9 Haziran 2009 Salı

Hayat dolu 'tutku' hastalıklı 'takıntı'ya karşı

"İstanbul'u özlemekten çatlıycam, çıldırıcam, pul pul deriler döküp, göz göz kabarıcam. Ona dair her görüntü, her ses, her haberle ruhum yükselip boğaza uçuşunca nerelerde tutcaz bu beni, bilmem ki?"
diye yazdım 08 Haziran'da Facebook statüme.
Çünkü öyle...
Çünkü aynen öyle hissediyorum; ne bir eksik, ne bir fazla.
Dün Facebook'ta bir arkadaşımın çektiği İstanbul görüntülerini izleyince kabardım. Görüntüleri öylesine içine aldı ki beni dünyam şaştı, gözlerim doldu.
Sanki onunla birlikte gezdim; o kameranın, o anın, o yolların, o havanın, nefesin içine girdim.
Ruhum yükseldi onun yanına sokuldu.
Uçtum, uçtuum, uçtuuummm ve onun baktığı yollara kondum. Beni oralarda görsün istedim.
Oysa İstanbul'dan ayrılalı henüz 6 gün olmuştu.
Bilir misiniz bende fena halde bir 'homesick' durumları var. Yani Türkçesi ev bağımlılığı/sıla hasreti ve bu sılaya kavuşamayınca hasta olma durumları.
Evden 1 haftadan uzun ayrılınca vücudumda kabarcıklar çıkmaya başlıyor. Önce bir iki yerimde -ki genelde ayak bileğimde başlayan- minicik sivrisinek ısırığı gibi ufak ufak uçlar beliriyor.
Onlar ilkin tatlı tatlı sonra ben kaşıyıp yara yapmaya başladıkça da acı acı kaşınıyor.
Ve ben kaşıdıkça onlar kaşınıyor, onlar kaşınıkça daha çok acışıyor.
Sonra o minik ısırık benzeri şeyler kabarıyor, göz göz oluyor, kocaman beyaz para para kabarıklığa dönüyor.
Ayakbileğimden diz kapağımın önü, arkası, yanı, kemiğimin köşesi derken tüm bacaklar iptal oluyor. Ve her yerde aynı emareler.
O kaşıntılar zamanla göz göz kabarık, sonra para para yara, sonra da pul pul deri dökülmesi halini alıyor.
Ama sonra birden, ansızın, bir sabah uyandığımda geçiyor.
Nasıl mı?
Ben kafayı yiyip eve döndüğümde...
Aniden sönüyor.
Bu hastalıklı durum beni terk ediyor.
Derim kendini toparlıyor, yaralar ufalıyor ve kapanıyor, kaşıntılar geçiyor ve cildim parlamaya başlıyor.
Artık eve gelmişimdir.
Kendi yatağım, kendi duvarlarım, kendi evimin kokusu ile başbaşayımdır.
Bildiğim yola bakarım camımdan, mutfak dolaplarındaki raflarımda neyin ne olduğunu gözü kapalı bulurum.
Sevdiğim eşyalar, tanıdık huzurum hatta alışılagelmiş sıkılmışlığım dahi beni rahata kavuşturur.
Özlemlerime şimdi daha yakınımdır kendi yuvamda, sığanak kalemde.
Birçok arkadaşım doğma büyüme Ankara'lı olduğum için bu sonradan olma İstanbul'luluk halimdeki aşkımı anlayamıyorlar.
Saplantı, takıntı, abartı diyorlar.
Benimse cevabım net:
"Bu duygunun adı takıntı değil, tutkuyla sevmek, bilir misiniz?"

Şu anda Ankara'dayım.
Yaklaşık 20 saat sonra, 24 saatliğine tutkuyla sevdiğim şehre geleceğim kısmetse.

Bu sevgiyi doyasıya yaşamak için, yaşadığımı hissetmek için, geleceğe dair hoşuma giden birşeylerin beni ayakta tutması için bu tutkuya çok ama çok ihtiyacım var, bilir misiniz?


Yazı Tarihi: 09 Haziran 2009

Not: Ben bu yazımı 09 Haziran'da yazdıktan sonra 12 Haziran'da Ayşe Arman yine çok şahane bir yazı yazmış. Tahmin edeceğiniz üzere yazının en çok "tutku&heyecan"la ilgili paragrafını sevdim. Bir de mektup yazıp, kasaya kaldırıp seneler sonra okunmasını. Evet, tabi ki ben de yapacağım aynısını. Kimbilir kaç sene sorna, kim açacak o mektubumu?
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11849389.asp?yazarid=12&gid=61