26 Ağustos 2012 Pazar

Ben & Marilyn





18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bayram - Can Yücel

Ben sevdiklerimden ayrı geçirdiğim hiçbir bayramı sevmiyorum, sizin sevdikleriniz varsa, yanınızdaysa ve aşağıdaki satırlardan hiç olmazsa birkaçını diyebiliyorsanız ne mutlu size,
İyi Bayramlar...


Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram oldugunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek,
kurda kuşa yem olmayıp "çok sükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmus bir
ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek,
korktuğunda güvendigine sarılabilmek,
dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede
üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle
okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmistim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış
ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son
taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda
karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta
ölebilmek bayram...

Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.

Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!
  

Can Yücel

3 Ağustos 2012 Cuma

Olağanüstü bir yakışıklıyla olağan bir durum

Sahil kenarında bir cafe'deyim. Bakmayın sahil kenarı dediğime, şu an oturduğum yerden denizi göremiyorum bile. Oysa sadece bir cadde var arada, orayı geçince masmavi deniz karşınızda. Bisiklete binenler, paten kayanlar, yürüyenler, koşanlar, sevgilisiyle sarmaş dolaş dolaşanlar ya da çimlerin üzerinde keyif yapanlar.
Bendenizse, kaç saattir olduğunu bilmediğim bir zamandır bu cafe'deyim. Aynen bu haftanın diğer günlerinde olduğu gibi. Ve bir önceki haftanın. Ve ondan önceki haftanın...
Bazen bir yeri seversiniz; sebebini bilmeden, düşünmeye, sorgulamaya gerek görmeden...
Her seferinde "başka yer olsun bugün" diye yola çıktığım halde bir bakıyorum ki yine aynı cafe'ye gelivermişim.
Anlaşılan duygularıma ve o duyguların oluşturduğu alışkanlıklara bağlı kalmayı seviyor ve istiyorum ben.
*****
Değişik yüzler görüyorum burada. Gözlerim ve aklım lap-top'ımda ilerlerken hiç farkında olmadan kulağımın biri etraftaki konuşmalara kayıyor kimi zaman.
Bir sürü değişik hikaye; çoğunluğu sevgililerin bildik cilveleşmeleri, flörtleri ve birbirlerine nazlanmaları.
Aileler, öğrenciler, tek tabanca takılanlar, ofis toplantıları, izole bir köşede kitap okumak isteyenler, niye olduğunu bilmeden her seferinde aynı cafeye, o cafe'deki aynı masaya, aynı koltuğa gelenler...
*****
Giriş kat, duvar kenarı, köşedeki masaya oturmaya alışmışım. İçeri girer girmez gayri-ihtiyari oraya yöneliyorum.
Hay Allah bugün hepsi dolu. Kalabalık bir grup var; 8-10 kişi dağınık oturuyorlar orada.
Sadece en kenarda onlardan ayrı olduğu belli olan bir adam tek başına oturuyor. Göz ucuyla yokluyorum adamı, acaba şimdilerde kalkma ihtimali var mı? Daha içimden geçirmeden adam düşüncelerimi okumuş gibi alıyor tasını tarağını kalkıyor. Ya şanslıyım ya da kem gözlü :))
Bayılırım o köşeye, kimseye kaptırmadan hemen yerleşiyorum...
*****
Masalar birbirine o kadar yakın ki, iç içeyiz. O kalabalık gruptan biri gibi hissediyorum kendimi. Bakmıyorum, sadece kendimle ilgiliymişim gibi durmaya çalışıyorum ama tüm muhabbetlerine ortak oluyorum ister istemez. Şamata gırla gidiyor, nasıl da komik ve eğlenceliler. Gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum. Koyverir de gülersem çok ayıp olur onları dinliyormuşum gibi.
Kulaklığımı takıp müziğimi açıyorum kendimi soyutlamak için.
Sanırım işe yaradı ya da onlar bir anda sessizleştiler, pek birşey duyamıyorum şimdi.
Ama ekranıma bakarken karşı çaprazımda oturan adam dikkatimi çekiyor. Abartmadan, gözucuyla bakıyorum. O da bana bakıyor. Gözgöze geldiğimiz anda hemen bakışlarını benden çevirip ekranına dönüyor.
Saniyenin onda biri kadar bir zamanda olan bu olayda kalbimdeki bu fişeğe anlam veremiyorum. Sanırım kızardım ve aynı anda beynim kulaklarımdan, kalbimse ağzımdan çıkıyor şu anda.
Ama niye?! Kendim bile çözemiyorum bunu.
Saniyeler geçtikçe yavaş yavaş toparlıyorum kendimi.
Kilitlenmiş bir şekilde, gözümü kırpmadan tam karşıma, ekranıma bakıyorum ama nafile.
Ekran flu, az önce ilk kez gördüğüm karşımdaki adamın görüntüsü gözlerimin önünde. Beynim bunu tekrar tekrar bana göstermeye devam ediyor.
O kadar yakın oturuyor ki bana, bakmasam da silueti gözümün önünde, bendekine benzer bir donukluk onda da belli ediyor kendini.
*****
Öyle olur ya insana; bakmamaya çalıştıkça gözü kayar istemsizce. Hay Allah, yine bir saniyeliğine gözüm kayıyor ve aynı anda onu da bana bakarken yakalıyorum yine. Şimdi, az evvelki gibi gözlerini kaçırmıyor, tam aksine gözlerimin tam içine bakarak gülümsüyor bana.
Önce "merhaba" diyor. Sonra benim masamın altında duran fişe takılı bilgisayar şarjının beni rahatsız edip etmediğini soruyor. "Size lazımsa ben çekebilirim" diyor.
Sanırım "hayır" diyerek teşekkür ediyorum.
Bu sefer biraz daha uzun bakıp konuştuğum için idrak ediyorum;
yeni birine bakmayalı o kadar uzun zaman geçmişti ki, bu adam bana unuttuğum bir heyecanı hatırlatmıştı.
Yıllardır gözlerimi kapattığım ya da görüp de hiç farketmediğim bir yakışıklılığı vardı ve güzel konuşmasına hayran kalmamak elde değildi.
Hayır, beynim kulaklarımdan çıkmıyordu, sadece bu adamdan etkilenmiştim.
Ve tüm bunları düşünürken dışarıdan beni görenler ful konsantre işimi yaptığımı düşünebilirlerdi.
Herşey çok normalmiş gibi.
*****
Aslında evet gayet normal olan bu diyalog beni zamansız ve hazırlıksız yakaladığı için böylesine dağılıyorum.
Sonra, aniden, birdenbire korkunç bir huzursuzluk kaplıyor içimi.
Derin bir suçluluk duygusu.
Dipsiz bir ihanet günahkarlığı.
Berbat, tatsız bir kendimle hesaplaşma
Ucu gözükmeyen bir boşluk,
İçimi sızlatan, onunla nasıl başa çıkacağımı bilmediğim büyük bir özlem...
*****
Yine sığamıyorum olduğum yerlere.
Göz ucunda parlayıp aynı hızla sönen bir bakışın heyecanı kadar çabuk bitebilse bazı duygular
Mutluluğa atılan her adımı paçasından yakalayıp aşağı çekmese
Hadi hepsinden geçtim, şu kahrolası özlemini yadigar bırakmasa içerlerime...
*****
Bakalım olabilecek mi?
Bakalım ne zaman?...
*****

Yazı tarihi: 03 Ağustos 2012