9 Ekim 2009 Cuma

Bohem Paris arabesk İstanbul'la taşralı Ankara'ya gidiyor


Zemin antrasit denilen tondan mavi, şeker gibi bir renk; içi gidiyor insanın, ruhu açılıyor bakınca.
Düşük, bol, kısa kollu. Tek omuz kayıyor, hafif dekolteye kaçıyor.
Etek uçları salaş değil, bir bantla hafif uzunca olan t-shirt toparlanmış.
Tam ortasında göze çarpan beyaz, büyükçe bir kalp.
İçinde Paris metrosu haritası.
Kalbin sol altında diagonal olarak başlangıcı ve bitişinde doreden küçük kalplerin içine aldığı "We'll always love Paris" yazıyor.

Şu an giymiş olduğum bu t-shirt hemen kalbimin üzerinde, kalbimin içindeki duyguları açıklayabilecek kadar maharetli.
Onun bir katman altında da şunlar yazıyor:
Az sonra Ankara'ya gitmek üzere yola çıkıyorum.
Gece, tüm gece, sabaha kadar çok hastaydım.
İçim dışıma çıktı.
Bu veda mı beni yoran, böyle hasta eden?!
............
İstanbul'dan giderken etimden et kesiliyor.
Aklım, ruhum, kalbim gidemezken, gidebilmeye çalışıyor...
Yola çıkmak lazım şimdi.
Çok kez anladım; sözler işe yaramıyor.
Gitmek gerektiğinde gidiliyor...

Aslında bugün Paris'te olacaktım,
ama İstanbul'dayım,
günün sonunda da Ankara'da olacağım.

Paris'i beklerken Paris'siz kalmak
Bir tuhaf boşluk...

Bu boşluk ruhumdaki bohem Paris ve kalbimdeki arabesk İstanbul'la birlikte taşralı Ankara'ya giderken işte şu şarkıyı söylüyor:
"Ah ne yapsam ne yapsam
Kurtulabilsem...
Ne yapsam gönlümü avutabilsem

Unutmak kolay olsa, çoktan unuturdum,
Boşvermek kolay olsa, kendimi avuturdum,
Faydalar faydasız, imkanlar imkansız,
Uzayan gecelerde saatler zamansız,

Ah ne yapsam, ne yapsam, kurtulabilsem,
Ne yapsam gönlümü avutabilsem,
Kendimi unuttum, unutuldum da,
Bir seni benim gibi unutabilsem,
Hiç olmazsa yılda bir gün kavuşabilsem"

............

Hadi şimdi dağılın artık.
Duygulandım biraz.

Yazı Tarihi: 09 Ekim 2009

Hiç yorum yok: