31 Ocak 2008 Perşembe

Şair Nedim

ŞAİR NEDİM (1681-1730)

Osmanlı İmparatorluğunun 1718'den 1730'a kadar 12 yıl süren devrede savaşların olmadığı, bilim ve sanatta canlılığın başladığı, ilk devlet basımevinin kurulduğu, kağıt fabrikasının açıldığı, saray ileri gelenleri tarafından, bilim ve sanatçıların korunduğu zevk ve sefahatin yaşandığı bir dönemde ortaya çıkar Şair Nedim. Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul'a gelen eski bir soylu ailenin üyesidir.
Nedim, efemine bir kişilik taşır. Tüm duygusallığı ve kibarlığı şiirlerinde görünür. Şiirlerinde genellikle zevki ve aşkı işler. Yaşadığı devirde çevresince sevilmesine rağmen gerçek değeri çok sonraları anlaşılır.
Lale devrinin tüm bu olumlu güzel yanlarına rağmen halktan çok uzak olması; halk açlık ve sefalet çekerken saray ve çevresinin zevk ve sefahat içinde yaşaması halkı isyan ettirmiştir. -Patrona Halil isyanıyla son bulan- bu dönemde Şair Nedim de bir buhran geçirerek ölür.
Şair Nedim'in Divan'ının en güzel parçalarından biri olan şu rubâisi ile bitirmek istiyorum:

Rakkas1 bu hâlet2 senin oyununda mıdır
Âşıklarının günahı boynunda mıdır
Doymam şeb-i vaslına3 şeb-i rûze4 gibi
Ey sim-beden5 sabah koynunda mıdır

1. Rakkas: Erkek dansöz, 2. Halet: Hal, durum, 3. Şeb-i vasl: Kavuşma gecesi, 4. Şeb-i rûze: Oruçlu günün gecesi, 5. Sim-beden: Gümüş bedenli
Kaynakça: Meydan Laurusse
................................................

Bendeki Şair Nedim ise 1987- 1999 yılları arasında fiilen, 1999- 2004 yılları arasında da İstanbul’a yerleştiğim için anne- babamın ziyaretine gittiğim sürece yaşadığım evimizin olduğu Ankara A.Ayrancı’daki sokağın adıdır.
Onca yıl o sokakta yaşadığım halde 1 kez bile aklıma gelip, merak edip bakmamışım kimdir bu Şair Nedim, hangi dönemde yaşamış, nasıl şiirler yazmıştır diye. Tu bana.
Ve aslında en son annemin de ordan taşınmasının üzerinden nerdeyse 4 yıl geçmesine rağmen ben ilk kez bugün öğreniyorum Şair Nedim’in kim olduğunu.
Aklımın yetmediği çocukluk yıllarımı Etlik’de, şimdi sahip olduklarımıza göre çok daha iptidai şartlara sahip bir evde geçirdikten sonra ilkokul 5’e başlayacağım yaz Çankaya’daki o harika eve taşınmıştık.
Gözlerimi kapatıp, 3 sn. İçinde mutluluğun tarifini vermemi isteseler sanırım aklıma gelen ilk görüntüler babamın bizi o eve götürerek onu kiraladığını söylemesi ve ailecek evi gezerkenki hislerim gelir aklıma. Ne kadar büyük bir mutluluktu ve şimdi ne kadar uzak....
Çocukluğumun 1,5 senesi o evde geçtikten hemen sonra daha da büyük bir mutluluk yaşamıştık. Özellikle Etlik’deki evde kimi zaman kirayı bile ödemekte zorluk çekerken şimdi tüm yaşadıklarımızdan daha büyük, üst kat, aydınlık ve ferah bir ev satın almıştı babam.
Çankaya’daki evimizin hemen birkaç sokak yukarısında A.Ayrancı Şair Nedim Sokak’taki bu ilk evimizi ilk girdiğim an sevmiştim. Boş ve kocaman evde koşturup hangi odayı seçeceğimi ve mevcut eşyalarımı kafamdan yerleştirerek nasıl gözükeceklerini hayal etmeye çalışmıştım. O güzel evi aldığı için babama, bu mutluluğu bize yaşattığı için Allah’a minnettardım.
1987- 1999 yılları arası; tüm ortaokul, lise ve üniversite yıllarım... Çocukluktan gençkızlığa geçişim. Ne çok ‘ilk’im sığdı bu yıllara. Ne deli fırtınalar yaşadım o yıllarda, o evde. Gökkuşağı sevinçlerim, derbeder üzüntülerim, hayalkırıklıklarım, hayal üstü mutluluklarım, ilk aşkım, yıkılışlarım, yeniden doğuşlarım, kendi dertlerim, dostluklarımın temeli, canım-herşeyim ailem, odamın tam içine doğan güneşlerim, hiç sabaha çıkmayacağımı düşündüğüm katran karası gecelerim. Babam, canım babam, kokusu hala burnumda babamın o evdeki silüeti. Odamda bana sımsıkı sarılışları ve her yıkılışımda onun sarılmasıyla kendimi herkeslerden güçlü, mutlu ve şanslı hissettiğim o güzel günler. Şimdi ne kadar da uzaktalar...

Müjgan Teyze, karşı komşumuz. Biz o eve taşındığımızda sanırım 65 yaşlarında tanıdığım en narin ve nazik hanımefendilerdendi. Çok sevdiği kocasını yıllar önce kaybetmiş, çok zarif ve duygulu, bakışları kırılgan bir kadındı.
Evli ve çocuklu 2 oğlu vardı. Kimi zaman oğullarından biri ailesiyle birkaç sene onda yaşardı. Takip eden diğer birkaç sene sonra ise diğer oğlu, gelin ve torunları. Kendi evinde bile oğulları, gelinleri veya torunlarına yük olacağından aklı çıkar, sabahın ilk ışıklarıyla kalkar onlara 3 öğün yemek hazırlardı.
Hayatı boyunca hiçbirşey talep etmeden sırf vermeyi benimsemiş, kendi için yaşamayan, sonsuz özverili bir anne ve babaanne idi. Karşı komşusu olduğumuz uzun yıllar boyunca bizden sadece okumak için kitap istedi. Tanıdığım en çok kitap okuyan insanlardandı. Bizden ödünç aldığı kitapları en geç 1-2 gün içinde adeta eskisinden daha yeni bir halde teslim ederdi.
Hep kibar, hep düşünceli, hep minnettardı. Bizi bir ayrı severdi, biz de onu...

İstanbul’a taşınmamla çıktığım baba ocağım, babamı o yıllar boyu yaşadığım evin içerisinde kaybetmemizle benim için söndü. Birkaç ay sonra annem de o evden taşındığı için artık eski mahallemiz, apartmanımızın komşularından seyrek haber alır olmuştuk.
Biriki sene önce Müjgan Teyze’nin birlikte yaşadığı büyük oğlunu kaybettiğini öğrendik. Genç yaşında kocasını kaybetmiş ve tüm hayatını oğullarına adamış bir kadın için oğlunu kaybetmenin ne dayanılamaz sarsıntıda bir acı olduğunu düşündükçe içim acıdı.
Bu haberin üstünden geçen zamandan sonra bugün Müjgan Teyze’nin bir bakımevinde olduğunu öğrendim. Tüm o yıllar, tüm o kibar, kırılgan ve naif halleri gözümün önünde tektek canlandı. Şimdi nasıl göründüğü, nasıl hissettiğini ne çok merak ettim. Onu görmeye gitsem beni hep o çok candan kucakladığı gibi kucaklayabilir mi yoksa gözlerimize ilk baktığımız anda hüznümüz can bırakmaz mı bizde bilmiyorum. Çok üzüldüm, çok üzgünüm...
Oysa ben de bu haberden daha birkaç saat önce bugünüm ne kadar da dün gibi geçti diye kederleniyordum. Ne gam, pehhhh....

