25 Haziran 2008 Çarşamba

MVP


Üstüme vazife olsun olmasın yapmak istiyorum. Hatta vafize olur hiçbir tarafı olmadığını bile bile yapıyorum. Engel olamıyorum. Parmaklarım kaşınıyor, avucumun içi terliyor, beynim karıncalanıyor.
İnsanım ben de, benim de zaaflarım var. Hem de bol bol; Zaaflar Kraliçesi...
Olsun aşırıya kaçmadığı sürece ben halimdem memnunum. Buzlar Kraliçesi olmaktan iyidir.
Zaaflarıma yenik düşmemeye çalıştığım zamanlarda BuzlarKraliçesi kisvesi altına saklanmak zaman zaman işime yarıyor, böylece dengeliyorlar birbirleri.
Son aylarımın en önde giden zaafı ‘ yazmak’.
Haddimi çoktan aştım. Kafamın üstündeki düşünce baloncuğu, baloncuk olmaktan çıktı sürekli ‘Times New Roman, Regular, 12’ formatında.
Ve bu beni harika hissettiriyor, başa çıkamadığım bir enerji veriyor.
Aşık olduğum zamanlardaki gibi; yemeden, içmeden, başka hiçbir şeye vakit ayırmadan sadece ve sadece onu düşünüyorum: “yeni sevgilim yazıyı.”
Şimdi niye anlattım bu kadar şeyi?
Çünkü etrafımda bir sürü gelişme oluyor ve ben üstüme vazife olsa da olmasa da yazmak istiyorum. Sorumluluk sahibi bir yazar sıfatıyla kayıtsız kalamıyorum duruma :-)
Neler oluyor, neler bitiyor dönen dünyada, benim dünyamda, gelin hepbirlikte bakalım...

06 Haziran’dan beri Euro2008 gündemin başköşesinde. Daha önce hiç bu boyutu ile yaşamadığım ama ilk kez bu sene böylesine şaşaalı ve tefarruatlı yaşayınca acayip hoşuma giden bir gündem.
Bu konuya özel yazılmış birkaç yazım halihazırda olduğu ve görünen o ki daha da olacağı için şimdilik sadece;
“Coşkunu keşfettiğim için çok mutluyum futbol, hayatıma hoşgeldin :-)!” diyerek kendisiyle vedalaşıyorum müsadenizle.
Başka ne var, neyi geride bıraktık yakın zamanda?
Roland Garros!
Bu seneki Roland Garros’un erkekler final maçında “Toprak Kortların Efendisi” Rafael Nadal ile “Tenisin Kralı” Roger Federer karşılaştı.
İspanyol raket Nadal, İsviçre’li ezeli rakibi Roger Federer’i 6-1, 6-3 ve 6-0 gibi ezici bir skorla 3-0 yenerek, set vermeden, üst üste 4. kez şampiyonluğa ulaştı.
Üstelik 28-0′lık bir yenilmezlik serisi yakalayarak efsane tenisçi Bjorn Borg’ün 1978-1981 yılları arası şampiyonluk rekorunu egale etti. Yaşayan efsane Federer ise kazanamadığı tek Grand Slam olan Roland Garros rüyasını bir başka bahara erteledi.
Ben bu maçı, vatandaşları olan Federer'in sıkı fanatiği İsviçre’li 2 arkadaşım ile Fransız kanalında izledim. Yorumlara gerçek anlamda Fransız kaldıysam da benim de gözdem olan Federer’in toprak korttaki hezimeti ve biçareliği maalesef ki dazdavlak ortadaydı.
Şimdi sıra Grand Slam’ın en prestijlisi Wimbledon'da. Turnuva önümüzdeki hafta İngiltere’de başlıyor. Wimbledon Grand Slam turnuvasına elemelerden katılma hakkını elde eden ilk Türk tenisçimiz Marsel İlhan, ilk turda Gilles Muller'e yenilerek ana tabloya girme şansını kaybetti. Hem bayanlar hem erkeklerdeki final maçlarını sabırsızlıkla bekliyorum. Bu sene olmasa da –umarım önümüzdeki sene- Wimbledon’u canlı seyretmenin hayali ile yaşıyorum.
Sporla içiçe hayatımın ezici ağırlığı bu aralar futbola adanmış olarak geçerken, ayrıca yukarıda bahsettiğim gibi az biraz tenis ve bu hafta oynanan NBA finallerine olabildiğince vakit ayırmaya çalışıyorum.
Amerika – Türkiye saat farkı sebebiyle NBA maçları sabaha karşı oynandığı için hiçbirini canlı olarak seyredemedim. Banttan verilen maçlardan denk gelebildiklerim kelimenin tam anlamıyla "ihtişam ve büyü" içinde geçti.
Gözlere ziyafetin, doyumsuz seyirliğin bu kadarı...
Final maçından sonra sabaha karşı uyanıp o maçı canlı seyredemediğime hayıflandım. Kısmetse o da seneye.
NBA'in dev adamları dünyanın en iyi oyuncuları; koskaca NBA’in koskoca -mecazi değil gerçekten koskoca- basketbolcuları. Sporun, mücadelenin, çekişmenin, üstün yaratılmanın, şık ve dudak uçuklatan hareketlerin son noktası.
Bu sene yani 2007-2008'in şampiyonu Doğu Konferansı'ndan Boston Celtics oldu.
Celtics, final serisinin altıncı maçında mücadele ettiği ezeli rakibi Los Angeles Lakers'a 131-92 üstünlük sağlayarak 17'nci kez mutlu sona ulaştı.
22 yıl sonra şampiyonluk kupasını kaldıran Celtics, kendisine ait olan bir final serisinin son maçını en büyük farkla kazanma rekorunu geliştirirken, aynı sezonda 26'ncı play-off maçını oynayarak bir başka ilke daha imza attı.
Celtics’in efsane üçlüsü Paul Pierce, Kevin Garnett ve Ray Allen kariyerlerinin sonlarına doğru ilk şampiyonluk yüzüklerini takarken, Pierce final serisinin en değerli oyuncusu yani Most Valued Player (MVP) seçildi.
Ve tabi ben de düşünmeden edemedim; bunun ne kadar önemli bir ünvan olduğunu, nasıl devasa bir başarı ve takdir edilme nişanı olduğunu.
Ve elbette ben seçecek olsaydım benim hayatımın MVP’si kim olurdu diye.... düşünmeden edemedim :-)
Üstüme vazife olsun olmasın, görüldüğü gibi her konudan kendime bir paye çıkararak düşünüp duruyorum, yazıp çiziyorum :-)

Yazı tarihi: 18 Haziran 2008