8 Mart 2011 Salı

Krallıktan vazgeçmek mi, tacı utançla taşımak mı, Lionel mi?

Milliyetçilik babadan kalma bir kültür/duygu/inanç/politik görüş vs. olarak damarlarımda dolaşsa da bir İngiliz olarak dünyaya gelmeyi çok isterdim.
Safkan bir İngiliz.
Anadili İngiliz İngilizcesi olan gerçek bir asilzade...
Başka hiçbir milletten değil, sadece ve sadece İngiliz.
Asil, kibar ve elegan.
İnanın bana bu üç kelimeyi öylesine dolu dolu hak ediyorlar ki...
...Ki gerçek İngilizler öyle sokakta, parkta dolaşmadığı için rastlama/tanışma şansım pek olmuyor.
Yine de en ortalaması bile özenilecek, gıpta edilecek boyutlarda bu özellikler bakımından üstün.
Hele hele beyfendileri gerçek birer centilmen.
Dünyanın en medeni, en hayran kalınılacak insanları.
*****
The King's Speech'i daha yeni izleyebildim geçtiğimiz haftasonu.
Londra'ya ve İngiliz'lere hayranlık derecem bir kat daha arttı.
Orada yaşamamış olan birçok insan abarttığımı, özenti düşüncelere sahip olduğumu düşünebilir ama turist olarak bile, birkaç gün bile Londra'da bulunanlar aslında ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Filmden ve bu seneki "En iyi erkek oyuncu" Oscar'ını alan Colin Firth'in oyunculuğundan çok etkilendim.
Aslında film; durağan, karanlık, belki de sıkıcı bile denilebilecek bir film kimilerine göre.
Böyle yorumlamak yerine ben şöyle demeyi tercih ediyorum;
ağır akan, karanlık sahneli, heyecansız ve neredeyse zoraki ilerleyen bir film.
Film boyunca sizi sarsıp darmadağın edecek birşey yok.
Çok şaşırtıcı, hayrete düşürücü, heyecanlandırıcı da bir şey yok.
Sadece filmin ana karakteri Kral George VI'ya acıyorsunuz ve onun kekelemeden konuşabilmesini, bunu yapabilmesini gönülden istiyorsunuz.
Seviyorsunuz, sempati duyuyorsunuz, kral değil arkadaşınız gibi hissedip onu, yanında sathınızı alıyorsunuz.
Zaaflarına, korkularına, çocukken yaşadıklarına üzülüyorsunuz.
Seyrederken "hadi be adam konuşsana" diyorsunuz!
Ve onunla birlikte, Avustralyalı, 'çılgın' konuşma terapisti Lionel Logue'u çok seviyorsunuz, devreden çıkmasını hiç istemiyorsunuz.
Londra'nın en şahane ve huzurlu mekanlarından olan upuzun, yemyeşil, tertemiz olan parklarından birinde hızlı hızlı yaptıkları yürüyüşteki tartışmalarında ‘Bertie’ yani Albert Frederick Arthur George, yani Kral George VI'nın Lionel'e haksız yere kızmasına içerliyorsunuz, kısa zamanda barışsınlar istiyorsunuz.
*****
Sonrası mı?
E, bu en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu dallarında Oscar kazanan filmi benim bunca anlatmama rağmen hala seyretmediyseniz bir zahmet izleyin, herşeyi de benden beklemeyin;)

Yalnız benim anlamadığım bir nokta var;
Bertie yani bizim the King'le Speech Therapist Lionel parkta kavga edip yollarını birbirlerinden ayırıyorlar ya...
Ancak filmi izlerseniz/izlemişseniz bu ikisinin birbirleri için önemini ve değerini anlayabilir, hissedebilirsiniz.
Peki neden bu kadar zor yakalanan bu önemi bir saman aleviyle yakıp birbirlerinden vazgeçiyorlar?
Birinin bir diğerinden bu kadar kolay vazgeçmesine sebep ne olabilir?
Kim kazanır, kim kaybeder, kime yazık olur, kim hiç olur bu vazgeçişte?
Çok geç olmadan dönülecekse kim dönmelidir geriye; giden mi, kalan mı?
Peki ya bir daha hiç kimse, kimseye dönmeyecekse Bertie'yle ömrü boyunca Be-Be-Berrtiieeee diye dalga geçilmesine, hak ettiği o taca ve beraber sarf ettikleri onca zamana/çabaya, kurdukları bağa yazık olmayacak mı? :((
Biri, bir diğeri gibisini bulabilecek mi bir daha?

Not: Konuşma zorluğu, yetişkinlerle birlikte çocuklarda da sıkça rastlanan bir engeldir ve hayat kalitesini ciddi ölçülerde olumsuz olarak etkilemektedir.
Filmde de gördüğümüz gibi bu engel "Konuşma Terapistleri/ Speech Therapists" tarafından doğru eğitim ve yoğun çalışmayla çözülebilmektedir.
Yeni konuşmaya başlayan çocuklar için bu konuda harika çizgi film "Sookie&Fin"i yaratan ve bunun dvd'lerini yapan girişimci arkadaşım Pınar'la gurur duyuyorum.
Dvd' leri www.amazon.co.uk 'den satın alabilirsiniz.
Pınar'a sormak istediğiniz birşey varsa da iletişim bilgileri için bana e-mail gönderebilirsiniz.


Nes, the therapist...

Yazı tarihi: 08 Mart 2011

Hiç yorum yok: