6 Temmuz 2009 Pazartesi

Çıplak fotoğraf(lar)

Birini özlediğimde – eğer varsa- fotoğrafına bakıyorum.
Fotoğrafına baktığımda –eğer görebiliyorsam- gözlerini yakalamaya çalışıyorum.
Gözlerinde kalıyorum birkaç uzun saniye.
Objektife bakarken kimlere bakmayı isteyerek poz verdiğini anlamaya çalışıyorum bakışlarından.
O fotoğrafta, o karede, o anda, o bakışlarda ne kadar mutlu, ne kadar hüzünlü, ne kadar flörtöz, ne kadar depresif veya ne kadar hepsi olduğunu tartmaya çabalıyorum.
O durağan hali gerçek mi yoksa poz vermeden birkaç dakika önce aslında tam tersi bir modda mıydı, gözlerinin tam elifine soruyorum...
Fotoğraf çekildikten hemen sonra ilk ne yaptığını ölesiye merak ediyorum.
İlk dediğini bilmek istiyor, sesini duymaya şiddetli bir ihtiyaç duyuyorum.
Karnı aç mıydı, bir yeri ağrıyor muydu, yarası var mıydı, midesinde kelebekler mi uçuyordu, kelepçeler mi takılıydı ne çok merak ediyorum aslında.

Birini “sadece” özlediğimde değil onu “deli gibi” özlediğimde,
özlemekten göğsüme ağrılar girip,
orta yerimden yarılıp,
sağda solda onu, onun yüzünü gördüğümü, sesini duyduğumu sandığımda ve
halüsinasyonlar dünyasında yaşamaya başladığımda
varsa eğer onun fotoğraflarına bakıyorum.
O fotoğrafları hayalimde canlandırıyorum;
ya elimdeki hatıralarla ya da hayalimdeki kurgularla gün boyu konuşuyorum.
Elimdeki yaşanmışlıklar, hayaller ve halüsinasyonlar birbirine girdiğinde ben de fotoğrafın içine giriyorum.
O anı onun gözleriyle görmeye uğraşıyorum. Sanıyorum ki dünyaya onun gözlerinden bakarsam özlemim az biraz azalır belki de.
Onun gözlerinden, onun dünyasından öyle etkileniyorum ki...
Etkilenmek ne kelime, büyüsüne kapılıyorum.
Dünya o andan, o fotoğraftan ibaret zannediyorum.
Avuç içlerimden, ayaklarımdan, kalbimden çivilenip kalıyorum.
Dünya dönüyor, ben o fotoğrafın içine, onun gözlerine mıhlanıyorum, dönmüyorum.
Fotoğrafın dışına çıkmayan kokunun, nefesin, sesin, ten sıcaklığının içindeki mistik bir semada kaybolmaya başlıyorum.
İlk başlarda boş, çıplak, yalın, kimsesiz, sahipsiz gibi gözüken bir fotoğrafın artık içinde olduğumu anladığımda yüreğimi kontrol altında tutamayacağımı hissediyorum.
Rüzgar sandığımın fırtına olduğunu görüyorum.
Farkına bile varmadan, bir bakıyorum ki, karadan çoktan uzaklaşmışım. Okyanusun tam ortasındayım.
Okyanusun tam ortasında,
küçücük bir kayıkta,
gözlerim kapalı,
elimdeki ve zihnimdeki fotoğrafı göğsüme bastırıyorum.
Yalın, sade, basit ve çıplak bir fotoğrafa özlemimi dayanılır hale getirebilme görevini atfediyorum.
İşte o yüzden, bu gece baktığım onlarca fotoğrafın içine süzülüverince kendime aldığım mahrem notların bu kadarını da sizinle paylaşmak istedim.
Böylesine yalın, sade, çıplak ve basit bir sebepten...

Yazı tarihi: 06 Temmuz 2009