12 Temmuz 2009 Pazar

İstanbullular, Buket Uzuner


"Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer."

Yahya Kemal Beyatlı

İlk olarak çocukluk yıllarımda "İki Yeşil Susamuru- Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri" adlı romanıyla tanışmıştım Buket Uzuner'le.
O yıllarda ne kadar da çok etkilenmiştim o kitabından...
Elinde bu kitabı okurken gördüğüm herkesle aramda bir yakınlık kurar, birine kitap hediye alacak olsam hemen bu kitabı alırdım.
Sonra yaşım ve yaşananlarım ilerledikçe araya başka sevdalar, başka romanlar, başka başka hikayeler girdi.
21-22 yaşlarımda; o zamanlar fiili birliktelik olarak sadece birkaç haftamı ama kalbimin sahipliği olarak aylarımı alan erkek arkadaşım Özgür, İki Yeşil Susamuru'nu bana hediye ettiğinde kitabı tekrar hatırlamış böylesine sevdiğim bir kitabı seçtiği için duygulanarak coşkuyla tekrar okumuştum.
Aslında zaten bu tarz, hayatımızın kimi dönemlerinde çok beğendiğimiz kitapları, üzerinden zaman geçtikten sonra tekrar okuma taraftarıyım.
Bakalım aynı tadı alabiliyor muyuz...
Bakalım zaman bize neler eklemiş, neleri değiştirmiş, neler olduğu gibi bütünüyle aynı kalmış...
Çocukluk yıllarımdaki etkisinden sonra Özgür'lü dönemimde de Buket Uzuner'i çok sevmiş olmalıyım ki daha sonraları "Kumral Ada Mavi Tuna" ve "Gelibolu" yu da okurken büyük tat almıştım.
İlerleyen dönemde bendeki Buket Uzuner'in yerini Nermin Bezmen ve Ayşe Kulin aldı.
Taaaa ki içinde bulunduğum Ankara'da sıkıntıdan çatladığım dönemimde Ankara'nın en eski ve meşhur kitapçısı olan - daha henüz D&R filan yokken varolan- Dost Kitapevi'nin rafında tekrar Buket Uzuner'le karşılaşana kadar.
İstanbul hasretiyle yanıp tutuştuğum bu dönemde kitabın salt başlığı ilgimi celbetmeye yetmişti: "İSTANBULLULAR"
Üstelik artık sadece evde değil, arabada, bankada, markette, kafede otururken, yolda yürürken, kuaförde ve boş olduğum her saniye kitap okuduğum için çanta boyu olması ayrıca hoşuma gitmişti.
Kitabı aldım. Başlarda biraz elimde süründüyse de sonradan ışık hızıyla bitirdim. Kitap hakkındaki tanıtıcı yazıyı Buket Uzuner'in internet sayfasından yine Buket Uzuner'in dilinden aldım ve aşağıya yapıştırdım.

O özetten öte benim sizinle paylaşmak istediğim ayrı bir bölüm var.
Kitabın erkek kahramanı Ayhan'ın kadın kahraman Belgin'e duyduğu aşk Ayhan'ın dilinden anlatılıyor.
Kelimelerden, cümlelerden ve samimiyetten öyle çok etkilendim ki burada kelime kelime aynen yazarak sizinle paylaşmak istedim.
Bi okuyun bakalım, siz de benim gibi bu duyguların artık sadece romanlarda kaldığını düşünüp üzülenlerden misiniz? :(

"Bir insanın yaşamı süresince gerçekten aşık olabileceği birine rastlaması ne kadar ender bir ihtimal, düşünsene Belgin...Bir kere o insanın tenini, kokusunu, dokusunu beğeneceksin, saçını, dişlerini, ayaklarını ve tırnaklarını seveceksin, ses tonunu, ter kokusunu, sivilce ve benlerini kabulleneceksin. Sonra giyinişi, fıkraları, kahkahaları, bakışları ve yürüyüşü sana batmayacak, dünya görüşü, sanat anlayışı, alt ve üst kültürü canını sıkmayacak...Uyurken bacağını seninkinin üzerine koyması, horlaması, saçlarının kepekli olması veya dökülmesi mideni bulandırmayacak... Düşünsene Belgin, birini sevmek için ne çok konuda en azından rahatsız olmamak gerekiyor. Ve birine aşık olmamız için ne derin beklentilerde hayal kırıklığına düşmememiz gerekiyor. Diyelim ki böyle biri var, var da bu sefer de bu özelliklere sahip o birine milyonlarca insan arasında rastlama ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu bir hesaplasana... Çoğu kez insanlar aslında birlikte yaramazlık yapacak, beraber bir ortak dil geliştirecek, yan yana eğlenecek, dinlenecek ve haz alarak sevişecekleri 'o biri'ne hiç rastlayamadan ölüp gidiyorlar. Durum bu kadar vahim yani Belgincim. İşte şimdi bu vahim durumun tam ortasında biz, sen ve ben, Belgin ve Ayhan olarak birbirimize rastlıyoruz. Rastlıyoruz ama ikimiz de korkuyoruz denemekten. Korkuyoruz be kızım! Ayrı kıtalarda hayat kurmuşuz, aşktan ağzımız yanmış, yoğurdu üfleyerek yemekten bile caymışız... Uzun ve düzenli bir beraberlikten sıtkımız sıyrılmış, 'mutlu çift' masallarına karnımız doymu, içimiz cızz etse de, burnumuz sızlasa da sahici bir aşka inanmıyoruz. Aslında inanacak bir şey kalmamış da işimizi, sen genlerine ben taşlarıma olan aşkımla yetiniyor, geçinip gidiyorken...Böyle böyle, 'idare ederekten' yaşarken, takk diye karşılaşıyoruz! Kız Belgin, bak işte sadece bu yüzden denemeliyiz, buyüzden göze almalıyız be... Belki bir daha böyle bir şansımız olmayacak, olamayacak, kim bilir?"

************

Ve kitabın bütünün konusunu merak edenler için Buket Uzuner'in sitesindeki kendi tanıtım yazısı:

Yaz 2005. Yalnızlıklar ve imkânsız aşklar şehri İstanbul. Atatürk Havalimanı. Belgin, Ayhan ve diğerleri. Sonunda artık hiçbirinin eskisi gibi olmayacağı 4 saatlik serüven.

İstanbullular romanı, Atatürk Havalimanı dış hatlar terminalinde, sevse de sevmese de hepsinin İstanbul' la gönül, iş, ekmek, yurt ve/veya kimlik bağları olan, 15 kişinin hayatla, kendileriyle, hiç beklenmedik büyük bir tehditle ve İstanbul' un kendisiyle yüzleşmelerinin hikâyesini anlatıyor.

İstanbul'un kendisinin de bir anlatıcı- karakter olduğu roman, modernitenin ve şehrin sınırında; genetik bilimciden-gurbetçi işçiye, taksi şoförunden-ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden-mimarlar odası eski başkanına kadar İstanbullu 15 kişinin yollarının kesiştiği bir ortamda, yüzyılımızın göçlerle genişlemiş İstanbul' undan, dolayısıyla Türkiye' sinden bir kesit sunuyor. Bir İstanbul romanının en olmazsa olmazı aşksa elbette baş köşede yer alıyor!

13 yıl önce hayatını değiştiren trajik bir olayı İstanbul'la özdeşleştirerek şehri terk edip New York'a yerleşen Bebekli bilim kadını-akademisyen Belgin Gümüş'ün (41), orada bir sergi açılışında tanıştığı ünlü Türk heykeltıraş Ayhan Pozaner'e (38) aşık olur. Birlikte yeni bir hayat kurmak üzere İstanbul'a dönmekte olan Belgin hamiledir ve bebeği doğurma konusunda kararsızdır. İstanbul'a ve Ayhan'a olan aşkı, her türlü ihanetten çok çekmiş biri olarak onu ürkütmektedir.

Aslen Adanalı pamuk işçisi bir çiftin yedinci çocuğu olarak doğan, müstehcen bulunduğu için sürekli parçalanan Maçka Parkı'ndaki heykellerini tekrar tekrar onarmasıyla tanınan heykeltıraş Ayhan Pozaner, kendi 'İstanbul Rüyası' nı gerçekleştirebilmiş ender bir 'İstanbullu'dur. Darüşafaka Lisesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar mezunu, 'kendi kendini yetiştirmiş' bir insan olan Ayhan, kendisinden yaşça büyük, kültürel/sınıfsal olarak farklı bir burjuva kızı olan Belgin'e sırılsıklam aşıktır ama tıpkı İstanbul'a duyduğu ürpertili hayranlık gibi bu aşktan da ürkmektedir.

Aynı havalimanı çatısı altında pasaport kontrol çizgisinin iki yanında bekleyen Ayhan ve Belgin, aşktan ve İstanbul'dan korkarak, kararsız, tedirgin; özlemle ve suçlulukla yanarak, her an birbirlerinden, İstanbul' dan kaçmayı düşünmektedirler.

Bu sırada dış hatlar terminalinde bir dijital arıza nedeniyle bütün uçuşların iptal edildiği ANONS edilir. Herkes bu ANONS'un bir bomba ihbarıyla ilgili olduğundan kuşkulanır ve ölüm endişesiyle iç hesaplaşmaya girer.

Tuvalet temizlik işçisi varoşlu Hasret Sefertaş, pasaport polisi şoven Üzeyir Seferihisar, taksi şoförü İstanbullu Kürt Hamo Türk, Duty Free müdürü İstanbullu laik Yahudi Jak Sarfati, Moskova'dan dönen liberal işadamı Mehmet Emin Entek, onun genç sevgilisi ve asistanı Tijen Derya, türban yasağı nedeniyle Amerika'da üniversite eğitimi almaya giden türbanlı Aleynâ Gülsefer, Cannes'da bir festivale giden ünlü sinema yazarı İstanbullu Levanten Anna Maria Vernier, Fransa'da okuyan kızını ziyaretten dönen Fransızca öğretmeni İstanbullu Ermeni Ayda Seferyan, yurtdışında yaşayan kızı ve torununu ziyaretten yaşadığı Büyükada'ya dönen emekli tarih öğretmeni Kemalist Ulviye Yeniçağ, Barcelona'daki bir mimarlık konferansında Türkiye'yi temsil eden İstanbullu aktivist, ünlü mimar Erol Argunsoy, onun genç sevgilisi havalimanı barmeni İ. Baturcan Uzunçay, Atina'ya göçmüş akrabalarını ziyarete giden Boğaziçi Üniversitesi çevre bilimci İstanbullu Rum Prof. Yannis Seferis, San Francisco'daki ailesini ziyarete giden İstanbullu turizmci Susan Constance Berlin'den tatile gelen Alevî işçi Sabriye Bektaş ve Belgin'i karşılamaya gelen dadısı, dert ortağı, eski besleme İstanbullu Kete...

Bütün bunları seyrederek bizlere aktaransa, imparatorluklar şehri; Pagan, Hıristiyan ve Müslüman kültürüyle yoğrulmuş, görmüş geçirmiş, soylu, dünyanın 2700 yıldır menopoza girmemiş tek dişisi, güzeller güzeli, şehirler ecesi İstanbul'un kendisidir.

Yazı Tarihi: 12 Temmuz 2009