Yazı Tarihi: 28 Ocak 2008

Çini Egitimi


Çini Eğitimi

08 Aralik 2007’de H.Trio’da bin yili askin bir gecmise sahip olan Cini Sanati’nin Egitimine’ne katildim.
Kil ve topragin firinlanarak bir nevi tabak haline getirildikten sonraki adi: ‘Biskuvi’. Calisacaginiz desenler daha onceden parsomen kagitlara cikariliyor. Bu parsomenleri biskuvinizin uzerine yerlestiriyorsunuz. Uzerinden de kalin kadin corabinin icerisine konulmus komur tozlari ile baski gecerek deseni biskuvinize cikariyorsunuz.
Desen ciktiktan sonra esek kilindan yapilmas incecik firca ile desenlerin etrafindan kontor geciyorsunuz. Yalniz kontor deyip gecemiyorsunuz. Bunun da bir teknigi var. Cizim yapmadiginiz eliniz ile biskuvinizin tam altindan tutup sadece bir yani masaya temas edecek sekilde surekli havada tutuyorsunuz. Cizim yaptiginiz elinizin kucuk parmagini biskuvinin uzerine denge saglamasi ve titremeyi engellemek icin dik olarak koyuyorsunuz. Kontorleri cizmeye mutlaka merkezden baslayip kendinize dogru cekiyorsunuz. Bu kurallara uyarak fircayi kaldirmamak ve tek hamlede bitirmek esas olan. Bence en zor kismi da bu cunku tek hamlede bitirebilmek icin hem elinizin cok yatkin olmasi hem de fircaniza alacaganiz boyanin miktarin ve kivamini cok iyi ayarlamaniz gerekiyor. Boyayi cok alirsaniz cizginiz kalin oluyor, az alinca da tamamlamaya yetmiyor.
Kontorleme bittikten sonra desenlerin icini renklendiriyorsunuz. Renklendirme icin ozel bir firca kullaniyor. Fircanin tam ortasindaki killar etrafindaki gore yarim cm. Civari daha uzun. Bu uzun tarafla desenin ust kismina boyayi koyup titreterek sonuna kadar indiriyorsunuz. Dalgali olmamasi icin de daha ince bir calismayla ikinci kati geciyorsunuz. En hassas renk kirmizi cunku kirmiziyi diger renklerden farkli olarak sulandirmadan ‘sek’ kullaniyorsunuz ve hemen kuruyor. Ayrica siyah kontorleri kapatabilen tek renk kirmizi. Bu yuzden kirmizi en son kullaniliyor. Yalniz biskuviler sirlanip firinlandiktan sonra o an gozukenden cok farkli renkler cikiyor.
Boyama bittikten sonra biskuviler sirlaniyor. Sir hem yuksek isida boyalarin toprak icine girerek pismesini engelliyor hem de yuzeye parlaklik katiyor. Yaklasik 900C’lik firinda 8 saat pisen biskuviler sonrasinda sanat eseriniz ortaya cikiyor. Biz de yaptiklarimizi Kutahya Universitesi’nde okuyan egitmenlerimize verdik. Haftaya pismis olarak alacagiz, bakalim ne cikacak.
Ayrica yanimiza yedek biskuvi, desen, komur tozu ve boya verdiler. Sevdim bu isi, evde calismalarima devam edecegim J

Biraz da ansiklopedik bilgi (kaynak Vikipedi)

Türk çini sanatının tarihi ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılara kadar dayanmaktadır. Bu da çini sanatının bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir.
Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çiniyi mimari süslemelerde sıkça kullanmış Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasından sonra, çini sanatında Osmanlı Devleti'nin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır.
Osmanlı Devleti'nin duraklama dönemiyle birlikte, İznik çini üretim faaliyetini 17.yy. sonlarına doğru tamamen durdurmuş ve çinicilik Kütahya’ya kaymıştır. Lale Devri'nde, İznik çini sanatı yeniden canlandırılmaya çalışılsa da çabalar uzun ömürlü olamamıştır.

Türk Çini SanatlarıDr. Hatice AksuGeleneksel Türk Sanatlarından olan çini, genellikle mimari yapıların, cami, köşk. saray, çeşme, türbe ve benzeri yapıların iç ve dış süslemelerinde kullanılmış bir seramik ürünüdür. Çinilerimiz tür olarak ikiye ayrılır.1- Duvar çinileri, batılıları Tile-Art dedikleri bu türe eskilerimiz Kaşi demişlerdir.2. Evani denilen bu tür tabak, vazo, kupa, kase, sürahi, bardak ve benzeri seramik ürünlerinden oluşmaktadır. Bu türe halen kullanma seramikleri demekteyiz.Türkler çok eski zamanlardan beri , binalarını, çinilerle süslemeyi tercih ediyorlardı. Özellikle İslamiyeti, kabul eden Karahanlılar (955) devleti döneminde mabetlerini çinilerle süslemeye başlamışlardı. Bu tercih Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları Zamanında gelenek halini almış ve daha sonraları Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Selçuklu çinilerinin özelliklerinden kısaca bahsetmemiz gerekirse, bunların kare veya dikdörtgen, altıgen şekillerinde olduklarını ve bir yüzlerinin, mavi, lacivert, toprak sarısı, turkuaz, siyah, kahverengi gibi sırla karıştırılmış renklerle boyanıp pişirilmiş olduklarını ve alçı veya horasan harç üzerine aplike edilmiş, mozayik şeklinde yapılmış süslemeler olduklarını söyleyebiliriz. Zamanla geliştirilen bu mozayik tekniğine Kufi tarzı yazılar ve rumi motiflerde katılmıştır. Tarihi dönemlerde gelişme gösteren Türk çini Sanatı 16. yüzyılda İznik çinileri ile zirveye ulaşmıştır.Çini, ortaya koyduğu çok renkli geniş yüzey olanlarını kaplama özelliği ve kalıcılığı ile Türk süsleme Sanatının en önemli unsuru ve malzemesi olmuştur. Camiler, medreseler, türbeler ve özellikle mimarisine çini ile mimari ifadeler kazandırmıştır. Çini süsleme 3 ana özelliği ile önemi açıklanmaktadır.1 Çok renklilik: Çini süsleme ile renk unsuru çok renkli olarak mimari ifadeye katılan bir boyuttur.2. Geniş yüzey alanlarını kaplama özelliği Genellikle kare levhalar halinde yapılan çiniler süsleme materyalini verir. Birkaç metrelik panolar halinde hazırlanan düzenlemeler yanında özellikle tekrarlanan süslemenin yer aldığı geniş yüzey alanı kaplamıştır.3- Kalıcılık: 900°C dolaylarında bir ısıda fırınlarda pişirilen çini levhalar, çiniyi süslemenin en kalıcı unsuru haline getirmiştir. Çini üzerinde yer alan süsleme desen olarak sonsuzluğa uzanan bir süreklilik kazanır.Türk çini Sanatında yeni tekniklere geçme, form ve Sanat zevkini ve yetkinliğini bozmadan geri götürmeden sürekli artan isteği daha kısa sürede karşılayacak yeni üretim teknikleri ve imkanlarının araştırılması ve bunların uygulanması ile mümkün olmuştur.Uygulama teknikleri sırası ile:1- Mozaik çini tekniği.2- Renkli sır tekniği3- Sır altına boyama tekniği.1- Mozaik Çini Tekniği: Türk çini Sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği 13.yy da Anadolu Selçuklu çini Sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminin varlığını 15.yy'ın sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur.2- Ana teknik özelliği süslemenin, süsleme örneğinin doğrudan çinkolu saydam olmayan renkli sır ile yapılmasıdır. Bu teknikte levha üzerinde renkli sır ile boyama söz konusudur, renkli sır tekniğinde levha üzerinde süsleme örneğinde krom oksit bir bileşimle tekrar çizilmiş, kontür olarak verilmiş bu şekilde fırınlanan renkler birbiri içine akması önlenmiştir.3- Sır Altına Boyama: 13.yy’da Anadolu Selçuklu'da kullanıldığı gibi, 16.yy'ın ikinci yarısında Osmanlı'da gelişmesini tamamlayan bir çini tekniğidir.4- Perdah Tekniği: Bir sır üstü tekniğidir. Beyaz astarlı renksiz saydam sırlı levhalar üzerine altın ve gümüş tozları ile süsleme yapılıyor ve fırınlanıyor.

Yazı Tarihi: 08 Aralık 2007

Sanat Askim ve Bolshoi Balesi


Sanat Askim ve Bolshoi Balesi
Zaman: 21 Eylul 2007
Yer: Lutfi Kirdar Konge ve Sergi Sarayi
Aktivite: Bolshoi Balesi Gosterisi
Katilimcilar: Hulya Erbilgin, Sebnem Kaya ve Neslihan Kilic
Yazi tarihi: 23 Eylul 2007

Sanat Askim

Durumun cocukluktan cikip yavas yavas genc kizliga gittigi bir donem.
Yuzumde beliren anlamsiz ve gereksiz sivilceler bunun habercisi. Saclar artik anne taramasi ve orgulerinden kurtulmus ama nasil durmasi gerektigi konusunda hicbir fikri yok. Dergide gorulup, hemen kesilip kuafore kosulan modelden eser yok. O sacla tavuk musun, hindi mi, kaz mi yoksa kelaynak kusu mu belli degil. Kusurlari minimize etmek icin joleye basvurulmus ama gel gor ki kafana koydugun o mubarek sey esas amacindan daha cok sanki bir tren carpmis goruntusunu yaratmakta pek basarili.
Dislere tel bile uygulanacak fazda degil. 18’ine kadar cene yapisi buyumesine devam ettigi icin 18’inden once mudahele edilemiyor.
Uste basa ne takilirsa durum ciddi anlamda endise verici.
O yillarda moda olan vatkali bluzlar, sac bandanasi ve sallanan kupeler 13-15 yas grubu icin kiyafet balosundan yeni cikmis gorunumu kazandirmakta kusursuz.
Olayi tek ama tek kurtaran durum yasitlarima gore ince ve narin olan fiziksel yapim.
Cocuklugumdan sonra beni goren etraftaki buyukler ‘ah ne guzel bir genc kiz olmussun’ diyemeseler de en azindan ‘ah canim ne citi-piti, narin ve zarif bir genc kiz olmussun’ diyerek lafi kurtariyorlar.
Ve bu bile bana dunyalara bedel.
O yaslardan beri kilit kelimem: ‘zarafet’
Guzellik hem gelip gecicidir hem de izafidir ama zarafet oyle mi...?
Zarafet estetiktir, insanin ruhunu oksar, icini gidiklar, harika hissettirir. Guzellik gibi birgun elden kayip giderse ne olacagi korkusu yasatmaz.
Zarafeti temsil eden bircok seye hayranlik duymam kendim gibi karakterimin de sekillenmeye basladigi o yillara denk duser.

Her zaman bana gore cok sosyal olan abimin elimden tutup tum o liseli, universiteli arkadaslarinin arasina yerinmeden beni soktugu donem ise iste yine bu yillardir.
Tiyatro, opera, bale, konser, muzikal ne varsa hepsine onunla/ onlarla gidilirdi.
Abimin, kendimi cok degerli ve onun yaninda oldugum icin guvende hissettiren bu davranisi, kocamaaan arkadas grubunun nesesi, eglencesi, ca’nim Ankara’nin birbirinden degerli sanatcilarinin sergiledigi olaganustu performanslari ve o buyulu zarafet dolu dunya iste benim tum bu sanat askimin tohumlarini olusturmustur.

.............................................................................

Ve Bolshoi...

Boylesine uzunca yazdigim giris sanirim Rusya Devlet Bolshoi Balesi’nin İstanbul’a geldigini duydugumdaki heyecanimi bir nebze olsun ifade etmeme yardimci olabilmistir.

Bu buyuk gosteri icin gunler oncesinden gidip Kanyon’daki biletix gisesinden yerlerimizi secerek biletlerimizi aldim. Benimle birlikte Sebnem ve Hulya geleceklerdi.
Bilet aldigim gunden itibaren gosteri gunune kadar gundem tabiki Bolshoi, Bolshoi, Bolshoi’du...
Cok sevgili fotograf makinem Canon Powershot’imi aldiktan hemen sonra 5. kattan zemine caktigimdan beri maalesef ki kac kere tamirat gormesine ragmen iflah olamadi. Kizlara onlarin makinelerini getirmelerini tembihlemeyi de unuttugum icin fotograftan yana sansimiz olmadigini son gun buyuk bir hayal kirikligi icinde idrak edebildim. Oysa o da ne, Hulya yaninda foto. makinesinin oldugunu soylemisti.

Vee sonunda bir dakika bile nefes alamadigim inanilmaz yogun bir isgunu Cuma’sinda mesai saatinin bittigini mujdeleyen 18:00 itibariyle sevincten ucuyordum.
Gun icerisinde ayni yogunlukta olan Hulya, Sebnem’e ve bana nerde, nasil bulusacagimizi ve yemegi nerde yiyecegimizi sormaya calisan bir e-posta’da once Sebnem’le beni, sonra bulusacagimiz Metro duraginin adini, sonra da yemek yemeyi planladigimiz yeri sasirinca gunun eglence malzemesi oldu.
Tum o kosusturmacali gunun sonunda tam sozlestigimiz gibi 18:45’de Taksim Gezi’nin cikisinda bulusabilmistik.
Hulya’cigimin once varligiyla beni cok sevindiren fakat daha Sabanci’dan ciktigimiz saniye pili bitip bizi yariyolda birakan fotograf makinesi sonrasi Sebo yaninda makinesi oldugunu da soylediginde ‘tamamdir’ dedik. ‘Sebo bu gecenin yildizi sensin, seni sevmeyen ölsün’ :-)

Kararlastirdigimiz gibi G-Mall NumNum’da yemek yemek uzere oraya yollandik. Servis hizli fakat yemekler eh’di. Eski popularetisini de coktan kaybetmis gozukuyordu. Belki Ramazan sebebiyle ama yine de onceden kapisinda kuyruk listesi olan eski NumNum’a ve bir Cuma aksamina gore oldukca bos sayilirdi.
Yemekten hemen sonra yandaki D&R’dan Pazar aksami Yesim’in iftar davetine hediye olarak almayi planladigim, ilk kez Mudo’da dolasirken dinleyip cok begendigim cd’yi bulunca cok sevindim: “ Brooklyn Funk Essentials”
Ardindan da haftaya İlus’un dogumgunu icin guzel bir cocuk kitabi ararken buldugum kitap tam da o gecedeki ruh halime de hitap ettigi icin hic tereddutsuz ‘iste budur’ dedim.
“Cocuklar icin Sanat”: icinde’ Mona Lisa nedir’den, muzik enstrumanlari tanitimina kadar bircok renkli fotografli, kuse kagida basilmis harika bilgiler var. Bu kadar kisa surede 2 tane guzel hediye aldigim icin kendimi tebrik ettim.
D&R’dan sonra en nihayetinde tum bu gosteri oncesi seromonisi bitmis ve Lutfi Kirdar’in kapisina gelebilmistik.

Galalarin, promiyerlerin ve Yeni Yil Konserleri’nin en sevdigim yani bu giris kismidir. Herkesi bir arada gorebilirsiniz; etraftaki havada pek bi ozene bezene gelinmislik, orada olmaktan mutluluk ve ‘sanat aski ile yogruluyorum bakislari‘ vardir.
Ozellikle bu havayi solumak icin erken gittik. Belki Ankara’daki yillarimda bu aktivitelere cok sik gittigimden belki de zaten kucuk olan Ankara’da belirli bir zumrenin bu aktivitelerle ilgilenmesi sebebiyle tum simalar tanidik gelirdi. Oysa simdi İstanbul’daki bu yabanciligi cok yadirgadim.
Fuayede endam gosterme sonrasi ozenle sectigimiz koltuklarimiza gectik. Sahnenin hemen ustundeki balkonda idik. Harika bir yerdi. Sahneye salondaki herkesten daha yakindik ve tum mimikleri cok net gorebilecektik.

Perdeler acilmadan once sahneye Cinar Dernegi adina ismini anlayamadigim bir yetkili/sunucu cikti. Siveli Turkcesi ile Cinar Dernegi’nin Turkiye- Rusya arasindaki sosyal, ekonomik ve kulturel iliskileri guclendirmede kilit bir dernek olduklarini acikladi.
Dunya turneleri icin hazirladiklari performansin ilk ayagini İstanbul’da sergileyecek olan Bolshoi’un “Sert esen kuzey ruzgarinin sicak esintisi” ni temsil ettigini ve bu yil 232. sezonunun kutlayan dunyanin en ihtisamli tiyatrosu oldugunu belirtti.
Yarim Turkcesi ile soyledigi Ataturk’un “Herkes hersey olabilir ama sanatci olamaz” lafina buyuk alkis topladi.
Ve en nihayetinde kelimeler sustu, performans zamaniydi, perdeeee acildi.

İlk Performans Swan Lake- Kugu Golu idi. Simdiye kadar seyrettigim bircok Kugu Golu arasinda cast’ingi boylesine mukemmel secilene rastlamamistim. Anna Nikulina’nin gercek bir kugu mu yoksa sadece bir balerin mi oldugunu ayird etmekte epey zorlandim. Zarafeti, upuzun bacaklari ve boynu, hal ve edasinin kirilganligi, cam gibi bakislari ve fizigini bu denli narin kullanimina hayraann kaldim.

Devaminda Tango gosterimi vardi.
Sanatin en sevdigim ve beni alan yani... Tutku, ask, romantizim, aci, sehvet, ihtiras... Hepsi birarada, hepsi tek bir dansla, o danstaki vucutla ve bakisla bu kadar mi verilebilir. Bu kadar mi seyirci allak bullak edilebilinir. En ondekinden, en arkaya herkesi nefessiz birakip sahneye boylesine yogun kilitleyebilir mi? 10 kere, 100 kere, 1000 kere daha seyretsem bu dansi yine ayni sekilde donar kalirim, yine beni oturdugum koltuktan alip o rolun icine boylesine sokabilirler. İste bu performanstan sonra Bolshoi izledigimi ve Bolshoi’un dunya capindaki farkini cok net hissedebildim.
Sonrasinda kavusmanin heyecanini yansittiklari Spartak, zorba Tarantella, iskoc La Sylphide ve finalde yine Tango’da dans eden ciftin( Joo Yum Bae & Andrey Bolotin) dans ettigi Don Xuiote sahnelendi. Tango’da seyirciye verdikleri birbirleri arasindaki elektrik burada da bakislarinda, ikili hareketlerdeki dengelerinde ve senkronize adimlarinda cok net hissedilebiliyordu.

Yurtici Kargo ve Arikan Holding’in sponsorlugundaki gece Kanal Turk'un sahibi Tuncay Ozkan’in “Aydinligi karartmak isteyenlere karsi en guzel silah sanattir” sozune kopan alkisla gece sonlandi. Bence en az 3-4 bis’i hakeden bir performansti ama 1 kere bile bis alamadan perde kapandi.
2007-2008 sezonumu boylesine guzel bir etkinlikle acabilmenin mutlulugu ve yeniden dunyaya gelirsem balerin olacagim istegiyle mutlu bir sekilde evime yollandimJ


Biraz da Bolshoi Bale ve Tiyatrosu ile ilgili bilgi:

http://en.wikipedia.org/wiki/Bolshoi_Theatre
Bolshoi Theatre



The Bolshoi Theatre of Moscow, Russia
The Bolshoi Theatre (Russian: Большой театр, Bol'shoy Teatr, Large Theater) is an historic theatre in Moscow, Russia, which gives performances of ballet and opera.
History
The company was founded in 1776 by Prince Peter Urussov and Michael Maddox. Initially it gave performances in a private home, but in 1780 it acquired the Petrovka Theatre and began producing plays and operas.


Main Hall of the Bolshoi Theatre
The current building was built on Theatre Square in 1824 to replace the Petrovka Theatre, which had been destroyed by fire in 1805. It was designed by architect Andrei Mikhailov, who had built the nearby Maly Theatre in 1824. At that time, all the Russian theatres were imperial property.
In Moscow and St Petersburg, there were two theatres only, one of them intended for opera and ballet (these were known as the Bolshoi Theatres) and another one for tragedies and comedies. As opera and ballet were considered nobler than drama, the opera house was named the "Grand Theatre" ("Bolshoi" being the Russian for "large" or "grand") and the drama theatre - "Smaller Theatre" ("Maly" being the Russian for "little").
The theatre was inaugurated on 18 January 1825.A fire in 1853 caused extensive damage and reopened in 1856. During World War II, the theatre was damaged by a bomb but was promptly repaired.
The Bolshoi has been the site of many historic premieres including Tchaikovsky's Voyevoda and Mazeppa, and Rachmaninoff's Aleko and Francesca da Rimini.
Ballet and opera


At the Bolshoi Theatre School in Joinville, Brazil
The Bolshoi has been associated from its beginnings with ballet. Tchaikovsky's ballet Swan Lake premiered at the theatre on Saturday, March 4, 1877. Other staples of the Bolshoi repertoire include Tchaikovsky's Sleeping Beauty and The Nutcracker, Adam's Giselle, Prokofiev's Romeo and Juliet, and Khachaturian's Spartacus. During the Soviet era, international touring companies from the Bolshoi were an imporant source of cultural prestige, as well as foreign currency earnings, with the result that the "Bolshoi Ballet" became a well-known name in the West. Bolshoi-related troupes continue to tour regularly in the post-Soviet era.
Current status of the Bolshoi
The main Bolshoi (the "big" one and the primary subject of this article) is currently closed for restoration work. According to the theatre's website, the main stage will reopen for some performances during 2008 and the full renovation will complete in 2010.
The New Bolshoi theatre, adjacent to it, continues to stage an extensive repertory of concerts and performances. Since these two theatres are the most famous in Moscow, they are usually frequented by tourists and the prices can be correspondingly much more expensive when compared to other Russian theatres, particularly for ballets, where the prices are comparable to those for performances in the West. Concerts and operas however are still relatively affordable, with prices going up each year, and they range in the 200 to 1000 rouble bracket for good par-terre or balcony seats (US$1 = approximately 26 roubles).