11 Kasım 2011 Cuma

1 sene sonra...

1 yıl oldu ben Londra'ya yerleşeli. En başından beri kendimi bu büyülü şehre aitmişim gibi hissediyorum.
Dünyanın farklı yerlerinde bambaşka ülkeler, şehirler, oraların insanlarını gördüm. Hayatlarını izledim. Onlardan birinin içinde olsaydım mutlu olur muydum, nerede, kiminle, nasıl olurdum tahayyül etmeye çalıştım zaman zaman. Tayfunların beni götürebileceği mesafeleri, yağmurların uzatacağı boyumu, güneşlerin parlatacağı tenimi  kestirmeye çalıştım. Dönüp dolaşıp tek bir noktada buluşuyordu hepsi.
Hep aynı nokta, dünyanın hangi sahilinden bakarsam bakayım denizlerin beni götürdüğü yer hep orasıydı...
*****
Barbican Center'da, London Symphony Orchestra bünyesinde marka danışmanı olarak çalışıyorum. Hayallerimin işi. Hatta hayallerimin de ötesinde. Çalışma saatlerimi istediğim gibi ayarlayabiliyorum.
Bazı günler hiç çalışmıyorum, tabii o günlerde de yine sanatsal aktiviteleri takip ediyorum.
British Museum,The National Gallery, National Portrait Gallery, Royal Albert Hall, Covent Garden, Piccadilly, Tate Modern, Southbank Center, Saatchi Gallery, Sotheby's, Kensigton, Chelsea, Knightsbridge, Oxford Street, Hyde Park, Regent's Park, Hampstead Heath, onlarca kütüphaneler, kitapçılar, sanat ve spor klüpleri, mağazalar, sokak show'ları, cafe'ler, barlar, publar ve gezmekten bıkmadığım sokaklar... saatlerimi, günlerimi, kendimi, hislerimi geçirdiğim baş döndürücü yerler...
Hem eskiden getirdiğim hem hergün sayılarına yenilerini eklediğim onlarca arkadaşım, ailem...
Yaşam dolu ve harika geçirdiğim bir sürü gün.

Muhteşem Hyde Park manzaralı, LSE'in 3 adım ötesinde, Londra standartlarına göre geniş, yüksek tavanlı dünyalar güzeli bir evim var.
Her sabah spor yapmak için sadece bir cadde geçiyorum ve Hyde Park'tayım. 1 yıl boyunca yaptığım düzenli antremanlarla artık koşabiliyorum. Şimdiden 2012 Londra Maratonu'na kayıt oldum bile, kısmetse yarı maraton-21K- koşacağım.
Zaten bu şehirde yaşayıp koşmamanın imkanı yok. Yaz kış, sabah akşam, kar fırtına farketmiyor burada. Herkes, her daim koşuyor. Elinde eldiven, kafanda bere, nefesinden buharlar çıka çıka, kulağında ipod'unla koşuyorsun, illa koşuyorsun.
Harika bir koşu grubum var. Doktorlar, borsacılar, bankacılar, sanatçılar, mimarlar ve milyon poundlar yöneten para simsarları var grupta.
İşlerinin, statülerinin veya banka hesaplarındaki paranın hiç bir değeri yok bu grupta. Ortak hedefe kitlendik. Hepimiz charity yani hayır kurumu için koşup en yüksek bağışı toplamaya çalışıyoruz. Tüm Londra'nın koşma sebebi bu olduğu gibi.
Geçtiğimiz yıl Steve Jobs'un ölümüyle çok dikkat çeken, anneciğimin de vefat sebebiyle benim önayak olduğum "Pankreas Kanseri Araştırma ve Hastaları Derneği"ne bağışlayacağız tüm geliri.
*****
Bugün, az önce bitirdiğim River Thames etrafındaki 10K'lik koşu antremanım sırasında düşündüm hemen yukarıda yazdıklarımı.
Birkaç saat sonra Türkiye'de Türkiye- Hırvatistan milli maçı oynanacak. TT Arena'da.
O, gidecek mi acaba diye düşündüm... GS'ın maçı olsa kesin giderdi, kaçırmazdı ama bunu bilmiyorum...
Bugün İstanbul'daki arkadaşlarımla konuştuğumda havanın birden çok soğuduğunu söylediler. Eğer gidecekse umarım kalın giyinir. Üşütsün istemem, ona birşey olsun hiç istemem.
*****
Bugün, bu akşam, tam 1 yıl geçti onu o kızla elele görmemin üzerinden.
Kırmızı şaraplar eşliğinde romantik bir akşam yemeği yiyiyorlardı. Kızın elini tutmuş, yemek boyunca bırakmamıştı.
Nasıl da derinden yaralayıcı bir şey bu!
Oysa doğum günümde beraberce 1 kadeh birşey içmeyi ne çok istemiştim, o içmemişti.
Oysa onu sevdiğim tüm o zamanlar boyunca elimi tutmasını ne çok istemiştim, o parmağının ucuyla bile buna yeltenmemişti.
Nasıl da derinden yaralayıcı bir şey bu!
*****
Her kadın erkeğinin en özeli, en farklısı, en kıymetlisi olmak ister.
Ve su yolunu her zaman bulur zaten.
*****
Dün gece kafama dank etti: Kendine zaman tanımalı insan. Acısını dindirmek, yasını tutmak, enerjisini değiştirebilmek, yeniden hazır olabilmek için. Eğer o zamanı tanımazsa her şey arapsaçına dönüyor. Hatalar peş peşe sıralanıyor. İnsan neyse onu çekiyor.
Bugün koşarken anladım, o zaman dolmuş...
Çok yalnız kalınca fark etmiştim; meğer gerçekten yukarıda gökyüzü varmış! Bir gün âşık olunca gerçekten görmüş ve gözlerime inanamamıştım; gökyüzünde yıldızlar varmış!
Geçen zamana rağmen, farklı gökyüzüne bakıyor olmamıza rağmen benim yıldızım yine aynı, yine 'O'.

Bilmem anlatabildim mi?
Aşkları, öfkeleri, avuntuları ve çeşitli yaşam çabalarıyla hayat her yerde tekmiş...  kaldığın o yermiş...

Nessie, the sporty Billy...
Yazı tarihi: 11.11.12

Hiç yorum yok: