sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2011 Pazar

Black Swan, Natalie Portman- Siyah Kuğu



Sadece bir kaç saat sonra 83. Oscar Ödülleri sahiplerini bulacak.

İyi bir sinema izleyicisi olmayışım ve bu yıla kadar ödüllerin dağıtılmaya başladığı saatlerden 3-5 saat sonra uyanarak yeni bir haftaya başlıyor olmam sebebiyle şimdiye kadar canlı izleyebilmiş değildim Oscar Tören'lerini.

Bu yıl neredeyse tüm film otoriteleri filmin başrolündeki müthiş oyuncu "Natalie Portman"ı da "En İyi Kadın Aktris" dallarında favori gösteriyorlar.


Natalie Portman, 13 yaşına kadar bale eğitimi almış fakat sonrasında baleyle hiç bir ilişkisi yok.
Filmde sahnelediği olağanüstü dansçı performansından sonra ben mevcutta da balerin/aktris olduğunu düşünmüştüm.
Oysa filmin provalarının başladığı zamanda "point"e bile kalkamıyor olması, çalıştırıcı eğitmenlerini pozisyon 1'den itibaren titizliğe zorlamış.
Ve sonuçta da olasılıksız ötesi bir noktaya getirmiş tüm filmin başarısını.

http://www.telegraph.co.uk/culture/8259964/Black-Swan-Natalie-Portman-interview.html

Bu noktaları ağzım açık, büyük bir takdirle izledim.
Başarı skalasının yüksekliğini bir kenara koyacak olursak da filmde beni rahatsız eden bir hayli fazla nokta olduğunu belirtmeliyim.
Öncelikle film 15+ izleyiciler için diye afişe ediliyor ama bence en az 18+ mutlaka olması gerekiyor.
Bu konuda biraz geri kafalı olabilirim ya da tüm teen-age'lerin yaşadıklarını bağnaz bir bakış açısıyla görmezden gelemeye çalışıyor olabilirim ama yüksek dozaj cinsellik olduğunu savunuyorum.
Üstelik sağlıklı ve olması gereken bir cinsellikten çok uzak.
Böylesine başarılı, böylesine gişesi yüksek, bütün dünyayı konuşturan ve hatta belki de Oscar'ları toplayacak bir filmdeki bu yanlış ve baskın erotizm/cinsellik beni çok rahatsız etti.
Milyonları zorlayacak görüntüler bu sahneler daha normalize edilerek verilmeliydi bana göre...


Diğer bir nokta ise filmin başrol oyuncusu Nina'ya fazlasıyla odaklı olması.
Kamere sadece Nina'ya çalışıyor, Nina'yı çekiyor, Nina'nın yüzünü yakın çekim çekiyor, arkasından onu takip ediyor, onunla koşuyor, dans ediyor, nefes alıyor.
Belli bir andan sonra zaten hep karanlık planlarda çekilen film izleyiciyi boğmaya başlıyor.
Gerçek, rüya, hırs, gözüdönmüşlük, mücadele, entrika, başarı, başarısızlık, cinsellik, terbiyesizlik, şiddet, kan, iğrenti, tiksinti, gerilim, iç sıkıntısı ve daha onlarca duygu içiçe girmiş.

Size demeye çalıştığım; sınırsız bir oyunculuk seyretmek istiyorsanız gidin filme, hatta her koşulda elbette ki gidin!
Yalnız uyarayım; film rahatsız bir film!
Bilin ki içiniz şişecek, bu kaçınılmaz!
Hele hele hayatınızın bi döneminde çok istediğiniz birşey için sizin de Nina gibi gözünüzü kan buladıysa kendinizi oldukça kötü hissetme ihtimaliniz yüksek.
Ben etrafımda henüz bir iş için, bir başarı uğruna bu denli hırslı birini görmedim şükür
ama konu sınıf/statü/özgüven atlatacak koca adayı  elde etme savaşına gelince hemcinslerimden ziyadesinin kırmızı gözüyle karşılaştım zamanında.
Allah cümlemizi bu insanların gazabından korusun.

Şimdi müsadenizle ben kendime koyacağım çayım eşliğinde günlerdir hayalimi süsleyen ve bugün aldığım kitabım "The 4-Hour Workweek"i okumaya gidiyorum.
Sonra da Türkiye saatiyle gece 1'de Oscar Töreni'ne yetişeceğim.
Kırmızı halıya sizi de beklerim;)

İyi seyirler Ladies& Gentlemen :)

http://www.bscreview.com/2010/08/natalie-portman-and-mila-kunis-in-black-swan-trailer/

Film Synopsis - Black Swan follows the story of Nina (Portman), a ballerina in a New York City ballet company whose life, like all those in her profession, is completely consumed with dance. She lives with her retired ballerina mother Erica (Barbara Hershey) who zealously supports her daughter’s professional ambition. When artistic director Thomas Leroy (Vincent Cassel) decides to replace prima ballerina Beth MacIntyre (Winona Ryder) for the opening production of their new season, Swan Lake, Nina is his first choice. But Nina has competition: a new dancer, Lily (Kunis), who impresses Leroy as well. Swan Lake requires a dancer who can play both the White Swan with innocence and grace, and the Black Swan, who represents guile and sensuality. Nina fits the White Swan role perfectly but Lily is the personification of the Black Swan. As the two young dancers expand their rivalry into a twisted friendship, Nina begins to get more in touch with her dark side with a recklessness that threatens to destroy her.

Nes, Oscar uğruna içi kalkan :(

Yazı tarihi: 27 Şubat 2011

21 Aralık 2009 Pazartesi

"Nine"




Ilk is olarak yukaridaki link'e tiklamanizi tavsiye ederim.
Nasil, fragmani sevdiniz mi?
Cevabinizin buyuk olcude "evet" olacagini tahmin ediyorum.
Benim karsi cevabim da "cabuk aldanmissiniz" olacaktir.
Pardon pardon, bastan sizi etkilemek istemem.
Birbirinden unlu ve 6 Oscar sahipli oyuncu kadrosu ve ses getiren pr'i sebebiyle uzun zamandir tum dunyada merak uyandiran ve heyecanla beklenen bir filmdi "Nine".
18 Aralik'ta(yani dun) dunya promiyeri yapildi. Fakat su anda Londra'da sadece tek bir sinemada gosterimde.
Amerika'da 25, Ingiltere'de ise 26 Aralik'ta ulusal olarak izlenebilecek.
Bu ayricalikli durumdan istifade ben de tabii yatmadim kalkmadim ilk gunu olmasa da 2. gunu filme kosa kosa(mecazi degil gercekten kosa kosa) gittim.
E bunca kosturmacadan sonra da sizlere yazi yazmak boynumun borcu oldu.
*****
Filmin yonetmeni "Chicago" filminin yonetmeni olan Robert Marshall.
Konusu ise Federico Fellini'nin otobiyografisi olan 8½'tan alinma.

Guido Contini(Daniel Day-Lewis) 1960'larin ortasinda Italya-Roma'da yasayan bir film direktoru.
Esas oglan o, film onun etrafinda donuyor.
Irlanda asilli Daniel Day-Lewis bir Italyan'i canlandirdigi bu roluyle basarili bir oyunculuk sergilemis.
Tanimazsaniz gercek bir Italyan sanabilirsiniz. Film boyunca tipik Italyan aksani ile Ingilizce konusuyor.
Esmer, kirli sakalli, kendinden emin bir snob ve tum Akdenizliler gibi ic dunyasi catismalar ve korkularla dolu.
Hayati sinema, muzik, evli oldugu halde vazgecemedigi guzel kadinlar ve annesinin(Sophia Loren) ruhu arasinda geciyor.
Yonetmenimiz (film boyunca kendisine master olarak hitap ediliyor) 40 yasina girdigi dogumgununu takiben ilham perisini kaybediyor ve artik hicbir sey uretemez hale geliyor.
Etrafini saran 7 kadin bu basarili, unlu ve karizmatik yonetmenin perisini geri getirmek icin onun hayatlarindaki rollerini oynuyorlar.
Iste filmin hepsi bu, otesi berisi yok.
Ne bir derinlik, ne bir heyecan, ne bir supriz, saskinlik, olaganustuluk, ekstralik...
Seyrederken sanki film bana sunu dedi:
"7 guzel kadin, 1 hos adam, hos goruntuler, danslar, muzik ve Akdeniz...
... otesine ne gerek var?"

Bu kadinlari merak edenlere:
Marian Cotillard, Oscar'li aktris Guido'nun karisi Luisa rolunde.


Penelope Cruz, Guido'nun metresi Carla rolunde.
Bence filmi goturen karakter Carla. Film boyunca cok hos ve seksi.
Ispanyol Ingilizce'siyle de etkileyici.

Nicole Kidman, NINE kritiklerce Moulin Rouge filmine benzetiliyor. Hatirlayacaginiz gibi Nicole o filmde de oynamisti.
NINE'da Guido'nun vazgecemedigi bas aktrisini canlandiriyor ve Barbara Streisand'in unutulmaz sarkisi "Unusual Way"i seslendiriyor.



Afet gazeteciyi Drew Barrymore, ruhuyla konusulan anneyi Sophia Loren ve akil hocasi terziyi Judi Dench oynuyor.

Sonsoz; Filmin en yuksek enerjili sahnesi "Be Italian" sarkisinin soylendigi ve tum kadinlarin rol aldigi ilk 5 dakikasi.
Devaminda Guido'yu surekli olarak sakiz cigner ve ayni anda sigara icerken izliyoruz. (Bizim oglan kosarken Obua caliyor misali ;-oo)
O kadar cok sigara icti ki sanki dumanlar bir ara perdeden cikip burnuma geldi.
Son son soz: SIKI bir Penelope hayrani degilseniz bu filme gitmeye degmez cunku seyredilecek baska hicbir sey yok.
Bu yaziyi yazmam ve sizin okumaniz bile zaman kaybiydi. Mevzu kapanmistir. Fotolara bakin yeter!
Iyi seyirler...

Yazi tarihi: 19 Aralik 2009

*****
http://nine-movie.com/#/home-page
http://nine-themovie.blogspot.com/

Nes, the dokuzbucuktan on!!!

5 Kasım 2009 Perşembe

"Nefes: Vatan Sağolsun"

Oyy, oyyy, oyyyy.
Ben ne yaptım?
Yaktım yaktım, kavurdum kendimi.
Bile bile başıma gelecekleri kendi ellerimle kendimi ateşe attım.
Bile bile lades dedim, göre göre yağlı ipi boynuma geçirdim.
Ama bu bana az bile!
Böylesine man kafaya az bile bu!
Beter olayım beter!!!
*****
"Nefes: Vatan Sağolsun" filmi 3 haftadır vizyonda.
Yer gök inliyor "Nefes, Nefes..." diye.
Köşesinde filmi yazmayan köşe yazarı kalmadı.
Gazeteler sürmanşet...
Gün geçmiyor ki bu filmle ilgili yazılmış bir habere rastlamayalım.
Vizyona girdiği 17 Ekim'den bu yana her gün izlenme rekorları kırıyor.
Sokakta konuşuluyor, televizyonda tartışılıyor; ana haberlerde, talk-showlarda, magazin programlarında, internet sitelerinde, bloglarda, forumlarda, okullarda, telefonlarda, otobüslerde, kaldırım aralarında, berberlerde, barlarda, kafelerde, restoranlarda, kadınların Behlül'le Bihter'i konuştuğu altın günlerinde bile!
Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, askerlik çağındaki, militaristi, anti-militaristi, milliyetçisi, cumhuriyetçisi, demokratı, halkçısı, sosyalisti, Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Alevi'si...
Tüm parti başkanlarından tutun da Genel Kurmay Başkanı'na kadar gidildi film izlenmeye.
Akın akın...
Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı diyorum, daha ne olsun yuhhh!!!
*****
Ama sen ne yaptın?!!!
Filme gitmek yerine odun hatta kalas kalınlığındaki kafanın dikine gittin.
Taş yok yok beton yığını olmuş kalbinin korkaklığına yenildin.
Ayyuka çıkmış bencilliğinle bezenmiş zayıf şahsiyetinin gölgesine sığındın.
Bir ödlek gibi!!!
Filmi izlemekten kaçtın.
Şekersin ya erirsin sandın.
Onun yerine kafanı örümcekler bağlasın istedin.
İte kaka kendini götüren ruhunu daha fazla cendereye sokmak istemedin, bakk bakkkk!

Yazıklar olsun yazıklar!
Şaşılacak şey.
Söyleyecek laf bulamıyorum.
Evet farkındayım; utançtan yerin dibine girdin, yüzün kıpkırmızı oldu.
Ama ah! Bilmez misin ki olgunlaşmalar, kişilik şekillenmeleri tam da böyle oluşuyor;
yerinde oturup ahkam kesmekle değil,
üzüleceğini bile bile hayatın içine atlamakla...
Edepsizliğini anladığında yüzünü kızartabilmekle.
Hatanı farkettiğinde bunu kabüllenerek itiraf edebildiğinde...
Ve artık söyleyecek lafın kalmadığında yeri bilenlere bırakmayı öğrendiğinde...

Şimdi söz Haşmet Babaoğlu'nun:

http://sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/11/02/seyircinin_de_nefesini_kesen_film

Seyircinin de nefesini kesen film!

"Nefes" filminin son jenerik yazıları perdeden geçti.
Salonun ışıkları yandı.
Kimsede çıt yoktu. Nefesimiz kesilmişti.
Neden sonra gövdemizi ağır bir torba gibi sürükleyerek çıktık.
Karnımız aç! Bir restorana oturduk.
Ama filmin etkisi öyle çöreklenmiş ki, ne içimizin ne de ağzımızın tadı kalmış!
Baktım, biz erkekler yine de çabuk toparlandık. "Gerçekler böyle işte!" havasıyla idare ettik.
Ama kadınlar için kolay değildi. Boğazlarından hiçbir şey geçmedi. Burunlarını çekip durdular.

***

"Nefes-Vatan Sağolsun" için türlü çeşitli yorumlar yapılıyor medyada.
Herkes sinema dili açısından çok iyi ve alabildiğine gerçekçi bir film olduğunda anlaşıyor da...
Kimisi militarist buluyor; kimisi alttan alta anti-militarist mesajların öne çıktığını iddia ediyor.
Kimileri "yeterince milli bir dik duruş" sahibi olmadığı için bozuluyor filme; kimisi "kadınlara karşı ayrımcı" bir film olduğunu söylüyor.
Bunlar ayrıca tartışılır.
Ama insanların filmi izledikten sonraki ruh halleri de analiz edilmeli.
Çünkü filmin öyküsü kadar çok şey anlatıyorlar.
"Nefes" seyircisi için küçük çaplı bir "aydınlanma" filmi!
Binlerce metre yüksekte, kar fırtınası altında bir sınır karakolunda "vatan sağ olsun" diye görev yapmak, şehirde sıcak yataklarındakilerin kafalarından geçenlere hiç benzemiyor.
Bu gerçeği filmin her sahnesinde görüp anlamak çok insani, çok basit ama çarpıcı bir "aydınlanma" durumu...

***

"Nefes" bir tavrın filmi değil. İnsandan yana bir tereddüdün filmi...
Savaşın tam ortasında durup düşünmeye başlamanın...
Artık sadece intikam almaya odaklanmış yüzbaşının karısına yazdığı mektupta "vatan sağ olsun diyeceğim ama vatan sensin" deyişinde (bir sürçme mi) belirginleşen tereddüdün filmi...

***

Hepsi bir yana...
Ah o şarkı!
Filmin sonundaki... Yazılar başlarken araya giren sahnedeki şarkı...
Küçük Emrah'ın o şarkısı...
"Sensiz ben nefes alamam" yok mu?
O şarkı ve o sahne yaktı kavurdu içimi. (Sırf o sahne için bile yönetmen Levent Semerci ve oyuncuları ayrıca kutlamak isterim.)
Ve... Ne haksızlık!
Filme adını veren bu şarkıdan nedense medyada pek söz edilmiyor!

http://www.vtunnel.com/index.php/1010110A/ecbc83adfa3074953bef447122a1db060684d58fe95240e92ec56c8aad9af091f687996c21a67d5118696

Yazı Tarihi: 06 Kasım 2009

27 Ekim 2009 Salı

Fameeeee!

Baby look at me
And tell me what you see
You ain't seen the best of me yet
Give me time I'll make you forget the rest
I got more in me
And you can set it free
I can catch the moon in my hands
Don't you know who I am
Remember my name
Fame
I'm gonna live forever
I'm gonna learn how to fly
High
I feel it coming together
People will see me and cry
Fame
I'm gonna make it to heaven
Light up the sky like a flame
Fame
I'm gonna live forever
Baby remember my name
Remember, remember, remember....
Baby hold me tight
Cause you can make it right
You can shoot me straight to the top
Give me love and take all I've got to give
Baby I'll be tough
Too much is not enough
I can ride your heart til it breaks
Ooh I got what it takes
Fame
I'm gonna live forever
I'm gonna learn how to fly
High
I feel it coming together
People will see me and cry
Fame
I'm gonna make it to heaven
Light up the sky like a flame
Fame
I'm gonna live forever
Baby remember my name
Fame
*****
Şarkı sözlerini okur okumaz mırıldanmaya başladınız değil mi?
Bu şarkıyı bilmeyen, söylemeyen, sevmeyen var mı aramızda?
Zayıf ihtimal...
Misal ben nerede, hangi ruh halinde duyarsam duyayım yakınımda gördüğüm ilk eşyayı kaparak mikrofon yapıp avazım çıktığı kadar bağırarak söylemeye başlıyorum.
Zaten bu şarkıda öyle enterasan bir tını var. Daha ritmi duyduğunuz an usul usul kıpraşmaya ve sözleri mırıldanmaya başlıyorsunuz.
Sonra coşuyor, coşuyor ve daha da coşuyorsunuz.
İşte bu yüzden kendisi Karaoke'lerin en baba şarkısı ve kimsenin sesinin betliğine aldırış etmeden avaz avaz söylediği bir şarkıdır.
Duşların kadrolusu
Yolda yürüyenlerin yandaşıdır.
Enerjiden kafayı tavana vurma şarkısı
Barların, gece klüplerinin, partilerin en gözde ası,
Ses kontrolu,ayarı olmadan tüm detoneliğinle avaz avaz yırtınma şarkısı
Limitsizce saçmalama,
Eline geçirdiğin herhangi birşeyi mikrofon sanarak tepin tepin tepinme şarkısı
Ve dans ettiğini sanarak vücudundan bilinçsiz ve uyumsuzca çıkan tüm garip hareketleri fırlatan şarkıdır.
Nefes nefese kalma şarkısı,
Sevgilinin gözüne baka baka;
"baby look at me& tell me what u see,
You ain't seen the best of me yet
Give me time I'll make you forget the rest"
diyen obez bir özgüvenle meydan okuma, baştan çıkarma ve şımarma şarkısıdır...
Mercekle arasan içinde zerre ağlama-zırlama, kendine jilet atma, başkasına trip atma isteği uyandıran duygulardan eser bulamayacağın bir şarkı.
Melankolisi cıssss,
Serotinin öpülesi...
Sırf bu şarkının kendi dinamiği bile tutar ayaklarınızdan götürür sizi "Fame" filmini izlemeye.
Yok yetmez, kesmez beni diyorsanız;
yetenekli, güçlü, güzel, enerjik ve genç bir dünyanın içine sızmak için buyrun gidelim derim.
Çünkü ben o yüzden gittim.

Filmle ilgili sitelerde konusu şu şekilde anlatılıyor;
Oscar ödüllü, 1980 yapımı Alan Parker imzalı hit film “Fame”'in orijinalinin yeniden uyarlaması olan film dansçılar, şarkıcılar, oyuncular ve ressamlardan oluşan bir grup yetenekli gencin New York Gösteri Sanatları Şehir Lisesi'nde geçirdiği 4 seneyi anlatır. Adeta farklı ve yaratıcı bir güç santrali olan bu okul toplumun her kesiminden öğrencilere hayallerini gerçekleştirme, gerçek ve uzun süreli bir şöhret yakalama şansı sunar. Sadece yetenek, kendini adama ve sıkı çalışma ile elde edilebilecek türden bir şans...
Herkesin zaman zaman kendinden şüphe duyup bezdiği inanılmaz rekabetçi bir ortamda, her öğrencinin tutkusu sınanacaktır. Kariyer hedeflerine ek olarak bir de lisede olan diğer her şeyle de uğraşmak zorunda kalacaklardır. Ödevlerle dolu karmaşık bir zaman, sıkı dostluklar, tomurcuklanan aşklar ve kendilerini keşfetme...
Her öğrenci spot ışığı altındaki kendi anı için didinirken, aralarından kimlerin doğuştan gelen bir yetenek ve başarmak için gerekli disipline sahip olduklarını keşfedeceklerdir. Arkadaşlarının ve hocalarının sevgi ve desteğiyle, aralarından kimin Şöhret'i yakalayacağını göreceklerdir...

Bana soracak olursanız da bu kadar olumlu ve yüksek enerjiyle gittiğim halde filmi oldukça vasat buldum.
Kesinlikle "Fame"e yakışır bir enerji yansıtmıyor.
Oyuncular çocuk denecek kadar genç ve amatör.
Konusu kendi içinde dağılmış, seyirciye hangi mesajı, hangi duyguyu vermeye çalıştığı belli değil.
Müzikler ve dans sahneleri basit, tatmin edicilikten çok uzak kalmış.
Ayrıca 4 yıllık eğitimdeki yıllar arası geçiş hızlı ve kopuk çekilmiş. Sanki filmden sahneler kırpılmış, bir yerlere koşturuyor gibi...
Beni etkileyen sadece 2 sahne olduğunu söyleyebilirim;
1.si: Seçmelerden sonra kabül edilen öğrencilerin yemekhanede ilk kez bir araya geldiklerinde spontan bir şekilde sergiledikleri olağanüstü performanslı şovları.
2.si ise: Klasik piyanoda bir deha olan Denise'in büyük bir salonda tek başına piyano çalıştığı sırada şarkı söylemesi ki sesinin sıradışılığını ilk kez orada farkediyoruz; nefesimiz kesiliyor.

Son söz: Yapacak daha iyi bir şeyleriniz varsa filmi boşverin, kayıp sayılmaz.
Yok illa göreyim diyorsanız, patlak mısır ve kola uğruna buyrun, o da kayıp sayılmaz ;)

Nes, the Fameee

Yazı Tarihi: 27 Ekim 2009

12 Kasım 2008 Çarşamba

Mavi bir telaş


Severcesine, nefret edercesine, okşarcasına, dövercesine...
Müthiş bir aşk...
Hikayesi hepimize ait.
Basit ama karmaşık.
Yalın ama çetrefilli.
Düz ama engebeli.

Herşey kendi hayatlarımızdaki kadar sıradan, gerçek ve yalnız...
Sebepsiz yere ıssız...
Belki de bu yüzden bu kadar içine çeken, saran, sarsan bir film olabilmiş “Issız Adam”.
Ve son yıllarda izlediğim en gerçekçi aşk filmi.
Senaryo, çekimler, sahneler, cast, seslendirme ve arka plandaki her detay öylesine gerçek ki başlar başlamaz filmi seyretmiyor, yaşamaya dalıyorsunuz.
Senarist ve yönetmen Çağan Irmak film boyunca sizi tutuyor, kavrıyor ve sıkıca sallıyor.
Duygularınızı eline alıyor, kalbinizi ve sizi acımasızca hırpalıyor.
Ve bu ilginç bir şekilde iyi geliyor.
Hem aşkın baştan çıkarıcı güzelliğini hem de yakan acısını hissettiğiniz için, insan olduğunuzu hatırladığınız için iyi geliyor.
Belki çok benzerini yaşadığınız, belki hep sahip olmayı hayal ettiğiniz, belki de artık bir daha hiçbir zaman kavuşamayacağınızı bildiğiniz o en değerli aşkınıza ayna tuttuğu için cesurca bırakıyorsunuz gözyaşlarınızı.
Kimseleri umursamadan masumca bu saf aşka teslim oluyorsunuz.
Kendinizle başa çıkmakla uğraşmıyor, boğazınızdaki düğümleri koyveriyorsunuz.

Aslında şu anda edepsiz bir bencillikle size konuyu bütünüyle, her detayıyla, tüm replikleriyle anlatmak istiyorum.
Baştan sona filmi kare kare kafamdan geçiriyor, mazoşist bir zevkle izlerkenki duygularıma tekrar kapılıyorum.
Sonra size kıyamıyorum.
Bu filmi yaşamanıza, hissetmenize, şaşırmanıza, doya doya ağlamanıza, o iç titreten aşka yakalanmak arzunuza ve bunları sahiden hissetmenize engel olmaya hakkım olmadığını düşünüyorum.

“Sevgilim,
Gözlerimi kapattığımda başka biri değil sen varsın ve sen bunu bilmiyorsun” repliğini burdan okumanızı değil Ada’nın Alper’e söylediği aşk dolu sesinden bizzat duymanızı,
Film boyunca sizi sizden alacak müziklerde yalnızlar ve aşıklar arasındaki farkı,
“mavi bir telaş”ın ne anlama geldiğini,
İnsanın kokusunun hep aynı kaldığını,
Karda donmak üzereyken uykunun tatlı geldiği ama öldüğünün farkına varmayan,
Ve sürekli başkalarının bedenlerini ödünç alan ıssız adam’ı,
“anlamazdın, anlamazdın
Kadere de inanmazdın?” diye soran arka fondaki şarkıyı kendi duygularınızla...
iç hesaplaşmanızla...
kaçırılmışlıklarınızla
veya ümit dünyanızla
size hiç müdahele etmeden, kendinizle başbaşa bırakarak yaşamanızı istiyorum.
Davet edip, ortadan kayboluyorum
Bu defa ıskalamamak için,
Bu filme gideceksiniz değil mi?

http://www.issizadam.com/

Yazı Tarihi: 11 Kasım 2008
Not: Ben bu yazımı 11 Kasım'da yazdıktan sonra 14 Kasım'da Hasan Pulur çok beğendiğim bir yazı yazmış, okumak isteyenler için link'i aşağıda: