yürüdük. Kaç kilometre, kaç dakika bilmiyorum.
Ben ellerim ceplerimde, gözlerim yerlerde.
O, her zamanki kararlı ve mantıklı halleri, ilk duyduğum andan beri beni çok etkileyen sesi ve
olgun, anlayışlı, sakin, sahiplenici, kolaylaştırıcı, çözüm bulucu kendi, en yalın haliyle kendiyle,
yürüyüşümüz boyunca benimle konuştu.
İkna etmek üzere değildi söyledikleri.
Hiçbir şey için özel bir çabası yoktu.
Eksik ya da fazla birşey sürmedi önüme.
Tam, tamam, bütündü olduğu haliyle.
Kendinden öylesine emindi ki.
Bu sarsılmaz kararlılığı gücünden geliyordu.
Ya da gücü, kararlılığından kim bilir...
Ve kimin umurunda!
O bu halleriyle, bu çakı gibi karşımdaki dikilişiyle iyi geliyordu bana.
Sakin sakin ve doygun doygun konuşurken o, gözlerim zaman zaman ellerine takılıyordu.
Kararlı, güçlü, karakterli...
Zayıf değil, titrek ve kararsız değil, saklanmış değil, kaçak değil.
Bir yerlerde düşecek olsam beni yakalayacağından emin olduğum elleri.
Köprüye girmeden önceki son çıkıştan tüyecek gibi değil.
Konuşmadan, anlatmadan, hissetmeden, hissettirmeden kendini, beni bırakma niyetinde değil.
"Doğru olduğunu hissettiğinde sakın vazgeçme" diyor.
Aşk nidaları değil, "AYNA" bana tuttuğu.
Hani hep savunduğum, kendimi parçaladığım şu müthiş "ruh uyumu" var ya...
Karşındaki adam adamsa bu uyumun hayatına katabileceği mutluluğu ve değerleri idrak edebiliyor sadece.
Geri kalan %99.9'u alavere dalavere...
Boş, boş, boş hayatlar...
Mutluluğu ağız, burun güzelliğinde bulacaklarına inanarak koca ömürlerini saman tadında geçiren boş kafalar, boş kalpler...
Çok isterdim hepsine birer boy AYNASI armağan edebilmeyi.
Sonra da karşılarına geçip kendilerine bakarlarken onları izlemeyi.
*****
2011 benim yılım olacak diye ahdım var.
Caymıyorum; 2011 benim yılım olacak!
Bedeli hayatımdaki herkesi geride bırakmak olsa da ben bu mutluluğun peşinden dünyanın öbür ucuna gideceğim.
Köprüden önce son çıkışçıları AYNAlarıyla başbaşa bırakarak herkesten, herşeyden kopup gideceğim.


Nes, iyi insan :)

Yazı tarihi: 22 Mart 2011

11 Mart 2011 Cuma

Ruhum bedenimden daha güçlü

Merhaba,
Solda gördüğünüz bisiklet üzerindeki kız çocuğu benim.
Sanırım bundan 5-6 ay kadar önce...
Sonbahardayım. Tüm mevsimler içinde en sevdiğim.
Eylül sonu, Ekim başı.
Uzaktayım.
Londra'da.
Çok ama çok huzurluyum.
Bu histen daha da çok üzgün...
Annemi kaybedeli henüz 3 ay olmuş.
Babam zaten 7 yıldır yok.
Özlüyorum ikisini de, çok ama çok.
İdrak edememişim henüz annemin gittiğini, yokluğunu.
Gündelik hayat, ben, herşey, normalmiş gibi yaşamaya çalışıyorum.
Oysa içim oyuluyor, damar damar kanıyorum.
Hissetmeye yanaşmadığım, o beni paçamdan yakalamaya çalıştıkça benim son sürat kaçtığım acının birgün beni boyundurluğu altına alacağını bildikçe daha hızlı kaçıyorum.
Tanımadığım yerlere, tanımadığım insanlara...

Bu fotodan 1-2 gün sonra biriyle tanışıyorum. Asil bir İngiliz.
Ayaküstü sohbetimizde; hayatında tanıdığı en pozitif ve neşe dolu insanlardan biri olduğumu söylüyor.
İngiliz'lerin kanıksayacağı, olsa olsa Amerika'lılara özgü abartı bir coşkuyla teşekkür ediyorum.
İçimden "içimdekileri bilmekten ne kadar uzak olduğunu" düşünüyorum.
Yine de bu hoşuma gidiyor biliyor musunuz?
Demek ki hala güçlüyüm.
Demek ki hala eğer istersem, etrafımdakileri manipüle edecek gücü barındıryorum içimde.
Harika!
Ve eğlenceli ;)
Kendi üzerimde, kendi hayatımın üzerindeyim.
.....
(devamını yazacağım)
............(yaklaşık yarım saat sonra devamını yazmaya başlıyorum)
*****
Yepyeni insanlar giriyor hayatıma.
Daha önce tanımadığım hayatlar değiyor.
Her yeni insan yeni duygular öğretiyor bana.
Öyle demeyin, duygular da öğreniliyor zamanla.
Oturup düşündükçe, kafa yordukça, o duyguyu istedikçe gelip yakalıyor, yakana takılıyor.
*****
Bir kafede oturuyoruz onunla bugün.
Gün ortasında, daha önce hiç gitmediğim bir yerdeyim.
Buna rağmen daha önce gitmediğim yerlerdeki yabancılık hissi yok.
Rahatım.
İşiyle ilgili birşeyler anlatıyor; nasıl heyecanlı, nasıl çocuk gibi coşkulu görmelisiniz.
Yeni şeyler öğreniyorum ondan. Bu güzel.
Normalde yeni tanıştığım insanlardaki 15.dakikada sıkılma testimi başarıyla atlatıyor.
Hayır, hemen oracıkta bırakıp onu, gitmek falan istemiyorum.
En azından bir onbeş dakika daha oturabilirim ;)
Anlattıkları enteresan, ilgimi çekiyor.
Ve aynı zamanda komik.
Bence ince nükteli ve kaliteli espriler yapıyor.
Hem onca konuyu dağıtmadan ve benim ilgimi kaybetmeden anlatıyor hem de gözü üzerimde; garsona baktığım anla onu masaya çağırması bir oluyor.
İtiraf ediyorum çevik ve etkileyici bu davranışı.
*****
Öyle ya da böyle hayatıma değen onlarca kişi arasından biri, sadece tek biri alıp gidecek beni sonunda, yakında...
İşte o alıp gidecek olanın kararını ne bu manipülasyon gücü, ne o nükteli espriler, ne de 15 dakika testleri belirliyor;
tek suçlu var, o da az yukarda size bahsettiğim "özlem"in bizzat ta kendisi....

Nes, the "NetWork"
Nes, the "NewYork"

Yazı tarihi: 11 Mart 2011

8 Mart 2011 Salı

Krallıktan vazgeçmek mi, tacı utançla taşımak mı, Lionel mi?

Milliyetçilik babadan kalma bir kültür/duygu/inanç/politik görüş vs. olarak damarlarımda dolaşsa da bir İngiliz olarak dünyaya gelmeyi çok isterdim.
Safkan bir İngiliz.
Anadili İngiliz İngilizcesi olan gerçek bir asilzade...
Başka hiçbir milletten değil, sadece ve sadece İngiliz.
Asil, kibar ve elegan.
İnanın bana bu üç kelimeyi öylesine dolu dolu hak ediyorlar ki...
...Ki gerçek İngilizler öyle sokakta, parkta dolaşmadığı için rastlama/tanışma şansım pek olmuyor.
Yine de en ortalaması bile özenilecek, gıpta edilecek boyutlarda bu özellikler bakımından üstün.
Hele hele beyfendileri gerçek birer centilmen.
Dünyanın en medeni, en hayran kalınılacak insanları.
*****
The King's Speech'i daha yeni izleyebildim geçtiğimiz haftasonu.
Londra'ya ve İngiliz'lere hayranlık derecem bir kat daha arttı.
Orada yaşamamış olan birçok insan abarttığımı, özenti düşüncelere sahip olduğumu düşünebilir ama turist olarak bile, birkaç gün bile Londra'da bulunanlar aslında ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Filmden ve bu seneki "En iyi erkek oyuncu" Oscar'ını alan Colin Firth'in oyunculuğundan çok etkilendim.
Aslında film; durağan, karanlık, belki de sıkıcı bile denilebilecek bir film kimilerine göre.
Böyle yorumlamak yerine ben şöyle demeyi tercih ediyorum;
ağır akan, karanlık sahneli, heyecansız ve neredeyse zoraki ilerleyen bir film.
Film boyunca sizi sarsıp darmadağın edecek birşey yok.
Çok şaşırtıcı, hayrete düşürücü, heyecanlandırıcı da bir şey yok.
Sadece filmin ana karakteri Kral George VI'ya acıyorsunuz ve onun kekelemeden konuşabilmesini, bunu yapabilmesini gönülden istiyorsunuz.
Seviyorsunuz, sempati duyuyorsunuz, kral değil arkadaşınız gibi hissedip onu, yanında sathınızı alıyorsunuz.
Zaaflarına, korkularına, çocukken yaşadıklarına üzülüyorsunuz.
Seyrederken "hadi be adam konuşsana" diyorsunuz!
Ve onunla birlikte, Avustralyalı, 'çılgın' konuşma terapisti Lionel Logue'u çok seviyorsunuz, devreden çıkmasını hiç istemiyorsunuz.
Londra'nın en şahane ve huzurlu mekanlarından olan upuzun, yemyeşil, tertemiz olan parklarından birinde hızlı hızlı yaptıkları yürüyüşteki tartışmalarında ‘Bertie’ yani Albert Frederick Arthur George, yani Kral George VI'nın Lionel'e haksız yere kızmasına içerliyorsunuz, kısa zamanda barışsınlar istiyorsunuz.
*****
Sonrası mı?
E, bu en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu dallarında Oscar kazanan filmi benim bunca anlatmama rağmen hala seyretmediyseniz bir zahmet izleyin, herşeyi de benden beklemeyin;)

Yalnız benim anlamadığım bir nokta var;
Bertie yani bizim the King'le Speech Therapist Lionel parkta kavga edip yollarını birbirlerinden ayırıyorlar ya...
Ancak filmi izlerseniz/izlemişseniz bu ikisinin birbirleri için önemini ve değerini anlayabilir, hissedebilirsiniz.
Peki neden bu kadar zor yakalanan bu önemi bir saman aleviyle yakıp birbirlerinden vazgeçiyorlar?
Birinin bir diğerinden bu kadar kolay vazgeçmesine sebep ne olabilir?
Kim kazanır, kim kaybeder, kime yazık olur, kim hiç olur bu vazgeçişte?
Çok geç olmadan dönülecekse kim dönmelidir geriye; giden mi, kalan mı?
Peki ya bir daha hiç kimse, kimseye dönmeyecekse Bertie'yle ömrü boyunca Be-Be-Berrtiieeee diye dalga geçilmesine, hak ettiği o taca ve beraber sarf ettikleri onca zamana/çabaya, kurdukları bağa yazık olmayacak mı? :((
Biri, bir diğeri gibisini bulabilecek mi bir daha?

Not: Konuşma zorluğu, yetişkinlerle birlikte çocuklarda da sıkça rastlanan bir engeldir ve hayat kalitesini ciddi ölçülerde olumsuz olarak etkilemektedir.
Filmde de gördüğümüz gibi bu engel "Konuşma Terapistleri/ Speech Therapists" tarafından doğru eğitim ve yoğun çalışmayla çözülebilmektedir.
Yeni konuşmaya başlayan çocuklar için bu konuda harika çizgi film "Sookie&Fin"i yaratan ve bunun dvd'lerini yapan girişimci arkadaşım Pınar'la gurur duyuyorum.
Dvd' leri www.amazon.co.uk 'den satın alabilirsiniz.
Pınar'a sormak istediğiniz birşey varsa da iletişim bilgileri için bana e-mail gönderebilirsiniz.


Nes, the therapist...

Yazı tarihi: 08 Mart 2011

6 Mart 2011 Pazar

Sapphire İstanbul

Türkiye'nin ve Avrupa'nın en yüksek binası olan "Sapphire İstanbul" 4 Mart 2011'de 4.Levent'te açıldı.
Binada alışveriş merkezi, konut ve ofislerin yanısıra 236 Metre yüksekliğindeki teras ilgi çekiyor.
Bu terastan İstanbul'u seyretmenin bedeli 15 TL.

Terasta aynı zamanda 3 boyutlu İstanbul simulasyonu da gösteriliyor. İzleyenler bu gösterimin "Sapphire" e, mistik bir hava kattığını belirtiyorlar.
Sapphire, bir zamanlar benim de çalıştığım ve zamanının ilk gökdeleni olarak yapılan Sabancı İkiz Kuleleri'nin tam karşısında.
İkiz'lerin yeni gözdeyi boynu bükük bir kıskançlık halinde izlediklerine eminim.
Ben de uygun bir zamanımda bu terasa çıkarak, açık bir günde İstanbul'u bu yükseklikten izlemeyi istiyorum.
Bu aralar işten başımı kaşıyamıyorum. O yüzden belki biraz daha bekler Nisan ayında Amerika'dan gelecek arkadaşımla giderim ilk kez.
Sizin de yurtdışından gelecek misafirleriniz olursa bence birlikte gidilebilecek hoş bir etkinlik.

Bu arada bilmeyenler için safir hakkında kısa bir bilgi;
Safir Gökyakut taşı demektir.
Dünyanın en değerli taşlarından biri olan safir taşı; sert, ısılara dayanıklı ve genellikle mavi renktedir. En kıymetlisi berrak ve derin mavi olanıdır. Mavinin koyu tonları ve lacivert safirler çok yaygın olsa da, pembe, kırmızı, turuncu, sarı ve yeşil gibi çeşitli renklerde safirler de mevcuttur. Safir, bayanların yanı sıra erkekler tarafından da ilgi gören nadir taşlardandır.
Çok değerli bir taş olması safiri aranılır bir hale getirmiştir. Bugün bilinen en büyük safir; 563 karat büyüklüğündeki Hindistan Yıldızı’dır. Bu taş, New York Doğal Tarih Müzesi’nde teşhir edilmektedir. 330 karat büyüklüğe sahip olan bir diğer safir ise Asya’nın Yıldızı adlı taştır ve Washington DC’de sergilenmektedir.
Dünyada en değerli ve ünlü safirler Hindistan’dan çıkmışlardır. En iyi mavi safirler; Burma, Sri Lanka ve Hindistan’da çıkarılmaktadır. Tayland, Avustralya ve Nijerya kaynaklı safirler koyu mavidir. Neredeyse siyahmış izlenimi verirler. Bunlara “gece mavisi safirler” de denilmektedir. ABD’de üretilen safirlerde ise çekici, metalik mavi bir ton ağır basmaktadır. Bunlar dışında Kamboçya, Brezilya, Kenya, Malawi ve Kolombiya diğer safir kaynaklarıdır.
Safir taşı için kalp ve böbrekleri kuvvetlendirdiği, vücuttaki tüm salgı bezlerini harekete geçirici özelliği bulunduğu söylenir. Psikolojik olarak ise; inancı güçlendirerek kişiye güven verdiğine, şefkat duygusu vererek ruhsal duyarlılığını artığına, özgürlük hissi verdiğine, sezgiyi kuvvetlendirip konsantrasyonu artırdığına inanılır. Aşkta bağlılığı sağladığı ve yanlış davranışları engellediğine inanılır.
Kaynak: http://www.siriusdiamond.com/pirlanta/index.php/2009/safir-tasi-nedir-hangi-renklerde-bulunur/

p.s. 6 ay önce ilk kez Londra'da farkına vardığım, İngilizcesi "Sapphire", Türkçesi "Safir" olan bu kelime o andan beri beni çok etkiledi. Söylemesi, duyulması, anlamı ve önemi çok özel, güzel ve elit bir kelime bence.
O andan beri "Safir" benim kelimem.
Bunu bir kenara yazın, ilerde "Safir/Sapphire" kelimesini benim hayatımda duyuyor olabilirsiniz.

Nes, the Safir!

www.NeVital.com (Hayat nefes, hayat nefis...)

Yazı Tarihi: 06 Mart 2011