Bu blog'da okuyacağınız olaylar, kişiler ve mekanlar gerçek olabileceği gibi tümüyle hayal ürünü de olabilir. Bazı yazılar ruh sağlığınızı bozabilir, keyfinizi kaçırabilir, bam telinize dokunabilir. Böyle durumlarda blog yazarı Neslihan Venüs Kılıç Hacıalioğlu hiçbir şekilde yazdıklarından sorumlu tutulamaz, adres gösterilemez. Siz bırakın onu bunu, şunu bilin yeter; "Yapan, yaptıran yalnız Allah'tır", gerisi hikaye...
29 Eylül 2009 Salı
Twitter beni büyütecek
Son üç gündür yeni takıntım "Twitter".
Aslında çok önce girdim Twitter dünyasına ama pek de aktif bir kullanıcı değildim.
Zaten o zamanlar Twitter kimse tarafından bu kadar aktif kullanılmıyordu.
Son zamanlarda özellikle yazar, çizer, okur ve onlarla beraber lümpen kesimin takılması ve sıklıkla söz etmesiyle ben de daha çok ilgilenir oldum.
Şaka gibi; artık herşey, herkes o kadar online ve o kadar açık seçik ortada ki insan herkesi arkadaşı sanar oldu.
Utanmasam yıllardır büyük bir hayranlıkla takip ettiğim, zekasına ve genel kültürüne yüksek düzeylerde hayran olduğum - e yakışıklılığı da cabası- Cüneyt Özdemir'e, "Naber Cüneyt'cim, bugün 5N 1K'da konu ne, konuk kim?" vs diye soracağım.
Burcu Esmersoy'un güzelliğiyle haklı övünmesini destekleyecek,
Ayşe Özyılmazel'in ilişkilerine yorum yazacak,
İclal Aydın'a yeni programında başarılar dileyip "taşınmanda yardıma geleyim mi?" diye soracak,
Yonca Tokbaş'ın tüm iniş-çıkış ve kararsızlıklarına kendimi ortak belleyeceğim (ki bunu yapmıyor değilim)
Oturduğum yerden ne kadar çok kişinin an be an hayatına giriyorum inanılır gibi değil.
Bu bana hem yüksek bir cesaret hem de bir o kadar korku veriyor.
Etrafımda ne çok, ne çok, ne çokkk hayatın döndüğünün idrakına varıyorum.
Yüksek egoların bile zayıflıklarını görüyorum.
İnsani duyguları camın ötesindekiler de yaşıyormuş meğer.
En güzel, başarılı, seksi, ünlü, harika kadınlar bile terk ediliyor, aldatılıyormuş.
Onlar da bir zamanlar kalbini verdiği adama deli gibi kızıyor, içi çıkacak kadar üzülüyor, gözleri kan çanağına dönene kadar ağlıyor, kimi zaman umutsuzca bekliyor kimi zamansa arkasına dönüp bakmadan gidenin ardından sessizliğe bürünüyormuş.
Keza terk edilen, sevdiği tek kadının yolunu yıllar boyu gözleyen adamlar da varmış.
Mesela en kayıtsız ve umarsız gözüken Okan Bayülgen, kızı "İstanbul" doğduktan sonra demiş ki: "ancak bir çocuk beni intihardan vazgeçirebilir. Mesleki intihardan, aşkıma olan intihardan veya hayatımın intiharından"...
Pufff sarsıcı bir cümle!
Öylesine akıl küpü ve mantık budalası bir adamdan bu cümleyi duymak duygusal doz aşımı gibi geldi bana.
Anlaşılan o ki herkesin, hepimizin yumuşak bir karnı var.
Twitter dünyasında biraz oyalanmak birçok yumuşak karnı karşınıza dikiyor en çıplak halleriyle.
Ve beni ince ince sızlatıyor, sızlatırken düşündürüyor.
Kendime kızmam mı, affetmem mi, yeter artık demem mi, üstüme gitmemem mi, biran önce silkinip normal hayata geçmem mi, zaman tanımam mı, beklemem mi, vazgeçip biran önce ortadan yok olmam mı, küllerimden yeniden doğmam mı, aklıma mı, gönlüme mi yoksa ikisine birden uymamam mı gerektiği konusunda sıkı düşüncelere salıyor.
Bu düşünceler arasında kabuklaşırken bugün yazı yazmak hiç aklımda yoktu.
Kendi davamı kendi mahkememde görüyordum.
Sav, yargı, karar, müebbet, hafifletici nedenler, deliller, suç ve ceza, savaş ve barış...
Rehabilitasyon...
Tüm bu yaşadıklarımın sebebi?
Kendim çekiyorsam niyesi?
Yine çekmemek için teşhis, tedavi seanslarındaydım bugün.
Yazı hiç aklımda yoktu.
Kelimeler beynimden parmak uçlarıma engelleyemediğim bir hızda buraya dökülmeye başlayınca ilk teşhisi koydum farkında olmadan.
Yazı benim en büyük rehabilitasyonlarımdan.
Ve acılarımı dindirmekte çoğu zaman sınıfta kalsam bile kendimi rehabilite edip her birinden ders almayı öğreneceğim.
Yine en sahici hallerimle hayatın tam içine dalıp ille de değişeceğim, iyileşeceğim, büyüyeceğim, yürüyeceğim...
Yazı Tarihi: 29 09 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder