23 Eylül 2014 Salı

Okumak nedir? (Çetin Altan)

Çetin Altan'ın olağanüstü anlatımıyla "Okumak" nedir...

*******

Okumak nedir?

Şeytanın gör dediği  |  Çetin Altanc.altan@bnet.net.trTüm Yazıları »
İnsan niçin okur?    Öğrenmek için.
Düşünmek için.
Zevk almak için.
*
En sıkıntılı olan birincisidir. Öğrenme merakının henüz yeterince gelişmediği okul yaşlarında; çocukların ders çalışmaya, yani okuyarak öğrenmeye zorlanmaları, büyük ölçüde kitaplardan soğutur onları...
Lise diplomamızı aldığımız gün kaç arkadaşım, ders kitaplarını cayır cayır yakarak, o baş belası ciltlerden öç çıkarmanın sarasına tutulmuştu.
İçinden gelmediği halde zorunlu olarak öğrenmek için okumak...
Ve doğal bir tepkiyle kitaplardan nefret etmek...
*
Çocukta öğrenme merak ve zevkini uyandıramadan, onu baskıyla ders çalışmaya itmek; börek pişirme keyfinden yoksun kişiye, yufka açma taklidi yaptırmak gibi bir şey...
Ne onun yufka açma taklidiyle yufka açılır, ne de börek olur.
Olsa olsa sıkıntılı geçen yıllar sonunda bir diploma indirilir cebe...
*
Çocukta öğrenme merakını uyandırma sorunu çok başlı bir sorun.
Önce aile ortamında böyle bir merak var mı?
Sonra bu merakı uyandıracak anlatım ve enerji yeteneğinde kaç öğretmen bulabilirsiniz?
Yarısının boşa gideceğini bile bile nefes tüketmek kolay değil.
*
Hukuka ilk girdiğim yıl Anayasa dersinde rahmetli hocam ve dostum Bülent Nuri Esen bir Fransız Devrimi anlatmıştı, bayılmıştım.
O çekimledir ki o tarihten on beş yıl sonra Milliyet’te Fransız Devrimi üstüne genişçe bir diziyazmak özlemi duydum.
*
Bir konuyu, dinleyenlerin bir daha unutamayacağı bir biçimde anlatmak...
Bunun için hem konuya egemen olmak gerekir, hem de anlatmayı doludizgin sevmek... Belki o zaman öğrenmeye ve öğrenmek için kendi özgür iradesiyle kitap okumaya karşı bir merak uyanır çocuklarda...
Ama yine de toplumun üstüne çıkmış dehaların ürettiğini, yaşamla henüz bütünleşmemiş ve sönük ortamlardan gelmiş Liliputlar dünyasının beynine yansıtmak kolay değildir.
*
Düşünmek için okumak, ayrı bir eğilimdir. “Düşünce”nin yaşamda yarattığı tılsımı sezmedikçe gerçekleşemez.
Gördüğünü tekrarlamanın ötesinde, doğayla onun parçası olan toplumu, koşullanmalardan arınmış olarak bir kez daha yorumlama özgürlüğünü arama çabalarıdır düşünmek için okumak...
En azından temel kültüre dayalı belirli bir düzey ister...
*
Zevk almak için okumak ise, bir sanat tutkusu, hatta sarhoşluğudur.
Müzik dinlemek kadar ruhsal doyumların uzaylarına götürür insanı.
Harflerin zincirlerinde büyük ozanların elektron cümbüşleriyle gerçek yazarların anlatım ışınlarını görürsünüz.
Bir başka yaratıcılığın ve estetiğin, ölüm dışı projektörleri tarar yüreğinizi...
*
Zevk almak için okumak...
Çağımız bu zevki sinemaya ve görüntüye dönüştürüyor artık.
Bizim kuşak, kitaplarıyla övünen bir kuşaktı. Gelecek kuşaklar CD sayıları ve çeşitleriyle övünecekler. Ama harfler ekran görüntülerinin ruhunu oluşturarak arşivlere süpürülse bile, insanlığa armağan ettikleri mucize zevkler hiç unutulmayacak...
Tarih: 23 Eylül 2014

10 Eylül 2014 Çarşamba

İçimdeki Rehber- Öykülerle Psikoterapi (Sümer Öztanrıöver)

Hiçbir şey için "Benimdir" deme.
Yalnızca "Yanımdadır" de.
Çünkü ne altın, ne toprak,
Ne sevgili, ne yaşam,
Ne ölüm, ne huzur, ne de kader
Her zaman seninle kalmaz
D.H. Lawrence

*****
"Küçük adamın aradığı başkasında, büyük adamın aradığı kendinde bulunur."
Konfüçyüs

*****
"Ya ümitsizsiniz ya da ümit sizsiniz...
Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz"
Behçet Necatigil

*****
Siz ve ben, burada beraberce birçok kitap okuduk. Yani ben okuduklarımı sizi baymadan, yormadan çok da uzatmadan yazmaya çalıştım.
Motamot "kitapta böyle denmiş, şöyle yazılmış"lardan kaçarak daha çok okurken bana hissettirdiklerini anlatmayı yeğledim.
*****
Dün akşam şimdiye kadar yazdığım birçok yazımı gözden geçirdim. Kendi geçmişime yolculuk yaptım.
2008'den beri burada tepenizdeyim. Ne çok şey yazmışım; ne çok anı, duygu, hiçlik, noksanlık, bütünlükle beraber; kitap, film, konser, tiyatro, bale, müzik vs. anlatmışım.

Kendime eleştirel gözle bakmaya çalıştım.
Büyümüş müyüm bunca zamanda?
Yoksa tekrara mı geçmişim, kafa kafa serpilmiş ya da olduğum yere mıh gibi çivilenmiş miyim?
Bütüüün bu yazdıklarım, okuduklarım, gittiklerim, geldiklerim bir yandan girip bir yandan çıkmış sadece vitrinlik mi olmuşlar bana?
Ya da "İçimdeki Rehber"de bana yoldaş olabilmişler miydi?
*****
Bir dakika nerede kalmıştık...
Hah hatırladım.
Ben size en son okuduğum "İçimdeki Rehber" kitabından bahsediyordum.

Hadi gelin bugün bir değişiklik yapalım;
Ben kitabı hiç anlatmayayım ama onun yerine size bir ödev vereyim.

Sakin bir yere gidin, ahenkli bir müzik koyun, kendinize bir çay ya da kahve yapın, rahatça bir koltuğa yaslanın ve götürün kendinizi o eşsiz yolculuğa.
İçinizdeki rehbere ulaşın, korku ve endişelerden arınmış, doyumlu ve anlamlı bir yaşam için, hayır diyebilmek, önce ben diyebilmek için, tüm "-meli, -malı"lardan arınarak içinizdeki rehberle başbaşa kalın.

*****
Cevaptan hoşnutsanız ne mutlu size, yok daha yolum var diyorsanız okumaya, yazmaya, yaşamaya, yorulmaya ve mütemadiyen ayarlarla oynamaya devam.

Hadi bana müsade, yapacak çok işim var, sevgili arkadaşım Demet Bayraktar Evren'in bana armağan ettiği, Metin Hara'nın "YOL" unu okuyacağım daha ;-)

Nessie, okur-yazar rehber

Yazı Tarihi: 10/09/2014


22 Ağustos 2014 Cuma

Aile Çay Bahçesi- Yekta Kopan

Pentimento bir resimde, ressamın kendisi tarafından yapılan değişikliklere verilen isimdir.

Kitapta sıkça kullanılan ve benim anlamını bilmediğim ve hatta daha önce hiç duymadığım bir kelimeydi "Pentimento"
Böylelikle bu kitabın bana kazandırdıklarını "Pentimento" kelimesi ve ilk kez bir Yekta Kopan kitabı okumak olarak sıralayabiliriz.


Yekta Kopan'ın " Aile Çay Bahçesi" adlı bu kitabı hikayenin ya da başka bir deyişle ailenin kahramanı Müzeyyen'nin gözünden anlatılmaktadır.
125 sayfa olmasının ve yalın dilinin etkisiyle ilk kez okuduğum Yekta Kopan'nın bu kitabı bir çırpıda bitti.
Lakin söylemeliyim ki çabuk okunmasına tezat; bana gerçek olamayacak kadar uçuk, sırf heyecan yaratarak okuyucuyu sürüklesin diye zorlanmış bir hikaye gibi geldi.

Aile ilişkileri, kız çocukların babalarıyla olan aşk-nefret ilişkisi, anne ya da babadan birini küçük yaşta kaybetmiş olmanın yaşattığı travmalar, kardeşler arası kıskançlık, sevgi, bağlılık, uzaklık ve karşı cinsle olan ilişkiler hepimizin hayatlarının parçası.
Kopan, bu sıradan yaşanmışlıkların tekdüzeliğini çok uçuk bir çıkışla yıkmaya çalışmış.
Açıkçası bu bana o kadar sürreal geldi ki kitabı bitirene kadar bunun Müzeyyen'in rüyası olduğunu düşündüm.
Bu sürrealitenin ne olduğunu yazara saygı olması açısından tabii ki söylemeyeceğim. Çok merak edenler alıp kitabı okusunlar; bir ya da bilemediniz iki gecede bitirip hayal gücünü zorlamanın sınırlarını görmüş olacaksınız.

Ve not: Aynen benim bu yazıyı yazmama vesile olduğu gibi sizin için de herhangi birşeye sebebiyet verebilir😉



5 Ağustos 2014 Salı

Bi Küçük Eylül Meselesi

Önümüzdeki hafta Bozcaada'dayız kısmetse.
Geçtiğimiz yaz abimler taaa Londra'lardan gelip tatillerini Bozcaada'da geçirmişlerdi.
11 yıldır ailecek Londra'da yaşadıkları için yazlar bizim için çok kıymetli. Şimdiye kadar her yaz 2-3 gün de olsa yaz tatillerinde onlara katıldım. Özlem gidermek için, beraber vakit geçirmek, zaten çoğunu kaçırdığım sevgili yeğenlerimin büyüme süreçlerini hiç olmazsa birkaç gün bir yerlerden yakalamak için yaz tatillerinde onlarla olmayı önemsedim.
Can yeleğinden kolluğa, kolluktan simide, simitten yalın ayak halalarının kucağına ve oradan da çoooktaaan balina gibi yüzdükleri yazlar ve yıllar birbirini kovaladı...
Şimdi bana tur bindiriyor keratalar ☺️🏊🏊🏊

*******

Geçtiğimiz yaz yani 2013 yazında ben hayatımın en ağır depresyonunu geçirmekteyken onların yanına Bodrum'a gittim. Bir hafta normalize oldum, güneşin ve suyun üzerini gördüm. Tatilin devamını onlar Bozcaada'da geçireceklerdi.

Çok istememe rağmen gitmek kısmet olmadı, üstüne düşmedim, bıraktım.

*******

Aradan geçen tam 1 seneden sonra ben hayatımın en ağır depresyonundan en mutlu günlerine geldim.
Sevdiğim adamla evlendim ve Allah'ıma binlerce şükür ki yaşadığım her şeye müteşşekürüm.
Ve aynı geçen yıl bu zamanlarda olduğu gibi abimler yine Londra'dan gelerek Bozcaada'ya gidiyorlar. Kısmetse bu sefer ben ve canım sevgilim de uzun bir haftasonu tatili için onlara katılacağız.
Büyük ihtimalle algıda seçicilik ama sanki bu ara herkes Bozcaada'da gibi.
Ada'nın en güzel otellerinden biri olan Kaikias Otel'in bugün instagramda paylaştığı harika görüntülerden sonra orada çekilen "Bi Küçük Eylül Meselesi" filmini izlemeye karar verdim.
Akşam sevgilim işten gelince başladık filmi beraberce izlemeye.

Söylemeliyim ki Bozcaada'nın o harika görüntüleri olmasa maalesef ki izlenilesi bir film değil.
Hem oyunculuklarını hem kendilerini çok beğendiğim iki oyuncu; Farah Zeynep Abdullah ve Engin Akyürek başroldeler. Oyunculukları yine çok güzel. Fakat senaryo olmamış. Gerçek değil, inandırıcılıktan uzak.
Artık dünyamızda öyle şeyler olmuyor.
Zengin, şımarık, güzel, başarılı, ultra şehirli İstanbul'lu bir kadın, saf ve iyi niyetli bir köy delikanlısına aşık olmuyor!
Ya da şehir erkeği köy kızına...
Aşkın karşılıklı çıkar ve maddi dünyalar hakimiyeti olduğunu ısrarla reddetsek bile bu özellikteki 2 genci birbirlerine körkütük aşık edecek manevi paylaşımları maalesef olamıyor....

Herkesin dengini bulacağı ve Bozcaada'da aşk yaşayacağı güzel günler diliyorum 😍😎💏👣🏊👙

Yazı. Tarihi: 5 Ağustos 2014

Nessie, Ada'lı

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Elhamdillüllah müslümanım!

Benim gibi kendi işini yapanların mesaisi hiç bitmez. Daha doğrusu çalışma saatlerimiz belli olmadığı için süregiden bir laptop'a yapışık yaşama halimiz vardır.
Evet, mütemadiyen cafe'lerden, avm'lerden, starbucks'lardan check-in yaptığımız doğrudur.
Hal böyle olunca da ofisteki 2 m2 kubik alanlarda içlerine darallar basan arkadaşlarımızın "hayat sana güzel" serzenişlerine sık sık maruz kaldığımız doğrudur.
Bin şükür, halimden çok memnunum ama bu check-in'lerin %99'unda orayı günlük ofisimiz bellediğimize dikkat çekmek isterim.
Neyse, uzun lafın kısası geçtiğimiz Cuma- dün- de benzer bir çalışma günümü Nişantaşı Zamane Kahvesi'nde sonlandırdıktan sonra işten çıkan sevgilimle buluştuk.

Hava mevsim normallerine göre oldukça ılıktı. Keyfimiz gıcır, biz tıngır mıngır Nişantaşı ara sokaklarının aylaklığına bırakmıştık kendimizi.

Birden kulakları sağır eden bir sesle irkildik.
Nasıl seçim öncesi bilumum otobüs, minibüs, araba, kamyon, traktör vb'ne konulan yüzlerce desibellik ses sistemleri bizi çıldırtıyorsa daha da yükseğini duyduğumuz için şokla karışık bir irkilmeyle sesin geldiği yere doğru döndük.
Karşılaştığımız görüntü daha da şok ediciydi.
Nişantaşı'nın orta yerinde, lüks bir cipte sadece gözleri gözüken peçeli bir kadın 4 camı da sonuna kadar açmış ve son ses kur'an yayını yapıyordu.
Bulunduğu sokağın hepsi, ana cadde, yan sokaklar, kaldırımdakiler, mağazalarından çıkanlar, camdan sarkanlar, herkes, hepimiz şoklanmış bir vaziyette bu duruma anlam vermeye çalışıyorduk.
Arabayı kullanan kadın hipnotize olmuş gibi sadece karşıya bakıyordu. Sanki biri onu kumanda ediyormuşcasına...
Ki çok geçmeden durum anlaşıldı. Hemen arkasındaki arabada 4 tane insan azmanı adam, simsiyah sakalları, nefret, kin ve terör püsküren bakışları ve hizmet ettikleri sözümona ideolojiyle taban tabana zıt deccallik akan nursuz yüzleriyle saldıracak yer arıyorlardı.

Biz daha iki adım oradan uzaklaşmadan bu provokasyonda tezgahlanan bağrışmayı duyduk.
Yoldan geçen yaşlıca bir adam kadının arabasını tıklayarak sesi kısmasını istedi. Hipnozdaki sağır! kadın adama bakmadı bile. Adamcağız daha ne olduğunu anlamadan arka arabadaki 4 deccal inerek yaşlı adamı itip kakmaya başladılar. Allah'tan civardaki esnaf hemen araya girdi ve kırmızı yanan trafik ışığı yeşile döndü de 4 deccal zar zor arabaya binip gittiler!!!

Nişantaşı'nın orta yerinde, ramazan ayında iftara az kala, Gazze'de masum halk öldürülür ve tüm dünya buna seyirci kalırken, Malezya yolcu uçağı yerden atılan bir füzeyle vurulup 300 kişiden kurtulan olmazken, Temmuz ayının ortasında İstanbul'u seller alırken ve Arap kızı hala camdan bakarken...

Elhamdülillah müslümanım...

Nessie, isyankar

Yazı tarihi: 19 Temmuz 2014



18 Temmuz 2014 Cuma

Oya & Bora - Yeni albümleri "Adı Aşk Olsun" /"Aşk Güzel Şeydir"



Garip kıyafetleri, enteresan halleri, çocuksu duruşları, çılgın bedüş görünümleri, hangi yıl olduğunu hatırlamadığım eurovizyon katılımları(sonradan baktım 1987'imiş) ve Oya'nın yaptığı çocuk seslendirmeleri ilk aklıma gelen Oya-Bora dendiğinde aklıma gelenler...
Bir de hiç unutamadığım bir şarkıları var ki damarrrrrrr!!!!
Kaç yüz milyon kere dinledim bilemem, her seferinde daha çok içime işleyerek, daha daha derinlerimde sızlayarak. İşte o şarkının sözleri aşağıda, kendisi yukarıda.

Sevmek Zamanı

Al aşkım beni yanına dalmışım sarhoşluğuna
Bir ömrü senle aşalım al uçur beni sonsuza
Kaybetmek varsa ne çıkar
Aşkta yer yok hiç korkuya

Öyle günler var ki baştan sonu gelmiş
Böyle istenmiş sen yaşamalısın
Ayrılık beter ölümden tanrı yazmasın
Aşkımı benden kimse ayırmasın

Biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun
Aşık olduk yüreklendik kader bizden yana dursun
Hasretliği çektirme Tanrım gözümüz yollarda kalmasın
Ne istersen al götür ama sevda bize aşk bize kalsın

Al canım beni yanına sevgiye çoktan acıktım
Sen miydin kaderden yana işte ben de sana düştüm
Kaybetmek varsa ne çıkar aşkta yer yok hiç korkuya

*******

Bu şarkıdan sonra ortadan kayboldu Oya-Bora. Onlar kendini kaybettirdi, biz de onları unuttuk. 17 yıl boyunca seslendirmeler ve film/dizi müzikleri dışında başka hiçbir ses duyamadık onlardan.
Bu hafta sevgili doktorum Ali Fuat Beşkardeş bana verdiği ödevler arasına bunca zaman sonra albüm çıkaran Oya-Bora'yı da ekledi.
Yeni albüm çıkarttıklarını bilmiyordum, hiçbir yerde reklamlarına, haberlerine rastlamadım buna dair. Eski bir dosttan haber almışçasına sevindim.
Ve doktorumdan ayrılır ayrılmaz da koşa koşa gidip yeni albümleri "Adı Aşk Olsun"ve "Aşk Güzel Şeydir"i aldım.
Aman Allah'ım bu ne haika bir albüm; A ve B olmak üzere 2 cd'den oluşuyor. O yüzden de albümün 2 farklı adı var. Her cd. de yaklaşık 20 şarkıdan toplamda 40'a yakın şarkıları var. Klasik Oya-Bora tarzı şarkılar, romantikler, pop'lar, sözleri inanılmaz anlamlı damarlar ve onlardan ilk kez dinlediğim türküler, ağdalı Türk Sanat Müziği eserleri ve vokalsiz enstrümantel şaheserler...

İyi ki hayatımıza tekrar geldiniz sevgili Oya-Bora, çok büyük bir boşluğu doldurdunuz.
Küsmeyin bir daha bizlere, siz adam gibi sanatçılardansınız, kendinizden mahrum etmeyiniz :-)

Nessie, aşksız olamayan...

Yazı tarihi: 18 Temmuz 2014




7 Temmuz 2014 Pazartesi

Julie&Julia



"You are the butter to my bread and the breath to my life" cümlesiyle hafızalara kazınmış harika bir film izledim az önce

"Your book's gonna change the world"... Julia Child'ın kocası der...

"I was drowning and she pulled me out of ocean" der Julie Powell kocasına

Julie Powell ve Julia Child isimli iki kadının gerçek hayat hikayesinin uyarlandığı oldukça eğlenceli bir film.

*******

Aslında aynen daha önceleri sizlere bu blog'umda defalarca kere yazdığım gibi film hakkında tanıtıcı aynı zamanda izlerkenki hislerimden bahsedeceğim bir yazı yazmak isterdim.
Ama siz de ben de biliyoruz ki bu şu anda pek mümkün değil.
Hiçbirşey olmamış gibi davranamayız.
Araya uzun zaman girdi.
Ben, candamarım olan yazıdan öylesine koptum ki...
Kendime yakıştıramadığım bir ayrılık oldu.
Nedensizce terkettim.
Yapamadım; onla içiçe olmayı arzuladığım her an görünmez bir el tuttu beni, uzağa itti, savurdu.
Dönmeyi, eskisi gibi o güvenli denize kendimi bırakmayı istedikçe, okyanuslarca yutuldum.

Araya ne çok mesafe girdi, vakit girdi, mekan, insan, olan-olamayan, uzun uzun sıradağlar, koca koca adamlar girdi.

Yazı benim nefesimdi.
Belki de nefes almayı dahi istemediğimden yazmayı reddettim. Onun bana vereceği iyi olma duygusunu istemiyor, boşluğumun dehlizinde sürüklenmeye bırakmak istiyordum kendimi.
Ya da tam tersi; kendimi yazıyla ifşa edersem göreceğim güçsüz ve tüm parçaları kırılmış o aynayla gözgöze gelmekten ölesiye kaçtığım için yazmıyordum.

*******
04 Temmuz 2013 sonrası çok ağır bir depresyona girdim. Sanki herşey bitti.
"Daha önceleri de kendimce çok büyük acılar, üzüntüler yaşadım ama her seferinde virgül koyarak hayatıma kaldığım yerden devam edebildim. Ama bu seferki nokta" diye anlatacaktım o buhranı psikiatrım Ali Fuat Beşkardeş'e....

*****

O döneme; yaşadıklarıma, geçirdiklerime, tedavi sürecime, detaylara ve arada geçen bunca zamanda yaşadıklarıma sizinle burada geri döner miyim bilmiyorum.
Biliyorum ki benzer duyguları yaşayanlar, yaşayacaklar illa ki vardır ya da olacaktır, onlara yardımcı olabilmek için bahsetmek istediğim 3 temel faktör var;
1) İçimde her zaman var olan ve ben her uçurumun kıyısında olduğumda sımsıkı elimden tutan kuvvetli Allah inancım.
2) O güzel Allah'ımın bana armağını hayat arkadaşım.
3) Ve psikiatrım Ali Fuat Beşkardeş.

*****

İşte Julie&Julia filmi Fuat beyin bana uyguladığı "Art Theraphy" yani "Sanat Terapisi"nde bu ayki ödevlerimden biriydi.

Filmin baş karakterlerinden biri olan Julie Powell, Queens-Manhattan arasındaki tekdüze plaza hayatından sıkılarak kendini ifade edebileceği bir çıkış yolu arar.
Yemek yapmayı sevdiği için çocukluğundan beri idolu olan Julia'nın tüm tariflerini 365 gün içinde yapmayı, bununla ilgili de her gün blog yazarak sonrasında kitap çıkartmayı hedefler.
Sonunu elbette söylemeyeceğim. Lütfen ama lütfen izleyin.
Ve kendinize tutkuyla yaptığınız bir uğraş edinin. Her ne ise... ve mutlaka bunun peşinden gidin.

Göreceksiniz bunu yaptıktan sonraki mutluluk başka hiçbir şeyle ölçülemez :-)

Aynen şu anda benim aylaaar sonra yazdığım bu yazıda kendimi çok ama çoook iyi hissettiğim gibi :-)

Nessie, happie&happia :-D

Yazı Tarihi: 06 Temmuz 2014 Pazar

22 Nisan 2014 Salı

CATS Müzikali

Her bahar olduğu gibi bu bahar da -bilmem kaçıncı kez- KEDİ FOBİMİ yenme çalışmalarım başladı.
Bu sefer uzman psikiatr, harika insan Dr. Ali Fuat Beşkardeş yardımıyla, onun diğer tüm vakalarda uyguladığın"Art Threaphy" metoduyla çalışmaya başlıyoruz.

İlk ödevim "CATS" müzikalini izlemeye başladım. İzlemeden önce konusu hakkında bilgi edinmek için kısa bir araştırma yaptım.
Ve en sık başvurduğum kaynak Vikipedi'nin bilgileri aşağıda.

http://newyorknatives.com/cats-premiered-on-broadway-on-this-day-in-nycs-history/

Şimdi müsadenizle izlemeye başlıyorum.
Kedilere bakmaktan bile hoşlanmadığım düşünülürse bunca kediyle gözgöze bir 2 saat için bana şans dileyin 🙀🙀🙀


Nessie, kediiii 😻
Yazı tarihi: 22/04/2014