17 Ağustos 2008 Pazar

Neslihan Kılıç'ın bana yaptıkları...

Geçtiğimiz Cuma ne feci bir gündü...
Hırpalayıcı, beter, zor...
Allah bir daha yaşatmasın.
Tüm gün herşey ters gitti. Solumdan mı kalktım nedir bütün aksilikler beni buldu.
Bir, ikii, üççç derken; ‘e yetti ama ben de insanım’ diye isyan ettim akşamüzeri.
Bu aralar Serdar Ortaç’ın hit olan şarkısında söylediği gibi ‘Hayat beni neden yoruyosun?’ diye sordum.
Ama ne fayda?!
Üzerime geldi de geldi. Başım kazan gibi kendim de pelte gibi olmama rağmen iş çıkışı iyi hissedebilmek ümidiyle kendimi spora gönderdim. Sporda i-pod’um son ses kulağımda dalıp gidince melodilere ve kendimi soyutlayınca ortamdan biraz unutur gibi oldum bu yaşadığım kabus günü.
Eve yorgunluktan bitap ve Kırmızı Başlıklı Kız’daki kurt misali önümdeki herşeyi yiyebilecek kadar aç geldim. Daha kapıyı açmadan, saniyeler içinde yemeğimi hazırlama ve yeme planı üzerindeyken cep telefonum çaldı. İçerisinde evimi seyyar olarak taşıdığım çantamın derinliklerinden telefonumu bulana kadar geçen sürede kaç kere çaldı sayamadım. Sonunda telefonu kulağından yakaladığımda ekranda gözüken numaranın bende kayıtlı olmayan, tanımadığım bir numara olduğunu gördüm.
Açtım; arayan alt komşumdu. Bugün olan garip bir olaydan bahsediyordu bana.
Ben yaşlarda bir bayanın gelip beni sorduğunu ama soran kadının halinin ve tavırlarının biraz ilginç olduğunu anlattı. Evde olmadığımızı öğrenince tekrar geleceğini belirterek gitmişti genç kadın.
‘Allah Allah...‘ dedim. Tarif edilen eşgale uygun kimseyi tanımıyordum, daha da ilginci evime gelecek kadar bana yakın olan biri niye gelmeden beni aramıyordu. Veya gelip beni evde bulamayınca neden geldiğini söylemek için aramamıştı, acaba cep telefon numarım mı yoktu, apartmanın kilitli olan giriş kapısından nasıl girmişti, güvenliklere sorsam görmüş olabilirler miydi vs vs... aklımda bir sürü soru işareti belirdi.
‘Bugün daha fazla ters olay yaşamaya taakatim yok’ diyerek umursamamaya çalıştım.
Geç olmadan zihin ve beden yorgunluğuma yenik düşerek uyudum. Ne kadar sonra olduğunu bilmiyorum, uykumun en derin yerlerinde bir yerlerde telefonum çaldı. Zar zor ‘efendim, alo, alo, efendim’ diyebildikten sonra telefon yüzüme kapandı. Zaten uyanmamıştım, uyumaya devam ettim.
Sabah uyandıktan 1 saat kadar sonra geceki olay aklıma geldi. Kimin aradığını görebilmek için telefonuma baktığımda geceyarısı atılmış 5-6 tane sms’le karşılaştım. Hepsi gece arayan numaradandı.
Yazılanları okudukça gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oldu.
Tüm sms’lerde ben ve olduğu varsayılan çocuğumu çok kötü sürprizler beklediği, kendimi kollamam gerektiği ve katledilmiş Türkçe, imla ve yazım hatalarından anladığım kadarı ile kocasını bana kaptırmaya niyetli olmayan bir kadının savurduğu bir dolu ağza alınmayacak tehditler vardı.
Anlaşılan o ki ortada çok ciddi bir karışıklık vardı. Buna rağmen bu olayın içinde olmaktan çok büyük rahatsızlık duydum. İlk kez başıma böyle birşey geliyordu ve ne yapacağımı bilemedim. Önce numarayı arayarak bir karışıklık olduğunu belirtmem gerektiğini düşündüm ama daha sonra karşı tarafın kısa sürede bu hatasını anlayacağını düşünerek tamamen olayın dışında kalmayı tercih ettim.
Hata olduğunu bilsem de baya bir tadım tuzum kaçmıştı.
Bazı masum insanların aksi ispat edilene kadar ne kadar zor süreçler geçirdiklerini, ne cezalar çektiklerini düşündüm.
Ve bazen gül pembe hayatınızın hiç dahliniz olmasa da 1 saniye içinde nasıl alaşağı olabileceğini...
Ve hatta güzel ülkemizdeki bir çok insanın sırf isim soyadı benzerliğinden ne garip durumlara maruz kaldıklarını.
Şimdi bunları düşününce birden içim daraldı.
Sms’leri aldığım Cumartesi sabahı erkenden sahile inip spor yapmayı planlamıştım oysa. En son 8 ay önce yaşadığım bir duyguyu bunca aradan sonra tekrar hissettim; spor dahi yapamayacak kadar keyifsizdim. Onun yerine hep huzur bulduğum Bağdat Caddesi’ne inerek öğle sıcağında yapmayı planladığım işleri sabah serininde halletmenin daha akıllıca olabileceğini düşündüm.
Hem tanıdık yerlerde dolaşmak biraz iyi gelebilirdi belki... ama ne mümkün?
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen İstanbul tüm yazın en sıcak günlerinden birini yaşıyordu ve üzerine bir de benim içinde bulunduğum alı al moru mor vaziyetim eklenince tanıdık kaldırımlarda aradığım huzurun yanından bile geçemedim.
Öğle sıcağında kendimi pişmiş yumurta gibi hissederek eve döndüm.
Bir kaç saat sonra akşam katılacağım sevgili arkadaşım Gökçe’nin düğünü için yavaş yavaş hazırlanmaya başladığım bir sırada cep telefonum çaldı ve arayan o numaraydı.
Kısa bir tereddüt anından sonra telefonu açtım. Karşımdaki ses beklediğimin aksine 60 yaşlarında, oldukça zayıf ve kırılgan bir sesti. Yine beklediğimin aksine çok kibar ve ezik bir şekilde bana Neslihan Kılıç olup olmadığımı sordu.
Ben daha telefon çalarken 'guard’ımı almıştım lakin bu beklemediğim yenilmişlik karşısında şaşkına döndüm.
“Evet ben Neslihan Kılıç’ım ama sanırım ortada ciddi bir karışıklık var” diye söze girdim. SMS’lerde yazdığı konularla hiçbir alakam olamayacağı zaten bahsi geçen hiçbir özelliğe de uymadığımı belirttim. Yine de içini rahatlatmak isterse hakkımda öğrenmek istediği birşey varsa ona yardımcı olmak için cevaplayabileceğimi de belirttim.
60 yaşlarında kendisini aldatan kocasının sevgilisini sadece isim soyaddan yola çıkarak bulmaya çalışan biçare bir kadın vardı telefonun diğer ucunda.
Ve aslında sabah okuduğum çok düşük seviyelerdeki sms’lerle gözümden ateş fışkırırken şimdi içimi tamamen bir acıma duygusu kaplamıştı.
Devam eden telefon konuşmamız boyunca; o bana sorular sordu ve ben o esnada; “kimbilir kaç yıllık kocası, kim bilir kaç tane çocukları var, kimbilir şimdi kendini ne kötü ve biçare hissediyordur” diye düşündüm.
Telefonun sonunda aradığı Neslihan Kılıç’ın ben olmadığıma ikna olduğunda o; “kusura bakma kızım” diyerek ben de içinde bulunduğu bu zor durumda ona kolaylıklar dileyerek konuşmayı bitirdik.
Birkaç saatliğine bile olsa zannedilen Neslihan Kılıç olmak çok can sıkıcı idi.
Kimbilir kimler ne hayatlar yaşıyor diye düşündüm.
Kimbilir aynı ismi taşıyan kimlerle ne farklı kaderler paylaşıyoruz, aynı kaderi paylaşan kimlerle bambaşka yollarda yürüyoruz...

Bu gece Berat Kandili.
Berat; kelime anlamı olarak bağışlanma, affedilme demek.
Bu gece tüm günahlarımız affolsun, tüm dileklerimiz kabul olsun.
Kandiliniz kutlu olsun...

Yazı Tarihi: 16 Ağustos 2008