23 Ağustos 2009 Pazar

Baba ve Piç- Elif Şafak


2006'nın Mart'ında ilk çıktığında yoğun bir "Baba ve Piç" fırtınası vardı etrafımda. Birçok arkadaşım okuyor, gazeteler dergiler sürekli bu kitaptan bahsediyor, gittiğim tüm kitapçıların raflarında boy boy bu kitabı görüyordum.
Bense o aralar bu güncelliği yakalayıp kitabı okumakla, popularizmin esiri olmamak arasında kaldığımdan kitabı okuyup okumayacağıma karar veremiyordum.
Elif Şafak'ın deyimiyle "araf"ta kalmıştım.
Sonucu yine duygu dünyam belirledi:
2003 Kasım'ında babamı kaybettiğimden ve yüreğimin yarası henüz hiç iyileşmediğinden içinde "baba" kelimesi geçen herşeyi yasaklamıştım kendime.
Ve bu kitabı okuma düşüncesini bu yasağım sebebiyle gönül rahatlığıyla rafa kaldırabilecektim.
Sonra annemin hastanede yattığı dönemde bir arkadaşım bana "Aşk"ı hediye etti.
Ve ne olduysa o kitapla başladı.
Kalemi böylesine kuvvetli, içinden böylesine insan ruhu geçen bir kitap daha önce okumamıştım.
Kitabın üzerimde bıraktığı etki o kadar kuvvetliydi ki hayatıma bunca zaman Elif Şafak'ı sokmamanın ezici hayıflanmasıyla tüm kitaplarını birbiri ardına okumak istedim.
"Aşk"tan sonra, tek yazara gömülüp kalmamak, duygu ve görüş dünyamı çeşitlendirmek için araya başka kitaplar aldım ama yeni bir Elif Şafak kitabı için sabırsızlanıyordum.
Böylelikle "Baba ve Piç" i son sürat okumaya başladım.
Başladım ama kitabın içine bir türlü giremedim.
Ona şans verdim; belki başları sıkıcıydı ama ortalarına doğru konu derinleşecek ve kesinlikle müthiş bir akıcılıkla gidecekti.
Maalesef ki ortalarda ve hatta sonlarında bile kitap aynı sığlığında ve hareketsizliğinde devam etti.
Ancak son 30 sayfada şaşırtıcı bir yöne akmaya başladı.
Yine de bu hiç beklenmedik gelişme sanki kitaba zoraki bir "şaşırtıcı son" hazırlanma endişesiyle yaratılmıştı.
Zoraki absürdleştirilmişti.
İyi ki önden "Aşk"ı okumuşum.
Yoksa böylesine donanımlı ve kalemi kuvvetli bir yazarı hem bu akmayan kitabı
hem de Ermeni meselesi gibi önemli bir konuya tek pencereden, belgesiz, cinlerin açıklamalarına sığınarak doğru kabül ettiği yanlı görüşlerinden dolayı ilelebet rafa kaldırırdım.
Yine de Elif Şafak okumaya devam edeceğim; ne de olsa bir insanı tanımakla başlar herşey...

Ve merak edenler için kitabın arka kapağı:

"Kocanızın izni lazım elbette," diye devam etti sekreter, artık cıvıltılı olmayan sesiyle. "Tabii eğer evliyseniz...?"
Odadakilerin meraklı bakışları üzerinde ağırlaştı. Ne var ki Zeliha'nın yüzünde ne sıkıntıdan eser vardı ne mahcubiyetten. Bu toplumsal işkenceden keyif alıyor değildi elbette ama içinden bir ses başkalarının fikirlerini ve yargılarını umursamamayı öğütlemişti ona. Ne de olsa fark etmeyecekti sonuç olarak. Son zamanlarda bazı kelimeleri kişisel sözlüğünden çıkarmaya karar vermişti, "utanç" pekâlâ bunlardan biri olabilirdi. Bu kürtaja onay verecek bir koca yoktu ortada. Bu çocuğun bir babası yoktu.
Neyse ki kocanın olmayışı formalitelerde bir avantaja dönüştü. Görünüşe göre kimsenin yazılı iznini almasına gerek yoktu. Bürokratik düzenlemeler, evli çiftlerin bebeklerini kurtarmak için gösterdikleri özeni evlilik dışı doğan bebekler için göstermiyordu anlaşılan. Babasız bir çocuk neticede bir piçti ve İstanbul'da bir piç, sallanan bir diş gibi her an düşmeye hazırdı.
Baba ve Piç, İstanbul-San Francisco hattında gidip geliyor: Müslüman-Türk Kazancı ailesiyle Ermeni asıllı Amerikalı Çakmakçıyanların 90 yıla yayılan öyküleri iç içe. Kederli bir geçmişi tamamen unutmak mı daha doğru, geçmiş bilincini beraberinde taşımak mı? Diğer yandan bir kadınlar romanı Baba ve Piç: Erkeklerin apansız ve açıklamasız ölüverdiği, geriye hep kadınların kaldığı bir sülaleden dört kuşak kadının hikâyesi. Anneannelerin, ciciannelerin, teyzelerin hafızalarıyla can bulan bu romanı severek okuyacaksınız.

Yazı Tarihi: 22 Ağustos 2009