1 Ekim 2009 Perşembe

Gitmek, varmak değil. Varmak, ah! Ulaşmak değil!

Dönem dönem farklı köşe yazarlarına sardırıyorum.
Ruh halim, yaşadığım olaylar, beklentilerim, hayat tempom ve hayallerim...
Ah hayallerim...
Her biri farklı bir yazarı,
farklı bir yazıyı,
farklı bir günü,
farklı birinin dünyasını anlamlı kılıyor bana, "vayyyy be" dedirtiyor.

Bu aralar Haşmet Babaoğlu'yum ben.
Onun satırlarının içinden geçerken çıkıp gidemiyorum.
Uzun bir süre çivileniyorum, mıhlanıp kalıyorum kelimelerine.
Tüm gün kafamda cümleleriyle konuşup, uygun adım ileri marş yazdıklarını tekrar ediyorum.
Apayrı bir etkileşim mi, melankoli mi, yandaşlık mı, hayranlık mı bilmiyorum ama ben bu adama direnemiyorum.
Çoooktaaan aldı gitti beni hangi fazdayız bilemiyorum.

Yarın İstanbul'a geliyorum.
Bu sefer içimi buruk bir duygu sarıyor. Neden, bilmiyorum.

Ben bilmiyorum ama galiba Haşmet Babaoğlu biliyor.
Aylar önce yazdığı aşağıdaki paragrafı sizinle paylaşmazsam, olmaz! Bildiğim o!

"Gitmek, varmak değil. Varmak, ah! Ulaşmak değil! Bu yaşımda daha iyi anlıyorum. Ve artık isyansız kabulleniyorum bunu. Hatırlıyorum da, Sezai Karakoç bir şiirinde "herkesin yüreğinden geçen bir coğrafya"dan söz ediyordu. Gidip gidip varacağımız ama asla ulaşamayacağımız bir coğrafyadan... Öyle bir şey, benimki de!"

Ah Haşmet, ne demeye yazdın bu satırları böyle?

Garip şey şu hayat!...

Keşke yarın biri omuzlarımdan tutup sarsarak ağır bir uykudan uyandırsa beni ve İstanbul'a geldiğimi değil, ulaştığımı söylese.
Mümkün mü?

Yazı Tarihi: 01 Ekim 2009

Hiç yorum yok: