11 Mayıs 2008 Pazar

Kadın Olmak ve Carte D'or


Kadın olmak zor zanaat. Hele zayıf ve güzel kadın olmaya çalışmak daha da zor.
Hep daha iyi bir hedef sözkonusu. Olur da zar zor istenilen hedefe ulaşılırsa bile bu saadet genellikle kısa sürüyor.
1 dilim pasta, 1 bar çikolata veya 2 top dondurmada işiniz bitik.
Hep, hep ama hep kontrollü olmak gerekiyor. Yok öyle; ‘bugün kafam bozuk, yiycem işte önümde duran çikolatalı pastadan koca bir dilim, banane’ demek. Sıkıysa ye, sabaha pat tartıda 1 kg fazlasın. Veya ‘ay bugün çok keyifliyim, tüm sevdiklerim de yanımda, üstelik Fener-Chelsea maçı var, şurdan uzatın bana cipsi bakayım’ demek. Ertesi gün hem tartı hem ciltte pösürmeler başa bela.
Yemek, pasta, kurabiye, börek-çörek yapmak çok keyifli ama usul kokusuyla doymak. Hadi biraz daha torpil geçeyim, kaşığın ucuyla tadına baktıysan şanslısın. Tamam dur orda, halttt!!! Yemeden gayri bir de içme durumu var. Neyse ki hiçbir zaman içkiyle aram olmadı. Yoksa 1 kadeh votkanın kalorisi benim 1 aylık yemeğime eşit.
Tabaklar büyüdü porsiyonlar küçüldü. Annelerimizin sofrasındaki herşey gitti, organik sebzelerle hazırlanmış yarı çiğ yemeklerin etrafına 2 dal kuşkonmaz, üzerine 3 yapraklı yonca misali konan maydanozlarla sofralar renklenir oldu. Ama yok öyle yağma. Her güzel şeyin bedeli vardır, otur aşağı ye grisinini.
Malum Nisan ayı rejim ayı. Bir telaş bir kıyamet. Etrafımdaki herkes rejimde. Gündem sadece ama sadece DİYET. Çok okunanlar listeleri ‘out’, Osman Müftüoğlu, Taylan Kümeli, Ender Saraç ‘in’.Önceden olay sadece fotokopiyle elden ele dolaşan rejim listelerinde biterken şimdi durum öyle değil. Herkesin bir diyetisyeni var. Daha 1-2 sene önceye kadar sadece sağlık sorunları olan veya obezler diyetisyene giderken şimdi 3 kg fazlası olan herkes diyetisyenlerin kapısında. İlk başlarda yadırgamış olsam da şimdi destekliyorum bu fikri. En azından herkeste bir bilinç oluşuyor. Maksat sadece kilo vermek değil. Önce yağ, kas, su ağırlığını bilmek sonra yaşına, boyuna ve bu endekse göre ideal oranlara düşmek. Ve bu ölçümleri baz alarak kişiye göre değişen diyet listeleri.
Buraya kadar herşey güzellll. Güzel olmasına güzel de bu listelerde verilen kuş yemi misali öğünlerle doyup, hayatın nimeti olan her güzel tadı yeme yasağına uyabilirseniz... Süper, oldunuz işte istediğiniz gibi zargana. Yok uyamadıysanız onca para ve emek çöpe.
Bunca serenattan anlaşılacağı üzere ben de diyetteyim. Durum fena. Aç yaşıyorum açççç. Aç ve asabi.
İnsan aç olunca kafa da çalışmıyor. Veya bende özellikle durum şöyle oluyor: kafa çalışmasına çalışıyor ama stand-by modunda, üstelik tehirli olarak. Gördüğüm, yaşadığım, o an cevap/ tepki vermem gereken tüm datayı tamamen null bir şekilde kayıtlara alıyorum, üzerinden hayli zaman geçtikten sonra jeton düşüyor ama bu sefer de çoktan iş işten geçmiş oluyor. Yapacak birşey yok, aldığım gıdalar beyne oksijen olarak gidene kadar çoktan bitiyor.
Açlığımı unutmak için sürekli oyalanmaya çalışıyorum. Fazla enerji tüketmemeye çalıştığım için ve yukarıda bahsettiğim sebepten sosyal ortamlara, dialoglara girmemeye özen gösteriyorum. Bir kulağımda kulaklık hep ‘on-air’im. Daha önceleri hiç haz etmediğim dj’lerin konuşmasından medet umuyorum ki, kafam geyik muhabbetlere takılır da açlığımı unuturum diye. Geçen gün bir dj trafik durumunu anlatırken tansiyonum düştü: ‘Cevizlibağ- İncirli yoğun akıcı’ imiş. Olacak iş mi şimdi bu? Aç var tok var, normalde alakam olmamasına rağmen resmen ceviz ve incire aş erdim.
Olay sadece diyetle bitmiyor malumunuz. Spor da yapmak gerekiyor. Tamam orda sorun yok, sadece açken daha bir kondisyonsuz oluyorsunuz ama olsun beni çok zorlamıyor. Bu disiplin bağlamında bu akşamki sporumu gözümde uçuşan kelebekler eşliğinde de olsa yaptım. Sonrasında da markete gitmem gerek. Tüm diyetisyenler, yazarlar, onlar bunlar basbas bağırıyor açken markete gitmeyin diye. Evet, ben de kendimi bildim bileli bilirim gidilmemesi gerektiğini, gitmem de ama dedim ya kafa çalışmıyor diye. Bu sefer gidesim tuttu.
Tüm o rafların önünde verdiğim ölüm- kalım mücadelesini, irade testlerini, mehter marşında gibi önce son sürat rafların önünden pas geçip sonra 2 adım gerisin geri gelip uzun uzun bakışmalarla yaşadığım platonik aşkı anlatamam. Ama ‘pes etmek yok, ben iradeli biriyim, hayatta tongaya düşmeyeceğim’ dedim. Tüm aldıklarım brokoli, kabak, iceberg, elma, yeşil çay, tam doygun ekmek, grisini, light ton balığı ve tatlı niyetine kuru kayısı ve siyah üzümden ibaret.
Aferin bana işte bu zorlu sınavı pekiyi ile geçtim... diye böbürleniyordum ki.... kasaların önüne koydukları o kocaman Carte D’or derin dondurucusu ile burun buruna geldik.
Zaman durdu, gözlerim hedefe kitlendi. Fena altüst oldum. 3 saniye içinde, ona sahip olmak için tüm irademi savsaklayasım geldi. Çok kısa bir tereddüt anından sonra hemen olay yerini terk ettim. Yenileceğimi anladığım zaman kaçmak en iyi çözüm. Sonra içim bu kadar zalim olmaya el vermedi, son bir bakış bakasım geldi. Dondurma salt kendi başına irademi çok zorlayamaz ama o namussuz Profiterollü ile birkaç dakika boyunca iktidar savaşı yaşadık.
Sonuç?
Yok almadım ama ömrümden ömür gitti. Marketten çıktığımda daha bir geç anlar ve asabi moddaydım.
Eh Algida Carte D'or Selection Profiterol alacağın olsun, ben hele bir deri bir kemik olayım, bilirim sana yapacağımı!!! ;-)

Yazı tarihi: 07 Nisan 2008

Hiç yorum yok: