2 Haziran 2008 Pazartesi

İstanbul- Hayatım ve Şehrim


Deli bir şehir bu İstanbul.
Zır deli hem de.
Eserikli, üfürüklü, yanmış balatalı, iş göremez ehliyetli ne ararsanız var.
Sağlam kalmak mucize.
Hatta yok öyle birşey, namümkün.
Sağlam kalmak istiyorsan topla tası tarağı bi zahmet başka şehire.
Olayın Camel Trophy’de gibi sınırları zorlamaksa buyrunuz zatıallerinizi ogs'den geçirelim.

Ben hemen başta, peşinen, erkekçe, hepinizin huzurunda itiraf edeyim de içim rahat olsun:Ben de delirdim....
Ucundan azcık filan değil hem de; bol ‘R’ li, zırrrrr deli.

Bahtı kara Ankara’mdan bu 7 tepeli şehre taşınalı 8 senede arşınlarca boyut değiştirdim.Tevekkelli boşuna değilmiş geldiğim ilk senelerde tanıştığım her İstanbul’lunun dakka bir bana “sen Ankara’lımısın?” diye sormaları.
Bu soruya şaşar, “anlımda mı yazıyor, nasıl anlıyorlar?’ diye merak ederdim.Ve şimdi yine boşuna değil her Ankara’ya gittiğimde ordaki eski arkadaşlarım, akrabalarımın bana “sen tam İstanbul’lu olmuşsun” demeleri...

Ankara’lıların alnında yazmaz ama uzaktan uzağa bir çekinik edaları vardır.
Vur ensesine al ekmeğini görünüşleri yetiştirilmelerindeki ahlak ve edebdendir.
Henüz cengaverleşmemişlerdir ve cüretkarlık orada prim yapamaz.
Had bilme hat safhada olup, hak yemekten imtina ederler.
Adam kayırma, kandırma, kendini üstün diğer herkesi geri sayma yuhalanır.
Örf, adet, gelenek, görenek, usul, adab, günah, sevap, vatan millet sevgisi, Allah korkuları vardır.
İpini koparan herkesin gelip yaşadığı bu deli Constantinople gibi yozlaşmamıştır...

Böylesine kayışı kopmuş dev megapolde var olmaya çalışmak öyle zor ki; bazen akıllı kalmak mı yoksa deli olmak mı daha seçilesi bilemiyorum...

99 depremiyle hayatımıza giren ve o günden beri ha bugün ha yarın oldu olacak beklenen büyük deprem gündelik hayatımızdaki tedirginliğin baş köşesinde.
Üst kattaki çocuk biraz hızlı zıplasa veya yoldan biraz büyükçe bir kamyon asfaltı zangırtadarak geçse ağzımız kalbimize geliyor; “eyvah, deprem oluyor!” diye yere atıyoruz kendimizi.
Paranoyak bir durum ama maalesef ne kaçışı var ne çaresi...
En az deprem korkusu kadar kaçışı olmayan bir diğer durum da hırsızlık.
Evine hırsız girmeyen kalmadı gibi bişey. Ne çelik kapı, ne güvenlik, ne camlara demir parmaklık hiçbiri fayda etmiyor. Kapıdan bacadan, dereden tepeden bir yolunu bulup giriyorlar.
Din, iman, vicdan denen şey zaten hiç kalmamış. Hepimizin tek duası “evime hırsız girmesin” değil, “bare ben evdeyken girmesin”diye...
Hırsızlıktan da nasibinizi almadıysanız arabanız, herhangi bir eşyanız,çantanız ya da cüzdanınız çalınmıştır yahut her saniye çaldırma stresi ile içiçe yaşıyorsunuzdur.
Kapkaça değinmiyorum bile zira bu konu çoktan banalleşti. Direnmeden, kuzu kuzu ellerimizle çantamızı teslim edeceğimizi cümle alem biliyor. Bir, içinde zeytinyağlı sarma taşımadığımız kaldı, ikramın böylesi...
Cinnet geçirilen trafikte tüm hayat kalitemizin sinirlerimizle birlikte dibe vurduğu yetmiyormuş gibi üstüne bir de otopark sorunu var. Herkes mafya, made in Sicilya- Corleone modeli, para versen de arabanı çiziyorlar ve kavga ediyorsun vermesen de.
Madem öyle araba kullanmayalım.
İyi de toplu taşıma diye birşey var mı bu şehirde?
Kimse kimseyi kandırmasın yok öyle birşey. Var olanlar için de bu denli çarpık bir işletim/ yönetim rol model olarak ödül almaya aday.
Zaten onlara ben toplu taşıma değil toplu istifleme diyorum, içler açısı...

Aaaa bi dakka, herşey bu kadar kötü mü? Hiç iyi birşey yok mu bu ca’nım şehirde?
Var elbette; mesela taksi ücretleri oldukça hesaplı. En azından diğer şehirlere göre hiç fena sayılmazlar.Yalnız burada da taksi şoförü unsuru ciddi problem.

Geçtiğimiz gün sürekli gelip gittiğim güzergahta bir taksiye bindim. Daha doğrusu iş çıkışı saati olduğu için karşıya geçmeyen onlarca şoför tarafından refuze edildikten sonra biri tarafından taksisine alındım.
Ben içimden, sanki hayrına götürüyormuş gibi taksicinin merhametine karşı pozitif duygular beslerken meğer o ince hesaplar, çok daha farklı hinlikler peşindeymiş.
Geleceğim yere vardığımda taksimetrenin her zaman ödediğimin tam 2 katı yazdığını hayretle gördüm. Şoföre bunu söyleyip taksimetresinin bozuk olabileceğini belirttiğimde ise kızılca kıyamet koptu. Defalarca kez taksiyle gelip ne kadar tuttuğunu kuruşu kuruşuna bildiğim yolda bu bedelin üzeri bir para ödemeyeceğimi belirttikçe, o, adam kandırmadaki başarısızlığını edepsizliği ile bastırmaya çalıştı. Dakikalar süren tartışmamız ağıza alınmayacak terbiyeden yoksun sözlerinin yüksek volume bağrışmalara dönmesi ve sinirden damarlarının yüzünden, gözlerinin yuvalarından fırlamasıyla ve en son da koltuğundan inip üzerime yürümesi ile devam etti.
Bu zıvanadan çıkmış hali yetmiyormuş gibi yalanının belgesi yazdığı fişi elimden zorbaca çekmesi sonrası gazı topuklayarak uzaklaşması tam da bir bayana kaba kuvvet kullanan adamın mertliğine yaraşır haldeydi!

Deli bir şehir bu İstanbul.
Zır deli hem de.
Eserikli, üfürüklü, yanmış balatalı, iş göremez ehliyetli ne ararsanız var.
Sağlam kalmak mucize.
Hatta yok öyle birşey, namümkün.
Sağlam kalmak istiyorsan topla tası tarağı bi zahmet başka şehire.
Olayın Camel Trophy’de gibi sınırları zorlamaksa buyrunuz zatıallerinizi ogs'den geçirelim.

Sağlam kalmanız dileğiyle

Neslihan, Karamsar
Not: Bahsi geçen taksinin plakası 34 TBJ 22 (Cihangir Taksi Durağı'na ait olduğunu söyledi ama aradığımda bu plakanın onların arabası olmadığını bildirdiler)

Yazı Tarihi: 29 Mayıs 2008

Hiç yorum yok: