11 Mayıs 2008 Pazar

Bir Artçı'nın Gözünden...


Malumunuz havalar iyiden iyiye ısındı.
Bahar geldi, hatta sanırım nasıl geldiğini anlayamadan gitti gidiyor bile.
Son birkaç senedir adet olduğu üzere daha baharlıkları çıkartamadan yaz yüzünü gösteriveriyor.
Dün öğle vakitlerinde termometrem 30C gösteriyordu ve Bebek sahilinde yürürken bana üzerimdeki kot pantalon ve penye t-shirt’ümün dahi artık fazla geldiğini hissettirdi.
İstanbul’da etraf baharın habercisi Erguvanlar ve bu sene erguvanların tahtını paylaşmaya aday yeni yetme lalelerle doldu. Boğaz hattı, özellikle Aşiyan tepelerinde Erguvanlar’dan yüz görümlüğü alırken az ilerde civar semtlerden gelen çocukların ve genç ‘delikanlılar’ın bu sıcak havada huşu içinde, üzerleri başlarındakini alelacele çıkartıp boğazın çivi sularına kırlangıç misali siftah atlayışları seyre değer bir şölen gibiydi. Hoş her sudan çıkan ‘delikanlı’ çeneleri birbirine vururken az önceki gibi ‘delikanlılık’ gösteremiyordu ama henüz suya atlamayan arkadaşlarını da pek de inandırıcı olmayan bir şekilde suyun güzel olduğundan dem vurarak dolduruşa getirmekten geri kalmıyorlardı.
Havaların böyle güzel seyretmesiyle birlikte bizler de tüm doğa gibi kabımıza sığamaz olduk. Herkesin kendini tabiatananın kucağına atası var. Evde duranı dövüyorlar. Bir boğaz havası almaya, bir çay-simite, iki adım yürüyüşe, 3-5 arkadaşla sohbet-muhabbete, bir bankta kitap okumaya veya çiğdem çitlemeye tüm ahali dünden gönüllü.
Tabi bu insan enflasyonunda İstanbul trafiği her zamankinden daha şenlikli. Zaten kapıdan çıkıyorsunuz gideceğiniz yere vardıktan sonra hiç inmeden geri dönmeye kalksanız en erken akşama evdesiniz.
Hava bu derece ziyan edilmeyecek kadar güzel olunca bu çilekeş trafiğin en iyi alternatifi hiç şüphesiz motorsikletler. Evet motorsikletler özellikle İstanbul trafiğine takılmamak için çok iyi bir alternatif ancak bana göre bu konuda daha yolun çoookk başındayız. Motorsiklet almakla, üzerine fiyakalı bir mont ve pantalon çekmekle, parlak bir kask takıp, ordan-buraya iki tur sürüşle ‘oldu bu iş’ deyip İstanbul gibi bir canavarda trafiğe çıkmak bana göre büyük risk. Motorsikletim olmadığı, üstüne üstlük kullanma konusunda da zerre kadar fikrim olmadığı için bu konuda ahkam kesecek değilim ama hem yıllanmış bir otomobil sürücüsü hem de arasıra da olsa bir motorsiklet artçısı olarak dikkatimi çeken konuları yazmadan edemedim.
İlk gözlemlediğim maalesef ki birçok motor sürücüsünün yeterli tecrübeye sahip olmadığı. Türkiye yollarının şartları, sürücülerin eğitim ve kültür düzeyi, motorsikletteki anlık bir hatanın da geri dönülemez sonuçlara yol açtığını düşününce durumun vahametini anlamak çok zor değil. Hangi ara bu kadar motorsiklet alındı, bunca kişi ne zaman motorsiklet kullanmayı öğrendi, ehliyetlerini aldı, trafikte tecrübe edindi anlamış değilim. Bisiklet değil ki bu parkta 2 aşağı, bir yukarı git gel olsun bitsin. Öğrenmesi belki o kadar kolaydır veya tüm sürücüler üstün yetenekli ama taşıdığı risklerin bisikletten kat be kat fazla olduğunu gözardı etmemek lazım.
Bununla birlikte neden olduğunu hiç anlayamıyorum ama sanki otomobil kullanıcıları ile motor kullanıcıları arasında garip bir çekişme var. Motorlar tüm arabaları makaslarken otomobil kullanıcıları ise onlara yol vermemek üzere hırs yapıyorlar.
Yanlış bilmiyorsam motorların otomobillere geçiş üstünlüğü var. Kurallara uymak yerine niyedir bu ‘aldım, verdim, ben seni yendim’ kapışmaları?Ayrıca otomobilde bir tampon, bir ayna hasarı ile sonuçlanan kazalar Allah esirgesin motorlarda çok daha tehlikeli sonuçlara sebebiyet verebiliyor. Bu yazımı okuyan profildeki hiçbir arkadaşımın bu seviyede olduğunu düşünmüyorum ama zaman zaman farkında olmadan yeterli özeni göstermiyor olabiliriz. Lütfen sürekli 3 dikiz aynamıza hakim araba kullanalım ve motorsikletlerin taşıdığı riskler ve geçiş üstünlükleri sebebiyle onlara yol vermeye dikkat edelim.
İkinci bir konu ise daha dün akşam tanık olduğum bir konu. Akşam saat 8 itibariyle evimin az ilerisinde bir restoranda kalabalık bir Harley’ci grubunu kadeh tokuştururken gördüm. Kendilerinden çok daha fiyakalı motorlarını kapıya boylu boyunca park etmiş ve daha o saat itibariyle çakırkeyif olmuşlardı bile. Motorlarının bağırmasından gece 12 gibi restoranı terk ettiklerini anladım. O saatteki alkol düzeylerini düşünemiyorum bile. Alkolün tüm algıları ve refleksleri zayıflattığı yadsınamaz bir gerçek.
Lütfen ama lütfen hayatınız ve kendinizi önemseyerek alkolsüz araç kullanımına özen gösterin. Bu işlerin şakaya gelir tarafı yok, 3-5 kadeh içkinin saadetini hayatınızla ödemeyin.
Tüm delikanlılıkların bedeli suya çakıldıktan sonra çene titremesiyle geçiştirilecek kadar ucuz atlatılamayabiliyor maalesef ki...
Hiç kazasız, bol erguvanlı yaşanacak daha çok günlerimiz için naçizane bir kişinin bile kulağına küpe olabildiysem ne mutlu bana :-)
Sağlıcakla kalın...

Yazı Tarihi: 21 Nisan 2008

Hiç yorum yok: