13 Haziran 2010 Pazar

Sex&The City 2

Elimde değil, durduramıyorum.
Değiştiremiyorum.
Değiştiremediğimi gördükçe durdarabileceğim duygusundan gitgide uzaklaşıyorum.
Bir tek uyumak iyi geliyor.
Çünkü uyuyunca kopuyorum.
Herşeyden, herkesten, gerçeklerden.
Beynim uçuyooorrr, gidiyooor...
Sahi nereye gidiyor acaba?
Üstelik görüyorum, duyuyorum, nefes alıyorum ve konuşuyorum.
Yani ben varım. Ben, benim.
Ama o ben, gerçek ben değilim.
Tatlı bir ağırlık var üzerimde.
Başka yerde, başka zamanda, başka ruhtayım belki de...
Tamam kabus, karabasan, terin kanın içinde uyanma kısmı hoş değil ama olsun onlardan sonra uyanınca zaten farklı bir dünyada olmadığımı algılıyorum.

*****
Aylardan sonra sinemaya gittim bugün. Aylardır yapmadığım yüzlerce aktiviteden biri.
Aslında "Sex and the City2"yi göresim bile yoktu...ama hayata dair birşeyler yapmak istedim sanırım. Normal insanlar gibi sinemaya gitmek... kafamı hiçbir şeye yormadan, konuşacak taakati zorla toplamaya çalışmadan, sosyalleşmeden sosyalleşerek kendimi normal hissetmeye zorladım.
Film fazlasıyla vasattı. Sıradan, sıkıcı, sürükleyicilikten, eğlenceden fersah fersah uzak. Gitmiyor, akmıyor, konu yok, tek konu meşhur dörtlünün Abu Dabi'ye gitmesi.
Filmi benim için izlenebilir kılmaya değer birşeyler bulmaya çalıştım; çoktan kafayı taktığım; yerlere kadar uzun, etekleri uçuşan, hafif ve harika renklerdeki elbiseler geçer not aldı.
Tüm elbiselerde doğu motifleri vardı ve bu filme renk katmıştı ama o meşhur topuklu ayakkabıları çölde bile giymeleri komediden öte birşey değildi.
Bir Cumartesi akşamüstü, güneşli ve sıcak havada insanların sinemaya gelmekten daha iyi işleri olduğu için koca salon 10 kişiden fazla değildi.
En güzeli de bu oldu; karanlık bile olsa 10 kişiden fazla insanı birarada görmek fazla gelirdi bana...
Ezcümle: Filme gidin ya da gitmeyin diye tavsiye bekliyorsanız eğer bi yukardaki cümlemi tekrar okuyun. Benimle aynı psikolojideyseniz buyrun yoksa zaten yapacak çoook işiniz var demektir.

A bu arada ilk paragrafın konumuzla alakası da bu "10 kişi" muhabbetinde saklı zaten arif olan anladı;)

Nes, the away

Yazı tarihi: 13 Haziran 2010

Hiç yorum yok: