28 Haziran 2008 Cumartesi

Çın- Çınnnn


Yine o anlardan biri.
Mutluluktan ne yapacağımı, nerelere gideceğimi bilemez haldeyim.
İçki ile aram olsa, ardı ardına onlarca şampanya patlatma zamanı.
Sevinçler paylaşıldıkça çoğalıyor.
Tüm sevdiklerimin sağlığına, mutluğuna, ömür boyu birlikteliğine kadeh kaldırma neşesi içindeyim: Çın-Çınnnn...

Bugün günlerden Cumartesi, değmeyin keyfime.
Sabah sahilde 30C dolaylarındaki havada etrafta denize giren, surf ve yelkenli yapan, benim gibi bisiklete binen, paten kayan, köpeğini gezdiren, çimlerde yan gelip yatan ve ısrarla bisiklet yolundan koşup, yürüyenlerle birarada nefis bir Cumartesi sabahındayız.
Kimse durumdan şikayetçi gibi görünmüyor.
Sevgili arkadaşım Engin’in teşviği ile son zamanlarda bisiklete daha çok vakit ayırır oldum. Temmuz ayına yaklaştığımız bu günlerde, İstanbul sıcağında bisiklete binebilmek için ya sabah erken saatleri ya da akşam geç saatleri tercih etmek gerekiyor artık. Yoksa bu zevk küpü durum, hele hele kondisyonunuz da yoksa eziyete dönüşüyor ki, bu yakıştırmaya asla gönlüm razı gelmez.
Hala kendi bisikletim olmadığından yine Selamiçeşme’deki Yeşil Bisiklet’e giderek adı kiralık ama kullanım sıklığım sebebiyle artık benim zimmetime geçen emektar bisikleti aldım. Yeşil’den dümdüz aşağıya salarak İş Bankası Blokları yanından Fenerbahçe sahiline çıktım.
Sahil boyunca, kah ağır ağır gidip etrafı seyrederek, kah tek başına bir bayanı görüp sıkıştırmaya çalışan 4-5 kişilik bisiklet çetelerinin tacizlerinden zaferle çıkabilmek uğruna yüksek vites, tempolu pedal ile uzunca bir tur yaptım.
Her bindiğimde sürüş mesafemi biraz daha uzatıyorum.
Hele bir de mp3’ümü yanıma almayı unutmasaydım, az kalsın Fenerbahçe’den başlayıp Maltepe’den çıkacaktım bugün...
Ne özgür bir keyif, ne harikulade bir terapi: sahil- müzik- bisiklet ...... her ne kadar geç keşfetmiş olsam da.
Vakit öğlene yaklaşmaya yüz tutup asfalttan yüzüme sıcak vurunca serin, sessiz ve huzur dolu evime geldim. Hafif ama doyurucu öğlen yemeğimi hazırlayıp, yedim.
Belirtmeden geçemeyeceğim: son 2 aydır yaptığım sıkı diyet nihayet sonuç verdi. Şu anda tüm zamanlarımın en iyi yağ, kas, kemik oranındayım ve kendimi oldukça fit hissediyorum.
Diyet başlangıcımda tartıdaki kilom ile yüzleşince ‘yandım Allah’ diyerek kendime hedef koyduğum kiloya az kaldı: 1, 5 kg. Onu da verirsem -ki çok motiveyim, kısa sürede verebileceğimi düşünüyorum- değmeyin keyfime.
Kilo vermek, fit hissetmek, hedefe ulaşmak vs bunlar hiç şüphesiz çok keyifli şeyler ama beni en çok sevindiren dün diyetisyenim ile yaptığımız uzunca sohbette onun ağzından duyduklarım oldu.
Sevgili Aysun Gökçen hnm, bendeki zoru başarma azmini çok takdir ettiğini ve kendisinin gözdelerinden olduğumu söyledi.
Ona gitmeye başladığımda aslında zaten boyuma ve yaşıma göre olmam gereken kilonun ve yağ oranının alt sınırlarındaydım. Birlikte çalışmaya başlarken zor bir işe girdiğimizi, bu alt seviylerde gram gram ilerleyeceğimizi, motive ve kararlı olmam gerektiğini belirtmişti.
Her ne kadar iştah konusunda iddialı isem de kararlılık ve motivasyon konularında da dişli bir karakter olduğuma ispatın zamanı işte gelmişti.
Düzenimi alt-üst eden, yüksek tuzaklı araya giren birkaç seyahatim sebebiyle süreçte ağır gitmiş olsam da hiç pes etmediğim için Aysun hnm’dan duymakla onurlandığım sözlerin ve azmimin karşılığını almanın mutluluğu içindeyim :-)
Kendimden kendime bir kadeh şampanya, sağlık ve mutluluğuma Çın-Çınnn!

Gelelim esas mevzuya...

Aylar sonra bugün, hiç ummadığım, çok umutsuz kaldığım öylesi bir anda;
sabah sporunun yorgunluğu bacaklarıma, öğle sıcağının rehaveti üzerime çökmüş bir halde gazete- kitap- internet üçlüsünde dolaşırken birden bire gözlerimin önünde gördüğüm, gördüğüme inanamadığım, bakmaya kıyamadığım durumdaki mutluluğum tarifsiz.
Bu duygumu anlatabilecek kelime bulamıyorum.
Bunun adına koyabileceğim bir duygu tanımıyorum.
Yüksek şaşkınlık içindeyim.
Ben hiç bu kadar bekleyip sonra da kavuşmamıştım ki, şimdi ne yapılır bilmiyorum :-(

İyi ki... yine yeni yeniden.....
İçimdeki dileğe, sağlık ve mutluluğa Çın-Çınnnn!

Not: Bu yazımın başlığını “Çın- Çınnn” veya “Nasreddin Hoca” koymak arasında uzun süre tereddütte kaldım. En sonunda Çın- Çınnn’ı seçtim. Nasreddin Hoca’yı da bilin istedim, keyif sizin...

Yazı Tarihi: 28 Haziran 2008