16 Temmuz 2008 Çarşamba

Haftaya Yarın Burdayım

Ankara’ya gitmem(iz) gerekiyor.
Benim İstanbul’dan, yurtdışında yaşayan ağabeyimin oradan.
Son 3 haftadır her hafta oldu olacak yasal bir iş var. Onu halletmeye 1 iş günü orada bulunmamız gerekiyor ki sabah 09:00 itibariyle devlet dairesi kapılarında olabilirsek aynı gün mesai bitiminden önce işlerimizi bitirebilelim.
E tabi gitmişken haftasonu ile de birleşsin ki annemizle hasret giderelim.
Planımız Perşembe akşamı orda olup, Pazar akşamına doğru yaşadığımız hayatlara/ şehirlere geri dönmek.
İşin bu hafta olması neredeyse kesin gibiydi. Ben de dün sabırsızlık yaparak gidiş- dönüş ulaşım biletlerimi ve iş yerimden iznimi alıp cebe koydum.
Her ikisini de yapmamı saniyeler takiben işin bu haftaya da yetişmediğini öğrendik. Pıssss.
Sinir oldum; kendi sabırsızlığıma, 3.haftasında da işin olamamasına.
N’olcak?
N’olsun, haftaya kalcak.
Hayırrrrr, olmaz, olamaz, haftaya kalamazzzzz!

***

Buz gibi bir merdivende oturuyorum. Kaç saattir, kaç gündür bilmiyorum.
Ne zaman sabah oldu, ne zaman güneş battı farkında değilim.
En son ne zaman yemek yemiştim hatırlamıyorum.
Ne bir minder, ne başımı yaslayacağım bir yer.
Ne bir teselli, avuntu, ne bir umut kırıntısı.
Soğuk merdiven, memeletsiz duvar, bomboş, kocaman beyaz bir tavan.
Önümden son sürat gelen giden sedyeler. Serum şişeleri, kan torbaları. Sedyelerdeki gözaltları morarmış, dudak pembelikleri çekilmiş, tenleri çoktan solmuş, iki alem arasında sıkışmış biçareler.
Mutsuz, umutsuz, yorgun hasta yakınları, içimdeki koca delik ve ben hıçkırıklar içinde.
O en sevdiklerimizi bize geri vermesi için Allah’a canhıraş bir yakarış, bir mucize için dua...
Maskeli hemşireler, yeşil önlüklü, kırmızılaşmış eldivenli, sadece gözlükleri altından kan çanağı, yorgun gözleri gözüken doktorlar.
Yoğun bakımın birbirine çarpan kapılarının her açılış kapanışında, kendi hastalarını 1 saniye bile olsa görebilmek için içeriye uzanmaya çalışan kafaların üstün çabası.
O 1 saniyede içeriye atılan bakışın bir ömür yürekte kalan izleri...
Oradan gelen acı iniltileri, panik, telaş ve can pazarı...
Verilecek bir haber için doktorların iki dudağının arasında tüm ümitlerini saklı tutan bizler...
Mümkünü olsa o canparesinin yerine sedyeye yatmaya, serumlara, makinalara bağlanmaya dünden gönüllü insanlar.
Yeniden o eski sağlıklı, güzel anlara dönebilmek için gözünü kırpmadan nelerini feda edebilecek canlar.
Yeniden veya hiç olmadığı kadar en baştan yaşanması hayal edilen o anlar...
Orada o kapalı kapılar/buzlu camların ardında; hiçbir şey yapamadan, sadece boşboş durarak, ne kadar çabalasan da seni göremeyecek, duyamayacak, bilemeyecek için beslediğin beyhude ümitlerini alıp oradan ayrılamamak, gidememek...
Elinden başka hiçbir şey gelmese de belki onun için orada olduğunu hissedebilir yakarışıyla ruhunu, dualarını, şifalarını ona göndermek...
Ve beklemek...
Ve sevmek...
Ve sevdiğini beklemek... hiç umut olmasa da umudun hayaline umut besleyerek...

Haftaya yarın Ankara’ya gidemeyeceğim, burada, 4 duvar arasında, bomboş duracak olsam da – İstanbul’da olacağım.

Yazı Tarihi: 16 Temmuz 2008