22 Mayıs 2015 Cuma

İyi çıkmış fotoğraflar!

Bir dönem; çok okuyup, çok yazdığım bir dönem, ne büyük iştahla okurdum Haşmet Babaoğlu'nu.

Sabah bilgisayarımı açar açmaz baktığım ilk sayfalardan biriydi onun köşesi. Her yazısını hatmeder, tad aldıklarımı üst üste birkaç kez okur, etkilendiğim cümleleri "Yazı Çalışmaları" klasörüme kaydeder, ilk kez ondan okuduğum birçok kelimeye tdk.gov.tr 'den bakıp öğrenir, daha sonra yazacağım yazılarda kullanmak üzere bir kenara not ederdim.

Vaktim oldukça eski yazılarına gider, onunla beraber kalabalık ve popüler tatil beldelerindense sakin ve huzurlu Ege kasabalarını gezer, melankolinin vakur ağırlığına kapılırdım.

Yaşadığım birçok değişiklik çoğu sabah bilgisayar açmadan hayata paldır küldür katılmama sebep olduktan sonra rutin alışkanlıklarımı bırakmak zorunda kaldım.

Evet aralarda yine şöyle bir göz atıyordum Haşmet'in köşesine ama ne aklım eski sakinliğiyle okuyabiliyordu yazdıklarını ne de dilimde eski tad kalmıştı...

Bugün, vaktim olduğu bir an hızlı bir solukta birçok yazısını okudum yine eski günlerdeki gibi.
Ve yine eski günlerdeki gibi "ben olsam birebir aynı satırları yazardım" dediğim bir yazısını alıp buraya yapıştırmak istedim.

Artı bir kişinin bile okumasına sebep olursam ne mutlu bana :-)


Nessie, sahte fotolara gıcık olan kişi...

Yazı Tarihi: 22 Mayıs 2015





Pazar notları:
Birini sevmek, kaçmaktır; ona doğru kaçmak... 
***

Canımızı sıkan mecburiyetlerden, değeri bilinmemiş saflıklarımızdan, altından kalkamadığımız yükler ve ödevlerden, kalbimizi sıkıştıran hınçlar ve hırslardan, unutamadığımız mağlubiyetler ve her şeye rağmen utandığımız galibiyetlerden kaçarız... Azıcık talihliysek, aşk olur!
***

Özlemediğimiz zamanlarda gerçekten yaşıyor muyuz? Emin değilim.
***

Cahit Sıtkı Tarancı, nisan ayının üzerimizdeki etkisini ilk sevgilimizin gülümseyişine benzetirdi. O gülümseyişin bizi canlandırışına... Haksız mıydı?
***

Fokurtusunu ve tatma anını sabırla bekleyerek çay demlemek; sohbet ederken kalbin ve sözlerinle kendini vererek sohbet etmek; yürürken bilerek, görerek, fark ederek yürümek; çalışırken aklını işine vermek... Artık beceremediğimiz şeyler bunlar. Aklımız hep bir adım ötede. Kayar gibi geçiyoruz hayatımızın üzerinden... Sonra da o şapşal arzu yakamızı bırakmıyor; hani "anı yakalamak" dedikleri... Oysa o "an" geldiğinde biz zaten orada değiliz! Asıl eylemi yakalamalıyız. Kendimizi adayarak çay demlemeli, sohbet etmeli, çalışmalı, yürümeliyiz!
***

Şöyle bir yalan var: "Dünya bozuldu!" Hayır, hep bozuktu, düzelt(e)medik!
***

Tarih zalimdir. Şefkatine sığınamazsınız. O yüzden yerli yersiz tarihin kapısını çalmayınız.
***

Her karşılaşma aynı zamanda çarpışmadır. Her buluşma dağılma... Öyle ki, bütünlüğün kaybolur, sınırların ihlal edilir, enerjin harcanır. (Bir tür entropi!) Yani buluşmadan sonra az ya da çok ama mutlaka "başka"sındır! Belki o yüzden artık çok mesajlaşıyor, az buluşuyoruz. En tutkulu sözleri bile kılımız kıpırdamadan tuşlayıp gönderebiliyoruz. Pek güvenli fakat "cansız" bir hayat bu!
***

Enginarı küçümsemeyin, onda bir "hikmet" saklıdır: Akdenizli bir diken olgunlaştıkça lezzet kazanır.
***

Artık birbirimizi değil, (söylemeye dilim varmıyor ama) iyi çıkmış fotoğraflarımızı seviyoruz.