8 Ekim 2009 Perşembe

Çizen çizgiler


Gece saat 3,10 civarları.
İstanbul'da evimdeyim.
Camdan dışarı bakınca tek tük gördüğüm evlerin yanan ışıkları bir bir kapanıyor her geçen dakika.
Evdekiler uykuya, evler karanlığa gidiyor.
Sokak boyunca yanan tek ışığın benim olması dünyada sanki sadece kendim uyanıkmışım hissini veriyor.
Gece ilerledikçe ben uykusuzluğun koynuna daha çok giriyorum.
Insomnia...

Günü düşünüyorum.
Bugün sıradan bir gündü.
Oysa Mayıs ayında yaşadığım mutluluk, bugüne sıradan bir günün asla altından kalkamayacağı kadar çok umut ve hayal biriktirmişti...
O yüzden bugün uyanmak, güne başlamak istemedim.
Şimdiyse günün bitmiş olduğunu kabullenemiyorum, saate baktıkça canım sıkılıyor, gerçekleri fark edince fena halde bozuluyorum.

Bugün, gecenin bu saatinde kendimle derin, tatsız bir hesaplaşma içindeyim.
Günün hesaplaşması zihnime sürekli aynı fotoğrafı yapıştırıyor.
Görmeye henüz hiç hazır olmadığım bir fotoğrafı.
Hem de bugünde...
Apansız, aniden karşıma çıkan bir yüz.
Bir zamanlar çok sevdiğim, her çizgisini ezbere bildiğim, gülünce gözlerinde takılı kaldığım bir yüz.
Aradan geçen zaman kendime mi, ona mı, olanlara mı her neye ise kızgınlığımı azaltacağına arttırsa da ben o çizgileri hiç unutmamışım, bugün gördüğümde anladım.

Basit bir günün kaldırabileceğinden çok daha anlam yüklü bugün omuzlarına bir de bu çizgileri yükledi.
Çizgileri,
gözleri,
bunca zamandır kulağımda yankılanan sesi.

Beni/bizi dağıtan, tuzla buz eden zaman bugün hiç geçmemiş gibiydi.
Sanki "hadi" dese, tutsa elimden basıp gideceğim kaldığım yerden.

Yürü git, dedim kendime! Yürü git....
Güçlü bir vedaydı, keskin bir çizikti, izi kaldı.
Hepsi bu, yürü git...

Yazı Tarihi: 07&08 Ekim 2009

Hiç yorum yok: