16 Haziran 2009 Salı

Yaza giriş ritüeli

Cehennem sıcağı bir günün öğle vaktinde, güneş tepemizdeyken yapılacak bir iş değil bu ama niyetlendik bir kere.
Kadınlar kafaya koydu mu o iş yapılacak, lamı cimi yok!
Binanın kapısını açtığımız anda havada asılı olan o sıcak, şahane; buhar, sabun ve nem karışımı olan mistik koku yüzümüze çarpıyor.
Methini bu kadar duyduğumuz yeri merak ediyoruz.
Adımlarımız ağır ağır, ruhumuz sindire sindire, bakışlarımız bir çırpıda 2 kat aşağıya iniyor.
Hafif ürkek, hafif tedirgin ama hepsinden çok hevesliyiz.
Giriş kapısını görür görmez bikinili, güler yüzlü kadınlar arkalarındaki gazoz dolabıyla birlikte ‘hoşgeldiniz’ diyerek bizi karşılıyorlar.
Bikiniler, sıcak ve buzzz gibi gazozlar onlarda;
Elimizde valizimsi bir çanta; içinde havlular, taraklar, bilumum güzellik malzemeleri bizde, ‘hoşbulduk’ diyoruz.
Bir kokteyl ikram etseler nerdeyse tatil köyüne giriş yaptığımızı düşüneceğiz.
Kırmızı halılar serilmiş yoldan geçiyoruz ve kapılar açılıyor.
Tam karşıda yüksek ayar bir vantilatör havada salınan buharı ve beraberinde saçlarımızı dağıtıyor.
İçerdeki ağır hava fanın önünde uçuşuyor.
Elimize odamızın anahtarını veriyorlar. İçeri girip büyük bir hevesle ‘yaza giriş ritüelimiz’ için hazırlanmaya başlıyoruz.
5 dakka sonra tamamız, hazırız.
Hayır peştemal filan yok.
Artık formata uygun olarak biz de bikiniliyiz.

İçeri girince yüksek bir kayadan suya atlarkenki gibi nefesimi tutuyorum.
Az sonra yaşanacakları merak ederek...
Yüksek tavan, geniş kubbe ve ekolu ses nefes kesici.
Hemen yukarı bakmak istiyorum.
Kubbedeki aralıklardan içeriye bir ışık hüzmesi sızıyor.
Sanki ilk defa ışık görmüşcesine büyüleniyorum.
Işık, kubbenin altındaki göbek taşına doğru bir teleskopun ucundan görüyormuşum gibi yukarıdan aşağıya akıyor. Hüzmenin içinde dönen havada nem ve sıcak üstüme kayıyor...
İnanılmaz bir estetik.

Göbek taşının üzerinde, o sıcaklık tüm hücrelerime sızarken ben tam da orda zamanı durduruyorum.
Dışarıda hayat tüm hızıyla devam ediyor.
2 kat üzerimizde insanlar bir yerlere koşuşturuyor, yetişmeye çalışıyor, birşeyler alıyor, yemek yiyiyor, sigarasından bir nefes çekiyor, sevgilisinin elinden tutuyor, çocuğunu itiştiriyor, arabasını kullanıyor, bağıra çağıra konuşuyor ama ben işte tam burada hayatı durduruyorum.
Tüm seslere kulağımı kapatıyorum, gözlerim zaten kapalı.
Hissettiğim müthiş bir ferahlık.
Ruhum yukarı çıkıyor ve oradan aşağıdaki beni izliyor.
Yukarıdaki ben aşağıdaki ben’e göz kırpıyor.
Huzur...
Değişik, tarifi zor; hem çok bebeksi hem çok kadınsı bir duygu:
Herşey tertemiz, mis kokular, köpükler, aydınlık, eko ve kendin.

Bakır taslarla üzerimizden su döktükçe azalıyoruz, hafifliyoruz, güzelleşiyoruz.
Ruhum iyice yükseliyor.
Kanatlı bir kıratla boğazı geçerek dört nala İstanbul’a uçuyor.
Yukardaki ben göbek taşındakine:
'yarınki kemo’dan hiç korkma, herşey sağ sağlim geçecek, iyi olacak, bak seni iyi hissetmen için İstanbul’a sevgilinin yanına uçuruyorum şimdi’ diyor :)

Kubbeden üzerime iri bir damla düşüyor, bir sabun köpüğü patlıyor, kendime geliyorum.
Doğrulup, ayaklarımı yere basıyorum.
‘Yaza giriş ritüelim görevini yerine getirdi’ diyorum.
“Zamanın ne içinde ne de dışında olan” bir mekana doğru süzülüverip, suya teslim olmak harika hissettiriyor...

Yazı Tarihi: 15 Haziran 2009