3 Şubat 2008 Pazar

İlişkiler

İlişkiler...
Herkesin, herkesle ilişkisi ne kadar da zor. Ya da zorlaştırmayı, zor yaşamayı ne çok seviyoruz. Ne çok sevgi, duygu yoksunu herkes. Bu ne bencillik, vurdumduymazlık, hedonizm...
Kızıyorum bu duruma. Veya hayıflanıyorum, endişeleniyorum diyelim. Kızmak fiilini durumun içerisinde kendim olduğum zaman kullanmam gerek. Oysa ben –ailem dışındaki- hiçbir ilişkimde durumu kızacak kadar zor bir biçimde yaşamıyorum zaten. Benim birşeye gerçekten kızmam çok zordur. Eğer gerçekten kızacak hale gelmişsem zaten o ilişkiyi artik yaşamıyorumdur. Aslında bu raddenin çok, çok, çok öncesine gelmeden ben zaten yarayı koparıp atmışım demektir. Benim koparıp atamadığım hiçbir zaman için ilişkiler değil, o ilişkilerin ardındaki bana kalan kangrenler olmuştur.

Başkaları ise –ki kendini onun yerine koyduğunda herkesin anlaşılabilir bir hikayesi var bana göre- ilişkinin kendisi kangren olduğu halde bırakıp gidemiyor, gitmiyor. Yıpratmayı, sonuna kadar tüketmeyi istiyor, bunu seviyor, bilinçli olarak seçiyor.
Olacak iş mi insanın bir zamanlar ‘canım’ dediği birine 3-5 vakit sonra ‘canın çıksın’ demesi. Gözünden sakındığı birinin göze gelmesine sebebiyet vermesi. ‘Sevdiğim’ dediği birine nefretini kusması. Dur durak bilmeden ardı ardına tüm ipleri koparması, tüm köprüleri atması. Bir zamanlar kokusunu, nefesini sayıkladığı o cananının gölgesinden kaçması.
Ya da bu kadar derinlemesine olmasın duygular; bir zamanlar her gördüğünde yüzünde güller açan, hadi hadi o da olmadı tebessümsüz geçmediği birine şimdi yüz çevirmesi, görmezden gelmesi, kaldırımını, yolunu değiştirmesi.
Tüm bu davranışlar, artık kesişmeyen duygular, yaşantılar, beklentiler sonucunda insanın kendini koruması için kalın bir kalkan mı? Gurur, bencillik, kaçış, örtünüş, zayıflık ya da acının dışa vuruşu mu?

Nice psikologlar, davranış bilimciler çözememiş bu hassas konuları ben mi çözeceğim de soruyorum? Ya da benim sorgularımda da kokusu mu var kendi kangrenlerimin?...


Yazı tarihi: 12 Eylül 2007

Hiç yorum yok: