29 Eylül 2011 Perşembe

Gökhan Türkmen- Yan Sen(Akustik)

Son birkaç gündür günde 1500 kere dinlediğim yeni takıntım:
" Gökhan Türkmen- Yan Sen"

Gece boyunca gördüğüm özlem dolu rüyalar sonrası sabahı hıçkırıklarla açtık, hayırlara vesile olsun inşallah...

YAN SEN
Hiç aklıma gelirmiydi bu ayrılık
Kendime soruyorum cevap yok neden ayrıldık
Hiç hesapta yokken böyle durup dururken
Yine aynı telaş yine aynı hüzün yeniden yalnızlık
Ah acıyor bak canım bazen
Ama gel diyemem gelme hiç diyemem
Yar dönüyor bak tüm aşklarım bazen
Sende dön diyemem yanma hiç diyemem
Yan sen
Bir ses gibi herkes gibi dünler gibi yan
Geçtim tüm hayaller gibi düşler gibi yan
Git ne yapıyorsun ben nasılsa görmeyeceğim
Sonra geri dönme ölsen dönmeyeceğim

25 Eylül 2011 Pazar

Koç Oya Sütçü'nün tarifiyle "Koçluk nedir?"

Koçluk nedir?

Koçluk istemekle başlar. İsteyen taraf koçluk alan kişidir. Koçluk alan, hayatında bir şeyleri farklı
yapmak isteyen, kendini bulmak isteyen, gelişmek isteyen, dönüşmek isteyen, ne istediğini bulmak
isteyen ama illa ki isteyen kişidir.

Koçluk süreci bir yolculuktur. Ulaşılmak istenen bir yer vardır. Bazen yol karanlıktır, aydınlanır;
kapalıdır, açılır; dolambaçlıdır, düzelir; sisten fark edilmiyordur, fark edilir; hatta bazen yol yoktur,
bulunur; tektir, çoğalır. Koç, koçluk alan kişiye bu yolda eşlik eder.

Koçluk sürecinde koç ve koçluk alan kişi vardır. İki kişinin birlikte olduğu bir süreç gibi görünse de
aslında tek kişi yani koçluk alan kişi üzerine odaklanır. Koç, kişinin kendi deneyimini yaşamasına izin
verir, bu süreçte odak noktası hep koçluk alan kişinin istekleri, hayalleri, kaynakları, hedefleri, zamanı
vs’dir.

Koçlukta koçluk alan kişi;
  • Ulaşmak istediği yeri kendi seçer.
  • Alternatif yolları kendi bulur ve hangi yoldan gideceğine karar verir.
  • Ulaşım aracını, ne kadar hızlı gideceğini, araçta kimlerle seyahat edeceğini, nerede mola
vereceğini, nerede güzergah değiştireceğini kendisi belirler.

Koçun rolü ise;
  • Güçlü sorular sormak
  • Koçluk alan kişinin sesini kendisine duyurmak
  • Gerçekten anlaşıldığını ve dinlendiğini hissettiği bir ortam sağlamak
  • Onu yolda tutmak ve yol arkadaşlığı yapmaktır.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Ne yer ne içerim, ne okur neyi severim

Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems- Sinan Yağmur  

Solda gördüğünüz, sırasıyla aşağıya doğru giden kitaplar bu aralar okuduğum kitaplar.
Bazıları çok yeni bazıları uzun zamandır elime takılanlar.
Mesela "Aşkın Gözyaşları" salon kitabım.
Yani salonda duran kitabım. Televizyonun karşısındaki güzel kanepeme uzandığımda okuduğum kitap. Elime alıyorum, başlıyorum okumaya, bir telefon geliyor bırakıp hoop kendimi 3 dakikada dışarı atıyorum bazen. Bir sonrası, ne zaman o şekilde oraya oturursam, o zaman kaldığım yerden devam etmeye kısmet.
Bazen ertesi gün, bazen günlerce elime alamadığım oluyor.
Tanrılar Okulu- Stefano Elio D'Anna
Tanrılar Okulu'nu annem almıştı bana. O dönem yine elimde başka kitaplar vardı, onlara dalmıştım -kimbilir hangileriydi- birkaç sayfa okumuş sonra bir kenara bırakmıştım Tanrılar Okulu'nu.
Geçenlerde bir arkadaşımla konuşuyorduk bu kitabı, bende olduğu ama okumadığım aklıma geldi. Eve gelir gelmez kütüphanemden aldım kitabı ve okumak üzere açtığımda ilk sayfasında el yazısıyla yazılmış şu yazıyla karşılaştım:
"Yavruma,
Şansın açık olsun
12-8-2007, Ankara, Annen"
Allah kahretsin o nasıl bir ağlama size anlatamam, içim çıktı zannettim. Bak şimdi yine boğazım düğümlendi, burnum sızladı.
2007'de, 2009 ve sonrasında yaşayacaklarımızdan haberimiz yoktu. Annem Ankara'da ben İstanbul'da hayatın rutininde günlerimizi geçiriyorduk. Süreklilik gösterince şikayetçi olduğumuz, bozulunca da adamı darmadağın edeni hayatın rutini!
Okuduğum her kelimede annemi daha çok, daha da çok özlüyorum. İçimdeki boşlukla başbaşa kalmamak için ağdalı ağdalı okuyarak kitabı bitirmemeye çalışıyorum.
Başucu kitabım Dreamer'la yatıp Dreamer'la kalkıyorum anlayacağınız...

The 4 Hour Workweek- Timothy Ferriss
Robert Kiyosaki'nin yıllardır meşhurluğunu sürekli arttıran gerçek bir bestseller olan kitabı "Rich dad- Poor dad"in sonrasında bu tarz kitapları arada okumam gerektiğine karar verdim.
Benim gibi kendi işini yapan ya da yapmayı düşünenler için çok faydalı bilgiler var. Herşeyden önce süper bir motivasyon kaynağı.
"Zengin Baba- Fakir Baba"yı okumayı bitirdikten sonra kendimi Bill Gates'ten ya da Donald Trump'tan bile daha akıllı, daha zengin ve daha işbilir psikolojide hissediyordum, ötesini siz düşünün yani...;)
One Last Dance Patrick Swayze- Wendy Leigh
İstanbul, Londra ve Atlanta(Georgia, Amerika) arasında mekik dokuduğum hayatımın Atlanta bacağında Amerika'nın meşhur zincir kitapçısı Barnes&Nobles'da gezinirken bu kitabın kapağını gördüğüm an alacağımı biliyordum. Önce "Dirty Dancing" sonra da "Ghost" filmlerindeki harikulade performansları ve yakışıklılığıyla hep ilgi odaklarımdan olan Patrick Swayze, ilgimin en yükseğini ölümüyle çekti. Gözler önünde, günden güne ve kısa sürede ölmesi çok can sıkıcıydı. Ölümünü tüm dünya sadece izleyebildi. Maalesef ki o da biçare hastalık pankreas kanserine yakalanmıştı. Aynı annem gibi, teşhis konulduğu ilk günden beri bu son biliniyordu. Saniye saniye, an an, bu kaçınılmaz ve değişmez son satırı satırına senaryoya uygun işliyordu. Pankreas kanseri bizim ocağımıza ot tıkamıştı, aynı kaderdeki başka hayatları da okumak istiyordum. Eğer insan tüm bu sıkıntılı günlerde yalnız olmadığını, başkalarının da benzer şeyler yaşadığını öğrenirse kendini daha kuvvetli hissediyor. Kitabı alma ve okuma sebebim budur.
Patrick'in bale öğretmeni olan ve hayatını şekillendiren annesinin yönlendirmesiyle süper bir dansçı olduğu, karşı konulamaz elektriği ve çekiciliğiyle yıldınızın parlamaya başladığı gençlik yıllarındayım şimdilerde...

Fairy Tales - Hans Andersen
Açıkçası şu an itibariyle kitaptan ve masallardan içime daral gelmiş durumda ama genel kültürüm açısından bu masalları bilmek istiyorum.
Biraz daha kasacağım sevebilmek, sayfalarda sürüklenebilmek için.
Sonrasında hala yıldızım barışmazsa kendisini sevgili kütüphanemin şahane rafları arasına kaldıracağım, buradan tüm din kardeşlerime duyurulur:)
Sevdalinka- Ayşe Kulin
Toplamda 18 saat süren ve bunun 13 saati bizzat havada kaldığım Amerika yolculuğumun İstanbul-Atlanta gidişi kısmında okuduğum kitap.
Ayşe Kulin okumayı severim ve fakat buna rağmen henüz açmadı bu kitap beni.
Hans amcanın Andersen masallarına yapmayı düşündüğümü bu kitaba yapmam ama; çatlasam da patlasam da bu kitap okunacak, bitecek, özümsenecek, tamam mı cicim?;)

Arzunun Botaniği- Michael Pollan
The New York Times Bestseller

Mesleki kitap diyelim. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine almıştım.
Arka sayfadaki bir cümle şu mesela:
"Pollan sadece doğal yaşam üstündeki etkilerimize değil, kendi doğamıza da ışık tutuyor. Nefes kesici"  
Kısmet olur da onlarca sayfalık "Giriş"i geçebilirsem 1.bölümü okuyacağım. Değecek bir kitapsa tavsiye ederim okursunuz. Bu kitaptan bir daha haber alamazsanız unutun gitsin.
Healthy Eating During Chemotheraphy- Jose van Mil
Bu konu hakkında yüzlerce belge/kitap/makale/internet yazısı vs okudum diyebilirim. Hayatım boyunca da okumaya devam edeceğim. Bildiklerim biçare bir kişinin bile işine yararsa benden mutlusu yok. Hayatımdaki en saygıdeğer ve önemli insanlardan biri olan sevgili hocam Onkolog Prof.Dr.Aytuğ Üner'in bana bu konudaki katkıları ve bilinçlendirmesi çok değerliydi.
Yakınınızda kemoterapi alan olsun ya da olmasın, lütfen ama lütfen siz de bu konuda birşeyler okuyun, bilgilenin ve birşeyler yapın. Çünkü bu başınıza geldiğinde acınız yerlere göklere sığmıyor, hiç olmazsa hazırlıksız yakalanmayın:(

Glutensiz Tarifler- Çölyaklının Mutfak Rehberi- Hayriye Vural
Bu kitabı okumak istememin özel bir sebebi yok, sadece merak.
Amerika ve Londra'da yaşayınca döndüğünüz her köşebaşında "Gluten-free"kelimesine çarptığınızdan bu konuda bilgisiz kalmak olmaz diye düşündüğümden....
Anlaşıldı merkez?
Massage & Aromatherapy- Mark Evans, Suzanne Franzen, Rosalind Oxenford
Bu kitabı okumuyorum tabi ki de.
Sürekli bana yakın biryerlerde, ara ara bakıyorum diyelim.

Lavender- Tessa Evelegh
Beni tanıyanlar bilirler. Hayattaki en büyük tutkularımdan biri "Lavanta"
Lavanta'nın çeşitleri, özellikleri, yetiştirilmesi, bakımı, kullanım alanları, lavantalı yemek tarifleri ve akıl üşütecek kadar güzel lavanta tarlalı fotoğraflar.... Bir de sayfaları lavanta kokan yapsalar yastığımın altına koyup yatacağım yeminlen :)







Serenad- Zülfü Livaneli ise en son okuduğum, geçen hafta biten kitabım.
Aslında çok uzun zamandar Zülfü Livaneli'nin "Sevdalım Hayat" kitabını okumak istiyordum ama fırsat olamıyordu. Serenad çıktığı ilk günler hemen aldım sanki bu açığımı kapatmak istermişçesine.
Hikayenin gerçeklik kısmı, pankreas kanseri, büyüleyici aşk hikayesi, Yahudi soykırımı, Struma gemisi, Maya, Nadia ve Serenad.
Keşke kitabı okurken bu keman serenadını dinlemenin bir yolu olsaydı, ne çok isterdim...


Bundan sonra okumayı planladığım yoldaki kitap ise Elif Şafak'ın "İskender"i.
Canımın bana tavsiyesi. O oku dedi; gözlerim şişse, 1 saniyecik vaktim olmasa bile illa ki okuyacağım bir kitap.
Zaten sanmıyorum ki bundan sonra Elif Şafak'ın okumayacağım bir kitabı olsun.

Ve tüm bu kitap dünyasından başka takip ettiğim gazete köşe yazarları, dergiler, günlük koşturmaca ve elbette çoook ama çoook severek çok çalıştığım işim.

Hani "sen ne yer ne içersin, ne okur ne seversin" diye merak edip bana soranlar var ya, umarım onlara cevap olabilmiştir bu yazdıklarım. En azından okuma tarafına.
İşte bunlardır sebep bu vakur duruşuma!
E bu kadarcık farkımız olsun etraftaki tüm baldırı çıplaklardan değil mi efem?;)

Hıımm bir de bizim de kendimize göre bir sevdiğimiz vardır elbet efem, bilemezsiniz bu işlerde kime niyet kime kısmet, değil mi efem? ;))

Nes, kurtların kurdu the kitap kurdu:)

2 Eylül 2011 Cuma

Duluth

Duluth... tanıdığım en zeki, en karizmatik, en eğlenceli ve en yakışıklı erkeklerdendi.
Yakışıklı denemezdi, nefes kesiciydi.
Gözleri söylediklerinden başka bakardı.
Oysa ben en az sözlerini dinlediğim kadar gözlerine de bakmayı severdim.
Ve bu ikisi arasındaki, üstün beceriyle gizlediği çelişkileri yakalamaya çalışırdım. Başımı döndüren bir durumdu bu. Evet, çünkü her yeni çelişkisini keşfimde, kendimi ona başkalarından bir adım daha yakın hissederdim.
Ona diğerlerinden yakın olmak ne kıymetli bir ayrıcalıktı.

Sarsılmaz bir özgüveni vardı. Buna kibir denilebilir miydi? Ya da ukalalılık?
Kimi zaman belki...
...ve buna rağmen o dağ gibi kibirin altında kollarına sığınmayı özlemle isteyeceğim kadar dağ gibi sağlam duran bir erkek olduğunu bilmek dünyanın en büyük lütfuydu bana.
*****
Sabahlara kadar konuşsak yine de konuşacaklarımız bitmezdi onunla.
Konuşulacaklara mı yoksa birbirimize mi doyamazdık da bu kadar bitmezdi acaba?!
Dünya umrumda değildi onun yanında olmaktan, onun yakınında kalmaktan başka.
Onunla gülmekten, bir daha onu ne zaman göreceğimi düşünmekten başka.
Varsın dönsün dünya, ben onunla olmayı yeğlerdim dünyanın geri kalanına.
*****
Duluth...
Yakışıklı değil, nefes kesiciydi.
Hem iyi kalpli hem nefes kesici.
Yeşilimsi, çocuksu gözleri çakmak çakmak, muzur muzur bakardı hep.
Hem annesiymişim gibi çocuksu hem çocuğunun annesi olmayı isteyeceğim kadar etkileyici.
Duluth bu işte...
Onu tanıdığım o güzel Pazar gününden beri aklımdan çıkmayan, aramızdaki "herşeyden" oluşan tüm o güzelim duyguları isimleştiremediğim ve her geçen saniye daha çok "canım" olan Duluthhhh...
Geçmiş zaman arkadaşım, şimdiki ve gelecek zaman sevgilim, gözbebeğim, canım...
Duluth, aşkım!


Nes, ask(me if...)

Yazı tarihi: 02 Eylül 2011