19 Aralık 2010 Pazar

Ellerim... Güzeldir, ellerim benim...

Bir hafta içinde piyano çalmayı öğrenmem gerek. Tamam öyle kerli ferli olmasına gerek yok ama hiç olmazsa bir parça, tek bir parçayı çalabilmeliyim.
Yatağımdan hafifçe doğruluyorum, pijamalarım üstümde, uykumu açmaya çalışır halde başımda dikilen kadınla konuşuyorum.
Evet ben çağırdım bu piyano hocasını gelsin, konuşalım diye ama gelmesi gereken zamandan çok önce geldiği için böyle hazırlıksız, uyanamamışken yakalanıyorum.
"Daha önceden hiç denemişliğiniz var mı?" diyor.
"Hayır maalesef hiç yok."
"Parmaklarınıza bakayım"
Çekinerek ellerimi uzatıyorum. Severim ellerimi; ince, narin, beyazdırlar ama nedense yine de çekiniyorum gösterirken.
Bacaklarım yorganın içinde hala, gövdemi doğrultarak ellerimi uzatıyorum.
Memnunsuz bir ifade suratında.
"Kırık parmakların senin, bu durumda 1 hafta içinde bir parça çalabilmen imkaansız" diyor.
Çok üzülüyorum.
Anlıyor üzüldüğümü.
"Niye üzülüyorsun, bir haftadan uzun olsa n'olur?" diyor.
"Olamaz" diyorum.
"Annem hep piyano çalmamı isterdi, o ölmeden hiç olmazsa bir parça çalmalıyım ona, son bir haftası!"
Yan gözle karşı çapraz odadaki anneme bakıyorum.
Gözükmemeye ve sessiz konuşmaya çalışıyorum.
Annem duymamalı konuştuğumu, bu kadını çağırdığımı bilmemeli.
O da kendi odasında, yatağında yatıyor.
Beliyle sırtı arasını tutuyor. Belli ağrısı var.
Bana bakıyor, o sırada nasıl olduysa kadın yok olmuş, ortalarda yok.
Annem; "yoksa yine kanser mi oldum, aynı yer ağrımaya başladı, çok korkuyorum" diyor.
Evet aynen böyle demişti lanet tümör nüks ettiğinde...
"Yok anne ya, sen hiç merak etme, ben bütün tahlillerine bakıyorum ve Aytuğ hoca'yla konuşuyorum, tekrar falan yok, sadece kemoterapinin yan etkileri bunlar, bir süre daha devam edecek, sonra hepsi geçecek, bitecek, iyi olacaksın" diyorum.
Doğru ya, tam da böyle demiştim...
Oysa son bir haftası kalmış, son bir hafta. Bunu ben biliyorum, o bilmiyor.
Tabii ya, son 1 ayını, son 1 haftasını, son 3 gününü ve belki öldüğü o son gün öleceğini ben başından beri biliyordum, o hiç bilmedi.
Beni duyup duymadığından, anlayıp anlamadığından emin olmadığım zamanlarda başında konuşuyordum; sevdiği şeyleri sıralayıp, çok yakında hastaneden çıkınca onları yapacağımızı söylüyordum.
Oysa o; ya feri gitmiş gözleriyle boş boş duvara bakıyordu oksijen makinesinin içinde ya da uyur gözüküyordu- öyle gözükmeye çalışarak olan her şeye gözlerini kapatmak istediği için.

Biraz daha uzak bir odada, babamı görüyorum. Gencecik, dinç, dinamik, çok mutlu ve yakışıklı gözüküyor.
Aynen ölmeden önceki, son hatırladığım hallerindeki gibi.
Babam da bir hafta sonra ölecekmiş. O da bilmiyor ama ben biliyormuşum.
"Nasıl olur" diyorum.
"Babam hasta değil ki, üstelik daha çok genç ve sağlıklı, nasıl sadece bir hafta sonra gidecek bu hayattan..."

7 yıl önceki apansız ölümünden sonra hep bu soruyu sordum ya, rüyamda bile bunun cevabını aramam o yüzden herhal...
Hiç olmazsa aynı anda ölecekleri ve orada kavuşacakları için seviniyorum.

Sahne değişiyor; bir salonda maç izleyecekmişiz.
Erkenden gidip yer tutmaya çalışıyorum.
Bir koltuğa montumu, diğerine çantamı, berikine kitabımı koyuyorum. Çok kalabalık olacakmışız, tüm koltukları kapmalıymışım.
O sırada tek kişilk bir koltuğa büzüşüyorum, uykum geliyor, kafamı kolluğuna koyup uykuya dalıyorum.
Gözümü bir açıyorum ki maç başlamış, bütün koltuklar dolmuş, benim eşyalarım yerlere, sağa sola atılmış.
Hep başkaları oturmuş, tanıdığım hiç kimse yok.
Nasıl da yalnız hissediyorum kendimi. Boynum tutulmuş, başıma doğru bir ağrı saplanıyor.
Az sonra kapı açılıyor, ağabeyim giriyor içeri. Elinde kocaman bir kitap, "The Girl Who Played with Fire" sanırım. Sessizce kendine bir yer bulup otuyor. Yer tutamadım ya ona, bana eliyle "önemli değil" gibi bir işaret yapıyor.
Allah'ım nasıl mutluyum, o kitap nasıl da artistleştiriyor beni.
Bütün o kalabalığa; "o kitap okuduğu için geç kaldı, sizin gibi boş bir insan değil" dermişcesine bir bakış fırlatıyorum.
Kendim kaç saat önce geldim oturdum, ben neysem :)

*****
Mutlu uyandım.
Ya onları görmek, ya abimin hissettirdiği güven ya da bilinçaltımın henüz kodlayamadığı birşeyler iyi geldi.
"Kabüllenmek, gerçeği yaşamaya başlamaktır" diye belki de...

*****
Harika bir Pazar kahvaltısı hazırladım.
Madem "Hayat bir tercihler zinciridir" ben de bu Pazar günümde tercihlerimi yapıyorum o zaman:
Mutlu, iyi, başarılı, huzurlu, sağlıklı, üretken, sevgi dolu ve aşık olmayı seçiyorum.
Bu gün, bu yıl, gelecek yıl, daima ve ömrüm boyunca.
Varsın tüm koltuklar kapılmış olsun, ziyanı yok, siz yormayın güzel kafanızı, ben bulurum yolumu.
Eksiğim varsa tamamlayın, yanlışım varsa düzeltin, fazlam varsa gözüm yok üstü sizde kalsın, Allah bereketini versin.
Ama hiç olmazsa yalnız bırakmayın beni, yolun götürdüğü yere gelin birlikte gidelim.
Ben yola çıktım bile...

Nes, yeni yeni yepyeni...

Yazı tarihi: 19/12/2010

Hiç yorum yok: