28 Şubat 2009 Cumartesi

Keşke her insanın farkında olduğu bir tutkusu olsa... Peşinde koşsa!

Bitmez denilen bir hafta daha geçti ve sonunda Cuma akşamına geldik.
Haftanın en keyifli, kıymetli zamanı Cuma akşamı iş çıkışı vaktidir.
4.Levent Sabancı’nın önünden metroya atlarsın hoop yarım saate trafik stresi çekmeden medeni bir şekilde ver elini Beyoğlu.
Lütfü Kırdar veya CRR’de konser veya tiyatroya gidilecekse yahut Harbiye, Maçka ya da Nişantaşı’nda arkadaşlarla güzel bir yemek yenilecekse Gezi çıkışını takip edersin.
Beyoğlu’nun binbir renkli mozaiğine girilerek sayısız kitapçı, mağaza, restoran ve cafe’si arasında tinercilerden, kapkaççılardan, “köyden indim şehrecilerden” sıyrılarak yetmiş milletle İstanbul/ Beyoğlu havası solunacak veya AKM’de sanat icra edilecek ya da Cihangir’e bohem takılmaya gidilecekse o zaman sortiler Taksim Meydanı’ndan.
Taksim modunda değilseniz ve daha elit takılmak istiyorsanız yine metro ile tek durakta Levent’teki Kanyon’dasınız. Avrupa’nın göbeğinde, ışıl ışıl, cıvıl cıvıl hem sokak hem alışveriş merkezi olan harikalar diyarında. İster gezin, ister en üst kattaki D&R’da alın elinize bir kitap ve rahat koltuklara gömülerek sayfaları karıştırın ya da inin en alt kata mevsime göre buz pateni ya da atlı karıncaların neşe kattığı pistin önündeki Starbucks’ta kahvenizi yudumlayın, keyif sizin.
Bir zamanların gecekondu semtini şimdi İstanbul’un finans merkezi haline getiren gökdelenlerin çalışanları, beyaz yakalı kol düğmeli plaza insanlarıyla- Cuma akşamı keyfini- yüksek enerjili “Kitchenette”in kalabalık menüsüden seçtiklerinizle enfes bir akşam yemeğiyle ortak paylaşıma taşıyın.
Bir Cuma akşamı
İş çıkışında
İstanbul’daki sayısız alternatif arasında yapılan herşey keyifli
Trafiğe yakalanmadan karşıya yani Anadolu yakasına geçebilen şanslılardansanız benim ilk tercihim haftanın tüm yorgunluğu ve gerginliğini atmak üzere kendimi attığım spor klubüm.
Klubüm, klubüm canım klubüm.
Ne değişik anlar, hesapsız günler geçirdim orada.
Ne kadar kuvvetli bir tutkuydu klubüme kavuşmak benim için.

Nasıl nefes nefese koşa koşa yetişirdim sporuma.
Kalp atışlarım, nabzım, soluğum ne kadar çok hızlanırdı.
Nasıl da yanaklarım kan kırmızı, nefesim buz kesilir
Mide kramplarıma ayaklarım, bacaklarım yetişemez,
beklediğim o UZUN, uzuuun, uzuuuun zaman bana hiç gelmez, geçmezdi.

Bu klüpte her zerresiyle yaşadığım, bu kadar içinde ama böylesine uzağında kaldığım spor tutkum hem ilk hem de sondu benim için UZUUNca bir süre.
Sonra sonra, artık bu büyük tutkunun benden çaldığı enerjiyle azalmaya başladığımı hissedince usul usul kaytarmayı seçtim.
Başka yollara yöneldim.
Bağdat caddesi; Suadiye, Şaşkın, Erenköy.
Ah şimdi Erenköy’de olmak vardı cancağızım.
Bistro 33 nasıl da keyifli ve canlıdır.
Karşısındaki Beyaz Fırın’ın çikolata, vanilya ve tarçın karışımı kokusu taa burdan burnuma geliyor. İkisinin arasındaki sokaktan aşağıya sahile doğru baktın mı bisikletli, patenlileri görmek çocuksu bir coşku yaşatır sana, unutturur İstanbul’un derdini, zorunu.
Cuma akşamı bitsin hiç istemem. Gönlümü gezdirdiğim herşeyi sığdırabilsem Cuma akşamına keşke.
Yemek üstü cappucino’lu tiramisu’dan sonra uyku bastırmadan eve gitme vakti gelmiştir.
Caddeyle ev arası en sevdiğim yol, bana İstanbul’u hissettiren yol Ethem Efendi’den ağır ağır geçerek evime varırım.
“Bak ben ne kadar çok şey yaptım, yapmaktan korkmadan, zaman koşarak geçip gidiyor oysa sen orda, orada sırça köşkünde öyle tek başına oturuyorsun, farkında mısın ey İstanbul!” diye sorduruyor şehrin hiç uyumayan ışıkları bana.
Bu şehirde varolmak için durmak, yorulmak, bıkmak, tükenmek yok.
Bile bile zor olduğunu seni ayakta tutacak bir tutkuya bağlanmalısın.
Eve vardığımda, iş haftasını kapamadan ve uykudan önce bakıştığım yazı dosyalarım veya elime aldığım kitabımın sayfalarında tutku ile flörte başlıyorum.
Kendi kendime az gelirsem Tina’yı koyuyorum cd’ye:
“Simply the best”
“Just as long as I’m in your arms I could be in no better place...”
bu yaşında bu yüksek tutku belki de Tina’yı süper babaanne yapan.
3 hafta öncesine kadar yaşadığım yukarıdaki satıraralarındaki hayat daha uzunca bir süre Ankara'da devam edecek olan hastane, yoğun bakım, acil, doktor, muayenehane kapılarında şimdi.
Bu arada biri tutku mu dedi? Pardon efendim duyamadım?
O neydi, ne demekti?
Bu zor günleri atlattığımda hayatıma Ankara mı, İstanbul mu ya da dünya üzerindeki hangi şehirde devam edeceğimi bilemesem de biliyorum ki yaşamak için bu kelimenin ruhumda yarattığı fırtınalara ihtiyacım var benim.
Ve bu yazıyı yazarken içimden gelen ses diyor ki;
Yine güzel günler yaşayacağım, geleceğe dair planlar yaparak, yine UZUUUN, soluksuz tutkuları tadacağım.
Keşke her insanın farkında olduğu bir tutkusu olsa... Peşinde koşsa!

Yazı Tarihi: 27 Şubat 2009