28 Aralık 2009 Pazartesi

Hakkımda

Aylardır aklımda yazmayı düşündüğüm bir yazı vardı.
Blog'uma giren ve beni tanımayan birinin baktığı ilk yer. (muhtemelen, çünkü ben öyle yapıyorum)
"Hakkımda" yazısı...
Defalarca birşeyler karaladım, hiçbiri "ben" olamadı, beğenemedim, vazgeçtim, bir çırpıda uçurdum.
Zor şeymiş bunu yazmak.
Ne kadar ciddi, ne kadar geyik, ne kadar adamakıllı, ne kadar fırlatmasyon, ne kadar cv'sel, ne kadar free-format, ne kadar Ayşe Armanvari, ne kadar Haşmet Babaoğlu tarzı yazacağımı bir türlü bilemiyorum.
Ve bütün ne yapacağımızı bilmediğimiz durumlarda yaptığımız gibi işler daha fazla çorba olmadan hemen sıvışıveriyorum. Aktiviteyi bir dahaki bahara erteliyorum.
Neyse, bu akşam bu konu hakkında kelimelerimi yazıya geçirmeden önce hayli düşündüm.
Düşündüm ve kendim için bunu yapmaya çalışmanın nafile bir çaba olduğunu anladım.
Kendimi tanımadığımdan değil.
Karışık veya kararsız olduğumdan da değil.
Kendimi ifade edemediğimden.
Evet ben kendimi ifade edemiyorum.
Evet evet gerçekten...
Yakın geçmişimi takibe aldım; gördüm ki bu konuda basbaya özürlüyüm.
İfade etmeye çalıştıkça tekrara geçiyorum. Bunca tekrar hem gitgide beni daha çaresiz kılıyor hem inandırıcılığını yitiriyor.
Karşımdakine yeni bir savla gidemiyorum.
Onun gözünü boyayamıyorum.
Ayak üstünde dolaplar çeviremiyorum.
Bağlama çekemiyorum.
"Canım, cicim, gülüm, balım, nar tanem, nur tanem" diyemiyorum.
Halimi görsün, gözlerimi anlasın, kalbimi tutsun istiyorum, beyhude, beceremiyorum.
Ona gerçekliğimi hissettiremiyorum.
Sevdiklerimde ayarımı bilemiyorum.
Sevmediklerimde hiç uğraşamıyorum, hemen sıkılıp gidiveriyorum.
Aradakilere ise ne oluyor onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim...
Bununla beraber bu 3 zümreyi de sallamamazlık yapamıyorum.
"Amaaaan adam sen de, kim ne düşünürse düşünsün" diyemiyorum.
Üzerine basıp geçemiyorum.
"Ben buyum işinize gelirse" çekemiyorum.
Kendimi yüksek bir camdan içeriyi görmek için sürekli yukarı zıplayan bir cüce gibi hissediyorum.
Yeni yol çizip, arkama bakmadan tam gaz ileri gidemiyorum.
"Next" demeyi hiç beceremedim, beceremeyeceğim, Allah beni bunu yapmaktan esirgesin, bunu bilip bunu söylüyorum!
Gidenler gidiyor, ben bir yanımı onlarda bırakıyorum.
Yeni yıl geliyor ya, herşey bambaşka olacak ya, ben bu takvime uyamıyorum.
Ne yani 01 Ocak 2010 sabahı uyandığımda 2009'da yaşadığım herşeyi gerimde mi bırakacağım, ben buna inanmıyorum.
İstemiyorum.
Sadece inanmamakla, istememekle kalmıyor şiddetle reddediyorum.
Şimdi tam bu noktada yazımı en baştan buraya kadar okuyorum.
Yazı ufak ufak kaymaya başlıyor.
Buna müsade etmeyeceğim.
Masanın başına bambaşka düşüncelerle oturdum, madem başka yerlere kayıyor bu noktadan itibaren acilen çark ediyorum.
O halde ne diyorum?
"Hakkımda" diyorum.
Ve başlıyorum.
"Kıvırcık saçlıyım.
İri dalgalı da diyebiliriz.
Kimi arkadaşlarım bana merinos, kuzu, kıvırcık, koca saç, koca kafa, saç insan, water-proof vs... diyorlar, buna hiç bozulmuyorum.
Hatta eğlenceli buluyorum, hoşuma gidiyor, seviyorum, seviniyorum, sevildiğimi hissediyorum.
Kendimle dalga geçmenin tadına varıyorum, ben de onlara katılıyorum.
Benim markerlarım olan dağınık ve kabarık saçlarımı ve bu durumumu sonsuz seviyorum.
Kilo ve sağlıklı yaşam takıntım var, uslu uslu bunu kabul ediyorum.
Kilo alacağım diye ödüm kopuyor, azıcık yesem hemen karnımı içime çekiyorum. Tut tut nereye kadar, sonra da şişip şişip patlıyorum :-P
Temiz olmaya; giysilerimin deterjan ve yumuşatıcı, saçımın şampuan, kendimin mis kokmasına bayılıyorum.
Koku, şeftali, kestane şekeri ve midye dolma olmalı hayatımda.
Bunlardan vazgeçmem, geçemiyorum.
En sıkıntılı anlarımda bir tanesini verin bana, dünya sizin olsun, gerisini umursamıyorum.
Hepsi bu kadar mı diye soracak olursanız da...
Aradaki herşeyi boşverin
Hepsinden, herşeyden önemlisini söylüyorum:
"2009'da ilk kez en "ben" halime geçtim.
Hakkımda yazacak cümleler biriktirdim.
Onu sevdiğimi anladığım ilk an nasılmış, kendimi orda gördüm.
Yıllardır kimliksiz gezen iskeletim ifade özgürlüğüne kavuştu, dillendim.
Heyecanlandım, bekledim, özledim, kavuştum, geri uzaklaştım, rengarenk oldum, denizlere taştım...
Sonra... sonra ne çare ki medcezirle geri çekildim, kıyıya vurdum, susuz kaldım, nefessiz durdum" diye yazmayı becerebiliyorum...
Devamını getiremiyorum, tıkanıyorum.
Hakkımda'nın içi boşaldı, dere yatağına yağmur oldum,şimdi nereye niye aktığımı bilmiyorum.
Yol götürüyor, beni akıntı sürüklüyor bir tek bunu biliyorum.
"Eee tüm bunlardan bize ne?" diye soracak olursanız da
Yazının başına dönüp, "hepsi iyi güzel de kendimi ifade edemedim ya yanarım yanarım ona yanarım" diyorum.
Bakmayın boş gözlerle, bare siz anlayın beni lütfen yalvarıyorum...

İfadesizlik karşısında ne zaman mutlak biçimde çaresiz hissetsem kendimi...
Ne zaman dünyadan umudu kessem...
Alttan alta karanlık bir dilek büyütüyorum içimde:

Vursun davullar, inlesin dünya!
Yalnızlığını dinlesin dünya
Kıyamet günde benimlesin rüya

Dön dansöz dünya
Devam et ateş dansına
Yan gamsız dünya
Sığmadın aklıma

Kıvır kıvır kıvır
Öz paramparça
Kıvır kıvır kıvır
Öz esir tende

Ne oldu, yine mi anlaşamadık?
Niye boş boş bakıyorsunuz bana?
Bir zamanlar sevmediniz mi siz de hiç?
Uğraşım boşa mı?
Anlamsız,
Yararsız mı?
Sizin alınız al morunuz mor mu?
Niye öyle bakışlarınızı kaçırdınız benden?
Diyecek sözünüz yok mu?
Hakkımda diyorum...
Kıvır kıvır diyorum...
Sığmadın aklıma diyorum...
Rüyam, kıyamet günü benlesin diyorum...
Daha ne diyebilirim, bilemiyorum...

Yazı tarihi: 27&28 Aralık 2009

2 yorum:

mesut atalay dedi ki...

her yazında biraz daha şaşırıyorum nesli,
aslında sne kendini ne kadar çok saklamışsın diye düşünüyorum

NeslihanVenusKilic dedi ki...

Ne ben mi, saklamak mı???!! Hem de bu saçlarla! İşte o namümkün ;)
Shhh yazdığım herşey aramızda Mesut, oki?;)