5 Ocak 2010 Salı

Günler gelip geçmekteler, kuşlar gibi uçmaktalar

Mart ayına kadar evdeki yeni yıl ağacımı kaldırmayacağıma göre bu yeni yıl hadisesinden de nemalanabilirim demektir.
2009 neydi ne oldu,
2010'da neler yapılacak yapılmayacak
Gitti bitti ya artık arkasından rahatça konuşabilirim "tuuu kaka boyu devrilesice 2009"
2010 gel haneme bir ışık gibi kon
2009'da ne yapmadıysam 2010'da gözünüze soka soka yapılacak ve bunların herbiri üşenmeden satır satır yazılacak gibi söylemlerim, kararlarım ve de eğilimlerim var.
Bu maddeleri ısıtıp ısıtıp önünüze koyacağım.
Ama tabii bu arada asla mikrodalga ürünler familyası kadar basit, tatsız tuzsuz, sası, midenizi şişiren, homuduyla yutulan yemekler sunmayacağım
Merak etmeyin tüm çabamla size layık olmaya çalışacağım.
Örneğin daha 2010 kararlarımı size açıklamadım, ince çalışmalar içindeyim; bombalar üstüne bombalar patlatacağım, yer yerinden oynayacak, hizmette sınır tanımadan küçük dilini yutanlar için Prof.Dr.Onur Erol'la anlaşma yapıp size en estetiğinden küçük dil nakli yaptıracağım.
Ve şahid olduğunuz üzere elem, keder, yas, dert, tasa, kas vs.hepsini kapı dışarı kışkışlayarak
Elemterefiş kem gözlere şiş şişşşşleyerek
Vur patlasın çal oynasın ağustos böceği misali şenlenerek içten içe Küçük Emrah'laşsam da size zerresini hissettirmeyeceğim.
Sözün özü cancağızım; bu işten kolayca paçanızı sıyıracağınızı sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.
Sardınız beni başınıza cır cır cırlayacağım.
Siz en iyisi mi kuzu kuzu kabüllenin başınıza geleni, okuyun bendenizi, siz sağ ben selamet gül gibi geçinip gidelim.
Neyse efendim yeni yılınızı kutlayayım bir kez daha.
Bendenizden sonra saadet zinciri yakasını bırakmasın.
İclal Aydın sağ omuz üstünüze konuşlanarak yeni yılda yeni umutlar, yeni başlangıçlar getiren meleğimiz olsun.
Pozitif olalım, tak tak takılmayalım, güm güm gümleyelim yıl boyunca.
Tüm senemiz Sponge Bob misali canlı, enerjik, eğlenceli geçsin.
Anladık?
Anlaştık?
Buraya kadar süper gittik.
Siz beni, ben sizi hiiççç üzmedik.
Mukafaten size sunabileceğim koca bir dilim nutellalı ekmeğim yok ama en az onun kadar enerji vereceğini düşündüğüm bir yazı getirdim yanımda.
Aşağıdaki yazıyı okuyunuz.
Okuduktan sonra
SORARIM size,
yukardaki zırvalıklarıma, bana katlandığınıza değmemiş midir?
Gördünüz mü, yazımın başında sandığınız kadar boş değilmişim ben de, şimdi beni daha iyi mi anladınız siz de, ne dersiniz? ;)

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13371443.asp?yazarid=4&gid=61

Dünyanızı renklendirin

YENİ yıl yazımı bir daha okuyunca, iki şiir belleğime düştü:
İki ustanın iki büyük şiiri.


Tevfik Fikret’in Sis şiiri ile Yahya Kemal Beyatlı’nın Sis’te Söyleniş.

Biri umutsuzluğun şiiriydi, diğeri de umutsuzluğa isyandı.
İyimserlik, umudun çağrıştırıcısı mıdır, yoksa umut mu iyimserliği çağırır.
Yeni yılın ilk çalışma gününe başlıyorsunuz. Hemen geçmiş yılın muhasebesini yapmayın. Sıkıntılarınızı bu yıla devretmeyin. Neden ajandalar yıl yıl düzenlenir?
Yapay da olsa böyle bir bölünmenin gerekliliğinden.

Yeni yıla girdiğiniz ilk saatlerde; eğlendiniz, dinlendiniz, kendinizi dinlediniz, planlar yaptınız, gerçekleşmesi için çabalamaya karar verdiniz.
“Aman canım  dünyanın sonu değil ya,”
sözünü çok severim. Hepimizin kullanma gereği duyduğu anlar vardır. Başarısızlığın kamuflajıdır belki de. Bir tesellinin, bir teslimiyetin simgesi olsa da, ucunda ölüm yok ya sözünde gerçekler vardır.

Yaptıklarınızı eleştirmeyeceğim.
Geçmiş geçmişte kalır, ne derler, mazi zikredilmez. Ders alınmalı sözünü pek sevmem.

* * *

UMUT veren kitaplardan bir seçme yapın.
Geçen yılın yerli ve yabancı ödül kazanan kitaplarını okuyun.
Yaşama dair yeni güçler verecektir size, acısıyla tatlısıyla hayatın üzerine ayrıntılı, geniş açılı düşünmenizi sağlayacaktır.
Yeni CD’ler alın. Çalıştığınız, yaşadığınız atmosferde ezgiler yankılansın.
Hangi tür müziği seviyorsanız, onun iyisini seçin. Kendi müzik zevkinize de, başka bilgili-duyarlı kulaklara ve müzikseverlere de güvenin, danışın.
Hayatı yaşanılır, tahammül edilir kılan sanattır, edebiyattır. Onun için hangi koşullar altında yaşarsanız yaşayın, dünyanızı sanatla renklendirin.
Müzeleri gezin, sergileri gezin. Gözünüze güzellikler yansısın. Dünyanızı renklendirin.
Bazı günler şuurunuzun kontrolünden çıkın, zihninizin vitesini boşa alın.
Aylaklığa Övgü, Deliliğe Methiye kitaplarının niçin yazıldığı üzerine kafa yorun.
Bunu yapabilmek için de o kitapları okuyun.
Avare Günler yaratın. Bir gün işinizi yapmasanız dünya batmaz.
Ne işinizi ne de kendinizi fazla önemseyin. Zaman zaman ince alayın gölgesini kendi üzerinize de düşürün.
Yazdıklarımı yapabiliyor muyum?
Ne derler, insan öğütlediklerini yapabilse aziz veya azize olurmuş.
Artık azizler, azizeler dönemi bittiğine göre, inanabilir misiniz?
Bazen Oblomov’luk yapabilir miyiz? Yapmalıyız!
 

* * *
* HEM Sis’i okuyun hem de Sis’te Söyleniş’i okuyun, iki iyi şiir sizi yönlendirir.


* Doğan Hızlan'ın umutsuzluğun şiiri dediği Tevfik Fikret'in "Sis" ve umutsuzluğa isyanın şiiri dediği Yahya Kemal Beyatlı'nın "Siste Söyleniş"i okumanızı istedim. Buyrunuz...


Sis
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

Tevfiz Fikret
18 Şubat 1317


*****
Siste Söyleniş
(Yahya Kemal Beyatlı)

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler...
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?

Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden
Firuze nehri nerde? Buğun saklıdır, neden?

Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre golleri.

Bir devri lanetiyle boğan sairin Sisçi.
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.

Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha;
-Örtün! Muebbeden uyu! Ey sehr! -O beddua...

Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
Hala dağılmayan bu sisin arkasındasın.

Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl
Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl.

Hüznün, ferahlığın bizim olsun kisin, yazın,
Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın. 

Nesss, the biteviye 2010


Yazı tarihi: 05 Ocak 2010

Hiç yorum yok: