27 Şubat 2010 Cumartesi

Google mucizesi

Sen bir hiçsin.
Bu dünyadaki varlığın bile muamma.
Üzgünüm ama sana kız-mız vermezler.
Önceden eşe dosta, konuya komşuya, bakkala çakkala, muhtara falan sorulurdu, şimdi adres burası.
Oturduğun yerden tek tuş olayı.
Var mısın yok musun?
Varsan buyrun buradan yakın, yoksan hadi canım hadi tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna...

*****
Giriniz "google", yazınız isim soyad, basınız "enter" işte budur...
Tek bilmen gereken isim soyad, gerisini google halleder; gelsin bilgiler, dökülsün sayfa sayfa secereler...
Google'da yok musun?
O zaman dönünüz sayfa başı, okuyunuz bu yazıyı tekrardan, koyunuz şapkayı önünüze, üç kulhü bir elham'la, önce sağ ayağınızı atarak başlayın odanın içinde kuyruğu yanmış kediler gibi sabırsız sabırsız dolanmaya.
Dolanırken ardı ardına "eyvah, eyvah", "eyvah, eyvah", "eyvah .....", ..... demeyi de ihmal etmeyiniz.
*****
Google olmadan önce insanlar nasıl yaşıyordu, ne zordu bilgiye ulaşmak düşünmek bile istemiyorum.
Hiç unutmam binbir zorluk ve taksitle aldığımız "Meydan  Larousse" ansiklopedi seti vardı ki benim google'm oydu mesela.
Allah'tan küçüklüğümüze denk geldi o dönem ki ilkokul ödevlerimizdeki tarih, coğrafya sorularının cevaplarını orada bulabildik.
Şimdi olsa düşünsenize;
internet yok, google yok, facebook yok, twitter yok, friendfeed yok, flickr yok, cep telefonu yok, sms yok, hatta e-mail bile yok, ayyyy imdaaattttt, bana bişeyler oluyo, deliriyorum galiba...
*****
Şükür, şükür, bin şükür halimize.
Her ne kadar teknolojiden çakmıyorsam da teknolojik ve dijital dünyaya adapte olabilecek kadar durumu idare edebildiğim için mutluyum.
*****
En son 11 kasım 1999'da görüşmüştük.
Sonra hayat bizi farklı yollara sürükledi, bambaşka dönemeçlerden döndük(dönmüşüz)
Koptuk ki ne kopmak.
Hiç ama hiç haberim olmayan, hiçbir bağım kalmayan, hiç erişemediğim, değemediğim ender insanlardan oldu.
Ne ortak bir arkadaş, ne bir tanıdık, ne bir adres/ telefon, ne en ufak bir haber...
Bir kopmak pir kopmak...
Öldü mü kaldı mı, yaşıyorsa nerede, hangi şehirde, hangi ülkede, hangi kıtada olduğunu bile bilemedim.
Annesi babası sağ mı, çok tatlı bir anneannesi vardı o, dilim varmıyor ama o inşallah hala yaşıyordur, kardeşini ne çok severdim, ne çok gülüşürdük hep birlikte, Ankara'daki o evleri "yuvaydı" benim için, ne çok ait hissederdim kendimi o eve.
Hah haaa şimdi hatırlıyorum ne kadar eğlenceliydi; bir keresinde birlikte buz pateni yapmıştık, birbirimize tutunarak kaymaya çalışmaktan, gülerken kaymaya çalışmaktan ayakta duramamış yerleri boylamıştık,
Babam, o, ben tatile gitmiştik, üçümüz;
yemeklere, ev oturmalarına, tiyatrolara, konserlere, sokaklarda başıboş gezmeye, spora, İstanbul'a, İzmir'e, Kuşadası'na, Denizli'ye, halalara, amcalara daha birsürü birsürü yerlere gitmiştik birlikte...
Sonra koptuk, ansızın, dannn diye, şimdi sebebini bile hatırlayamadığıma göre sebepsiz yere ve sadece ama sadece kadere böyle yazılmış diye...
Dile kolay 11 yıl.
Neler neler yaşandı birbirimizden habersiz geçirdiğimiz bunca zamanlarda...
Neleri alkışladık uça uça, nelerde başımızı eğdik dura dura...
Fotoğraflarda kaldı tüm yaşananlar, kimi zaman hoş bir tebessüm kimi zaman buruk bir tatla...
Bazı bazı yalnızlığıma arkadaş ettim onu tıpkı eski günlerdeki gibi; çocuksu ve hesapsız hallerimle,
bazı bazı kendimi ona bıraktım, "güvenmek" neydi ilk öğrendiğim sırtına.
Bana en yakın duran yıldıza uzunn uzuunnn bakarak kendimi anlattım ona en kimselere anlatamadığım zamanlarda.
Hayatta olmasını, iyi olmasını, mutlu olmasını, huzurlu olmasını ve sevdikleriyle olmasını dileyerek Allah'a emanet ettim onu dualarımda.
*****
Sonra, sonra birdennnn ben değil google buldu getirdi koydu onu önüme aniden.
Yıllarca ayrı ülkelerde yaşadıktan sonra şimdi aynı ülkede ve hatta aynı şehirdeydik.
Görmek istedim, "merhaba" demek, "ben burdayım, yaşıyorum" demek...
*****
11 yıl aradan sonra dün ilk kez adını söyledim.
Öyle değişik bir heyecandı ki kendimi paravanın arkasında "ve paravan açılıyorrr" diyecek sunucuyu beklerken gibi hissettim.
Yaşlanmış, saçları dökülmüş, beyazlaşmış, kilo almış, yüzüne çizgiler oturmuş, göz kenarları kırışmış, göz altlarına torba torba çukurlar oturmuş... muydu acaba?
Sesi, sesi hala aynı olacak mıydı?
Sahi ya insanın zamanla sesi de değişir mi?
Değişir tabii, bu da soru mu?!
E peki hatırlıyor muyum ben onun sesini?
En son ne zaman konuşmuştuk, nerede, yüzyüze mi telefon mu, ne demiştik birbirimize?!
Beni görünce şaşıracak mıydı acaba, ilk ne yapacaktı, ne diyecekti?
Evet araya 11 yıl girdi ama ben tanırım onu, iyi tanırım hem de, halinden tavrından anlarım ne kadar şaşırdığını, ne kadar sevindiğini...
Neler geçmişti acaba hayatında, neler olmuştu?
Konuşacak ne çok şey vardı...
*****
Anlaşılan o ki bazı şeyler tıpkı bisiklete binmek gibi.
Üzerinden yıllar geçse de refleksler hafızaya kayıtlı, unutulmuyor...
Aynı yüz, aynı ses, aynı his...
*****
Bunca zamandan sonra seni gördüğüm için, iyi olduğunu gördüğüm için ve beni tüm o güzel zamanlara geri götürdüğün için sana çok teşekkür ederim.
Sen iyi ol, mutlu ol, her işin yolunda gitsin, hep daha çok, daha çok mutlu ol ve her zaman Allah'a emanet ol...

Nes, "kendine iyi bak" değil, "Allah'a emanet ol" cu olan...

Yazı tarihi: 27 Şubat

1 yorum:

NeslihanVenusKilic dedi ki...

süperr bir yazı, Allah ayırmasın :))