Bu blog'da okuyacağınız olaylar, kişiler ve mekanlar gerçek olabileceği gibi tümüyle hayal ürünü de olabilir. Bazı yazılar ruh sağlığınızı bozabilir, keyfinizi kaçırabilir, bam telinize dokunabilir. Böyle durumlarda blog yazarı Neslihan Venüs Kılıç Hacıalioğlu hiçbir şekilde yazdıklarından sorumlu tutulamaz, adres gösterilemez. Siz bırakın onu bunu, şunu bilin yeter; "Yapan, yaptıran yalnız Allah'tır", gerisi hikaye...
11 Ağustos 2009 Salı
Koy ver gitsin
Dünyalar şekeri yeğenim, halasının kopyası yerfıstığı Zeynep'im geçen hafta bana yaşımı sordu.
Yurt dışında yaşadıklarından bozuk Türkçesi ve yaşadıkları soyut ortamdaki yetişme tarzı sebebiyle korudukları bebeklikleri sesine, tavırlarına ve tarzına yansıdığında öylesine şirin oluyor ki yemeye doyulmuyor.
Yeğenim olması da içimdeki sevgi yumağını katmerliyor.
Kendi çocuğum olsa kimbilir nasıl boyutsuz bir sevgi olur böylesine insan bedenine sığmayan beklentisiz, saf duygu...
Yaşımı Zeynep'e söylediğimde (22 :-P) "ooooo" şeklinde bir tepki verdi, "çooookkk"
18'ine kadar 1 yaş büyüğüm bile bana da "çoook" gelirdi o zamanlar.
Şimdi hissediyorum ki ben yaşsızım, hayatıma değen bazı insanlar da. Yaşım yok, sadece yaşadıklarım var ve her yaşadığım iyisiyle kötüsüyle bana birşeyler katıyor. Demek ki yaşamam gerekiyor ki yaşıyorum diye düşünüyorum.
Nerden daldım şimdi bu yaş mevzuuna?
Şurdan:
Dün öğlen saatlerinde çok sevdiğim, kendimi ait hissettiğim İstanbul'uma geldim uzun bir özlemden sonra.
Akşam güzel bir yemek ve derin bir sohbetten sonra sıcaktan mıdır, kafamdaki düşüncelerden midir bilmiyorum sabaha kadar hiç uyuyamadım.
Bu sabah uyanır uyanmaz önce Komşu Fırın'da güzel bir kahvaltı yaptım, sonra Akbank'tan sevgili arkadaşım Günay'ın doğumgünü olduğu için Kule'lere öğle yemeğine gittim. Yaklaşık 12-13 kişiydik ve çalışma arkadaşlığından çok öte yakın arkadaşlıklar kurduğum birçok sevdiğim arkadaşımla birlikte öğle yemeği yedik.
Sevdiklerimden aldığım enerji; onları sevme ve onlar tarafından sevilme benim yaşam pınarım. Her ne kadar yorgun ve uykusuz olsam da bu neşe ile pırıl pırıl parladım.
Yemek sonrası eve geldim ve sıkı bir ev toplama, temizleme işine giriştim.
Akşama yemeğe misafirim var.
Elimi çabuk tutarak Migros'a gidip alışveriş yapmam gerekiyor.
Eve gelip aldıklarımı pişirmem, ütü yapmam, sofrayı hazırlamam, salata vs ile uğraşmam gerekiyor.
Tüm bunlardan önce şöylesine bir gündem haberlerine göz atmak için bilgisayarımı açtığımda bir yazıyla karşılaştım.
Yazı belki de oldukça sıradan, sebepsiz ve amaçsızca yazılmıştı ama beni derinlere götürdü.
2 yıl öncesine.
O zamanki hislerimin en diplerine.
O zamanki "çok"luğum şimdiki "boş"luğumu hissetmeme sebep oldu.
Kimi zaman çok şiddetli yaşanan duyguları hazırlıksız ve isteksiz içinizi kanırta kanırta söküp atmanız gerektiğinde geride kalan oyuk da bir o kadar büyük oluyor.
Zeynep'in sorusu aklıma geldi.
Evet ben yaşsızdım, 1 saniye içinde 2 sene önceye an be an geri dönebiliyordum.
Keşke bazı yaşananları değiştirme gücümüz olsa diye düşünmekten de geri kalamıyordum.
Oysa ne gerek var maziyi deşmeye,
şu an tek düşünmem gereken akşama yemeğe ne pişereceğim olmalıydı
Gerisini koyver gitsin...
Yazı Tarihi: 11 Ağustos 2009