6 Ocak 2010 Çarşamba

Strateji toplantısı

Hesabı kesilmemiş bir ilişki...
Tutun bunu aklınızda, geri döneceğim buraya...
*****
Şebnem, Aynur, Hülya ve ben.
Muhteşem dörtlü.
Yaz, kış, kar, fırtına, tipi, tayfun, bora demeden yapardık kızlar gecemizi.
Çok değil daha 1 yıl önce hepimiz Levent'te çalışan beyaz yakalı plaza insanlarıydık.
Cuma akşamları, iş çıkışı buluşma vaktimizdi.
Kutsal bir ayin gibi beklerdik bu zamanları.
Tüm haftanın yorgunluğu, stresi, angaryası, can sıkıntısı, dar etekleri, yüksek topuklu ultra feminen ayakkabıları ve laptop çantaları... ne varsa çok katlı plazalarımızın kapısında bırakılırdı.
Hayatı, neşemizi, sırlarımızı, İtalyanlar misali hep bir ağızdan bağrış çağrışlarımızı, bitmeyen geyiklerimizi, güncel konularımızı, havadislerimizi, dedikodularımızı, dertlerimizi, mahremiyetlerimizi, gülme krizlerimizi, ağlama komalarımızı, maksimumum saçmalama ve deşarj olma potansiyelimizi, tokalarından kurtulmuş saçlarımız ve çantalarımıza koyduğumuz jeanlerimizle başlardık kızlar gecemize.
Bu gece o gece!
Eğlencenin dibine mi vurulacak, vurulurrr!
Ağlamaktan helak mı olunacak, olunurrr!
Salkım Hanım'ın taneleri gibi salkım saçak dökülecek mi içimiz, dökülür!
Pare pare bölünerek, "ez geç yürüdüğün yollar olayım" kıvamına mı gelinecek, canın sağolsun icabında ona bile gelinir!
Kah İstanbul'un aniden karar değiştiren tutarsız havası gibi kaprisli
Kah sisli puslu, küskün, suratsız bir sabahı unutturmak isteyen güneş kadar parlak
Kah "ben" merkezli olmanın "ben"e ettikleri
Kah merkezindeki "o"nun içini ezen yetersizlik ve tatminsizliği...
Akıllar, fikirler, teselliler, eleştiriler, yuhalamalar, bravolar, tuuu sana'lar... Herşey mübah, hepsi hizmete dahil.
Birisi hepimiz için, hepsi birimiz için.
Hani ayakkabının içine bir kum tanesi girdiğinde, dişçi koltuğuna uzanıldığında, miden ağrıdığında, gece uyuyamadığında; çaresizliğinle baş başa kalıverirsin ya tek başına...
Kendine yetmezsin, dağlar duvar olur, yollar kör düğüm düğümlenir ya önüne...
Tüm kişisel travma ve varoluşsal krizlerimizde ezilir, ufalır, bu dünyada görünmeyen bir varlık olmak isteriz ya hani...
İşte bu durumlarda kızlar gecesi Hızır Acil Servis gibi yetişir imdadımıza, bizi hayata bağlayan oksijen çadırı olurduk birbirimize.
Cuma akşamları yeniden doğuş için birer fırsat yaratırdık biz kendimize, biz bize...
Kızlar gecesinde çözüverirdik iplerimizi, çare olur, kardeş olur, dost olurduk biz birbirimize...
Tıkanıklıklar erir biter, sökülür gider, suya bırakır temizlerdik baştan sona kendimizi.
Gecenin sonunda kuş olur kanatlanır, semaya çıkarırdık ruhlarımızı.
"Oh be dünya varmış, oh be tüm dertlerimizi paylaşıp kendimizi ti'ye alınca hayat ne hafifmiş, umutsuzluğu yenmek meğer ne de kolaymış" derdik.
Gün oldu devran döndü devir değişti.
Önce Hülya gitti aramızdan.
Antalya'da tanıştığı İngiliz Mark'a aşık olup İstanbul'da evlenip Amsterdam'a yerleşti.
Sonra ben ne olduğumu anlamadım. İstanbul'da mıyım, Ankara'da mı, Londra'da mı, ne zaman, ne kadar, neredeyim tüm sene bilemedim.
Şebo'nun hayatında Yalçın zaten vardı, nişanlandılar. Onlar hala İstanbul'da ama Şebo işi sebebiyle sürekli yurtiçi/yurtdışı geziyor, hangi ara nerede hiçbirimiz zatiallerini yakalayamaz olduk.
Ve Aynur...İçimizde lokasyonunu değiştirmeyen tek o kaldı. Hala İstanbul'da.
Bu aralar fotoğrafçılığa fena sardırdı. Yakın zamanda harika bir proje için Doğu'ya gidecek. Ve o proje için süper bir eğitim alacak. Eveeettt çoook kıskandım.
Ama biliyorum o bana kıyamayacak, eğitimde öğrendiklerini satır satır anlatacak:)
Hiç şüphe yok, pek yakında onu da şahane günler bekliyor olacak.
Uzun aradan sonra Aynur, Şebo ve ben aynı anda İstanbul'dayız.
Önümüzdeki 26! gün üçümüze uyan ortak bir zaman bulamadığımız için bu akşam pat diye kararlaştırıp buluşalım dedik.
Amsterdam'da olan Hülya'cığımızın kulaklarını bol bol çınlattık.
Toplantı gündemimiz ve adı belirlendi:
"2009 durum değerlendirme ve 2010 stratejileri"

Saatlerce konuştuk, konuştuk, konuştuk ve de konuştuk.
Sonunda karara vardık:
"2009'da yaşadığım bütün mutluluklar da mutsuzluklar da bana ait. Benim birer parçam. Beni gerçekten dönüştüren, değiştiren, beni ben yapan şeyler. Demek ki böyle yaşanması gerekiyormuş" bilinciyle bitirdik gecemizi.
Zaten ne demiş Karl Marx: "Tarihte ne olduysa öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur"

Ne çare ki içgüdüsel olarak yüreğinde bir çoraklık hissettiğinde "hesabı kesilmemiş ilişkileri" arkada bırakmak sanıldığı kadar kolay olmuyor.
Kimi zaman bu yarım kalmışlığın acısı aklın disiplinini ezip geçiyor.
İşte böyle zamanlarda kendimizi geliştirme sabrıyla beklemek, hayata heyecanla ve merakla sarılmak, 'bu yaşam serüveni acaba daha neler getirecek' diye merak etmek ve inanmak çözüveriyor tüm düğümleri.
Yani galiba...

p.s. kızlar iyi ki varsınız, her birinizi ayrı ayrı çoook seviyorum :)

Nesss, yours

Yazı tarihi: 06 Ocak 2010

2 yorum:

mesut atalay dedi ki...

sex & the city deki kızlar gibiydiniz siz galiba sanırsam.

bende 7 yıl gibi bir süre çalıştım istanbulda plaza insanı (!) olarak.
gerçekden çok değişik bir döenmdi benim için o sürede kurduğum dostlukları halen devam ettiriyorum. gerçekden plazada çalışmanın verdiği bir olaymıdır bu? yoksa gerçekden kaderimde bu insanlarla çalışmak ve tanışmak mı vardı? henüz bundan tam olarak emin değilim. ama emin olduğum şey aynen senin gibi hissediyorum. o zamanlar ve o ilişkileri unutamıyroum. şuan aynı tatı alabileceğimide sanmıyorum.
şöyle demiş felsefeciler" aynı suda 2 sefer yıkanamazsın" .
yani şuan istanbula gitsem yada sen gitsen aynı tadı coşkuyu alabilecekmiyiz? ben emin değilim.
geçen bu süre içinde insanların yaşadıkları herkesi farklı yönde değiştiriyorm sanırsam. başka mutluluklar aramak gerekiyor artık. ama tabi bu eskiş dostlar ilede bağı koparmamak gerek çünkü onlar hayatımızın bir parçası onlar olmazsa bizde olmayız.

çok konuştum belki boş konuştum belki değil. :9
sevgiler

NeslihanVenusKilic dedi ki...

Mesut'cum,
4 kafa kızın dostluğu dersen evet ama onun dışında S&t.City bizi bozar:)
Ben kadere inanıyorum. Yaşadığımız herşey zaten bzim kaderimizde yazılı. O arada dostlukların ve anların en güzelini yaratıyor, yakalıyorsak ne mutlu bize.
Sen hiç boş konuşur musun, bloguma renk katıyorsun :)