11 Mayıs 2008 Pazar

Koku, Müzik ve Özlem


Şu özlem fena bir duygu.
Bir hayli şikayetçiyim kendisinden...
En olmadık yerlerde zırt diye burnumun direğine saplanıp sızım sızım sızlatıyor.
Bir türlü barış ilan edemedik kendisiyle. Zira bu edepsiz tutumundan dolayı onun da benden pek hoşlanmadığı apaçık.
Ben zatlarını yok farzetmeye çalıştıkça o kafasının dikine dikine bana meydan okumakta hiçbir beis görmüyor.
Her durumda çöl kafileleri gibi olayları ucu ucuna ekleyerek binbir çağrışıma davetiye çıkaran zihnim yine nerdeeeennn nerelereeee gitti, oysa amacım yazıya aşağıdaki paragraftan başlamaktı.
Bugün akşamüzeri, dört gözle beklediğim 3 günlük 19 Mayıs tatilinde okumayı planladığım kitapları almak üzere bir kitapçıya girdim.
Ne garip, yaş almak böyle birşey olsa gerek...
Daha birkaç sene öncesine kadar favori giyim, ayakkabı, aksesuar veya kozmetik mağazalarımda saatlerimi geçirebilirken şimdi tercihimi bu vakti olabildiğince kısaltmak ve mümkünse bir kitapçıya uğramadan bu seremoniyi sonlandırmamak yönünde kullanıyorum.
Neyse, ne diyordum?.......
..... kitap almak üzere kitapçıya girdim diyordum.
Aklımda birkaç kitap olmasına rağmen gündemi yoklamak üzere hemen ‘Çok Satanlar’ ve ‘Yeni Çıkanlar’ raflarına gözattım. Kabul ediyorum, bu sefer ön elemeyi yapmış olarak gittiğim için ‘Çok Okunanlar’ raflarına ister istemez yüz veremedim. Kısa bir gözatmadan sonra orayı es geçerek almak istediğim kitapların listesini mağaza personeline sordum.
Listem şu kitaplardan oluşuyordu:
• Nezih Küleyin, Hayat İçin Bir Kahve Molası - Sözcüklerle Yolculuk
• Jane Austin, Aşk ve Gurur
• Tom Robbins, Parfümün Dansı
• Patrick Süskind, Koku
• Klasik Masallar Kitabı
Aradığım gibi bir ‘Klasik Masallar’ kitabı bulamadım ama diğerlerini buldum ve aldım.
Nezih Küleyin’in Hayat İçin Bir Kahve Molası adlı kitabı ile ilgili ilk eleştiriyi Hürriyet yazarlarından Doğan Hızlan’ın köşesinde okumuş ve hemen almak istediğim kitaplar arasına kaydetmiştim. Doğan Hızlan’ın ‘Eğlenceli bir sözlük’ başlıklı eleştirisinden bir paragrafı ve tümünü okumak isteyenler için yazının link’ini aşağıya kopyalıyorum.

* * *
Kitabın tam adı şöyle: Hayat İçin Bir Kahve Molası-Sözcüklerle Yolculuk (1) bir öykü kitabı gibi okunuyor. Çünkü yazar, anılarından, gezilerinden, kitap karıştırmalarından yola çıkıp bizi eğlendiriyor. Yanlış bildiklerimizi düzeltiyor, kelime dağarcığımızı da zenginleştiriyor.
............................
EĞLENECEK ve birçok kelimenin de gerçek anlamını öğreneceksiniz. Güzel bir dil öğrenme yöntemi.

* * *
Bu kitabın oldukça kolay okunabilir olduğunu görüyor ve biran önce okumak için sabırsızlanıyorum.
Diğer kitap bir dünya klasiği: Jane Austin’ın Aşk ve Gurur’u. Sanki hafiften içimi bayacakmış gibi hissediyorum ama özellikle filmi çekildikten sonra Jane Austin ve aşk kitapları arasında bir mihenk taşı olarak kabul edildiğinden kendime okumamak üzere yeterli ikna edici bahane yaratamadım. Bakalım, göreceğiz mihenk taşını...
Sonraki iki kitap yani ‘Parfümün Dansı’ ve ‘Koku’ aslında bayaca bir zamandır almak istediğim ama elimdeki kitaplardan bir türlü almaya fırsat bulamadığım kitaplardı.Ta ki geçtiğimiz Pazar günü Hürriyet’in Pazar Eki’nde “Koku Duyusunu Kaybeden Kadın” başlıklı yazıyı okuyana kadar.
Yazı şöyle başlıyor:“Görüyor, duyuyor, konuşuyor, dokunuyor ama koku alamıyor. Beş temel duyu organından biri yok, koku engelli yani. Tam 10 yıldır.”

Yazıyı okumayı bitirdiğimde tepetaklak olduğumu hissettim.
Empati kurmaya çalıştım ama yok, hiç mi hiç yemedi. Zihnimdeki onlarca kokunun beni alıp götürdüğü yerlere dalıp gidince burnumu sızlatan özlem pahasına kokusuz kalmayı kabullenmek istemedim.
Şu an içine gömüldüğüm rahat mı rahat kanepemde; çalan harika müziği duyabildiğim, yazı yazdığım klavyedeki tuşlara dokunabildiğim, okuyabildiğim tüm satırları görebildiğim, evimin güzel kokusunu tüm nefesimle içime çekebildiğim için halime bir kez daha şükrettim.
Napalım, Özlem Hanım’la yıldızımız barışmasa da en azından Koku Bey’le aramız pek bi sıkı fıkı maşallah, nazar değmesin inşallah :-)

Neslihan, Avuntu ;-)

Yazı Tarihi: 08 Mayıs 2008


Not: Ben yukarıda okuduğunuz yazımı 08 Mayıs 2008'de yazdıktan sonra 20 Ağustos 2009'da Haşmet Babaoğlu'nun "Güzel yaşamak güzel kokular biriktirmektir" başlıklı yazısını okudum. Müthişşşş. Boşuna değil o köşesi olan bir gazete yazarı, bendeniz burda blogcu :)
Olsun varsın, duygularımız aynı ya, kalemi karşısında saygıyla eğilmekten mutluluk duyarım :)
Buyrunuz yazı tamamı link'iyle birlikte aşağıda. Umarım tamamını izinsiz olarak alıntı yaptığım için başım derde girmez ama link'i tıklamanızı es geçme ihtimaline karşı bu ca'nım yazının okunmama riskini göze alamadım.

http://sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/08/20/guzel_yasamak_guzel_kokular_biriktirmektir

Güzel yaşamak, güzel kokular biriktirmektir

Üzgünüm. Hatta şaşkınım...
Akşamları uzanıp yıldızları seyrettiğim sedirin iki adım ötesindeki hanımelinin kokusunu alamıyorum.
Mevsimi geçti, ondandır dedim önce.
Oysa dehşetle hatırladım ki, en ballı zamanında, Haziran'da da alamamıştım kokusunu...
O halde...
Eyvah!
Burnum hanımeline duyarsızlaşacak, zihnim o kokunun kışkırttığı anılara açılmayacaksa...
Ne yaparım ben!
***

Kokular ve anılar...
Anneannem mesela...
Bu dünyadan gittiğinde çok küçüktüm. Kederli yüzü dışında ondan pek bir anı kalmadı bana.
Anneannem benim için bahçesinde yetiştirdiği domateslerin mis kokusundan ibaret...
Hemen oracıkta koparıp ısırdığım domatesin suları ve çekirdekleri çocuk yanaklarımdan süzülürken anneannemin bana hoşnutlukla bakışını unutamıyorum.
***

Sonra...
Benim güzel kedim...
Onun simsiyah uzun tüylerine bulanıp kalan toz kokusu bile dünyanın en güzel parfümü haline gelmişti benim için...
Şimdi ne zaman o toz kokusu gelse burnuma...
Çalışma odamın kapısında yine o "küçük kara kız" belirecek, hoplayıp zıplayacak, sonra yere yatıp göbeğini sere serpe açarak şımaracakmış gibi geliyor...
Anısı bile neşelendiriyor beni şimdi.
***

Hayatımda böyle izler bırakan ne kokular var...
Onları yok sayarak...
Bir ömürden söz etmek mümkün mü?
Sevgilinin boynunun sol yanının, o karanlık ve nemli kuytuluğun kokusu mesela! Hani insanı ya oraya çivileyen ya da ayaklarını yerden kesen koku...
Bir de sardunya kokusu..
Hele akşamüstleri sulandıktan sonra çıkardıkları o koku...
Yani benim için sevinç, huzur ve şükür duygusunun kokusu...
Fesleğen kokusu sonra...
Yani anneyle özdeşleşen koku.
Benzin kokusu, asfalt kokusu ya da...
"Bir şehri tam kalbinden vurup gitme" nin kokusu yani...
Yarım yamalak da olsa, özgürlüğe benzer bir çağrının kokusu...
***

Bir hadis rivayet edilir. Pek sık tekrarlanmayan bir hadistir ama üzerinde uzun uzun durmaya değer. "Bana sizin dünyanızdan kadın, güzel koku ve namaz sevdirildi."
Son zamanlarda çok sık düşünür oldum.
Kokular olmasaydı, ne yapardık?
Bilimsel gerçektir; tat duygusunun önemli bir bölümü koku alma yetisinden kaynaklanır.
Bence sadece yemeklerin değil, hayatın da tadı kokularda gizlidir.
"Koku hamil-i hatıradır" derler bir de...
Yani koku, anıların taşıyıcısıdır.
Uzun sözün kısası...
Dünyayı kokularıyla kucaklamak...
Hayatımız boyunca kötü kokulardan çok güzel kokular biriktirmek...
Ne güzel bir armağandır.
Değerini biliyor muyuz acaba?
(Son not: Bana yine "abi ya, memleket yıkılıyor, sen dandik yazılar yazıyor, domatesten, hanımelinden bahsediyorsun" diye mail atacak delikanlıya selam ediyor, biraz etrafını koklamasını öneriyorum. Çoğunluk bunu yaptığında memleket yıkılmayacak!)

Hiç yorum yok: