19 Ocak 2011 Çarşamba

Ölü balık değilim

Kalem hastasıyım.
Şık bir kalem daha da şık herhangi birşeyden çok daha çabuk baştan çıkartır beni.
Mürekkepli, ince uçlu, kayar gibi yazan bir kalem...
Altın, gümüş, bakır veya türevleri kaplama olabilir fakat parlak siyahın yerini hiçbiri tutamaz.
Dolmakalem tabii ki ama mümkünse çok dolma olmayanından.
Dolma dolma olan dolmakalemler erkeklerin dolma parmakları için tasarlanmış hissiyatı yaratıyor bende.
Bu yüzden benim kalemim ince ve zarif olmalı.
Ellerimin, parmaklarımın arasında hani derler ya "kız" gibi kaymalı.
Narin ve nazik bir ilişkimiz olmalı.
Gördüğüm an "tamam işte bu benim kalemim olmalı" dedirtmeli.
Elime ilk aldığımda aramızda aşk oluşmalı, bir daha birbirimizden kopmamak üzere...
En özel mektuplarımı, yazılarımı, notlarımı onunla yazmalıyım.
El yazısıyla "keşke şimdi yanımda olsan" yazıp sevgilimin haberi yokken ceketinin cebine koymalıyım.
Minik sarı bir post-it'e "özledim..." yazıp laptop ekranına yapıştırmalıyım açar açmaz görsün diye.
Konusu sadece "az sonra" olan bir e-posta gönderip şaşırtmalıyım onu.
O, "az sonra" da ne diye düşünürken içeri giren kuryenin getirdiği; güzelim kalemimle el yazısı olarak yazılmış, adının yanında "kişiye özel" diye not düştüğüm mektubumu okumalı...
Okurken;
Gülümsemeli, şaşırmalı, beni düşünmeli, meraklanmalı, heyecanlanmalı, beni düşünmeli, özlemeli, kahkaha atmalı, sabırsızlanmalı, beni düşünmeli, endişelenmeli, hüzünlenmeli belki de korkup öfkelenmeli sonra bunların hepsi yersizmiş diyerek yine beni düşünmeli...
*****
"Materyalist" demeyin bana diye anlattım tüm bunları size.
Bir kalem değil aslında istediğim.
O kalemin bana getireceği yazılar, o yazıların beni götüreceği yerler.
O yüzden Ayşe'nin yazısını okur okumaz sarıldım kalemleşen klavyemin tuşlarına.
Bilgin iz olsun diye yazdım bunları, kalem değil asıl mevzuu anladığınız üzere ;)

Nessy, the Altıgen

Hiç yorum yok: