23 Haziran 2008 Pazartesi

İzim Dizim

Artık bu dünyada benim de bir izim var.
Yani en azından yıkanana kadar. Yok bizzat kendimin değil; kapı önümün.

Geçtiğimiz Cuma akşamı birçok Cuma akşamı olduğu gibi yine latilokum bir akşam planı içerisindeyim.
Üniversitede kafası en değişik çalışan ve beni/bizi en çok güldüren arkadaşlarımdan biri; Onur’u mezuniyetten beri görmüyorum. Okuldan sonra Amerika’ya gitti, gidiş o gidiş.
Üzerinden bu sene tam 10 yıl geçti bizimki hala ‘yapacak işlerim var daha dönemem’ derdinde. Nasıl olmasın; Broadway’deki ilk Türk oyunu ‘Kanlı Nigar’ı sahneye koydu.....
Şaka değil, ciddi başarı; ayakta alkışlanacak, şapka çıkartılacak cinsten.
Ve bunca zamandan sonra görüştüğümüz Cuma akşamı Aşşk Cafe’nin nefes kesen, deniz üstü, yaz gecesi güzelliğinde bizi 10 senelik Amerika özeti ve Kanlı Nigar detaylarına götüren sohbeti ile şenlendirdi.
New York’ta bir dönem ev arkadaşlığı yaptığı İrem ile birlikte eski günlerini yad etmeye başladıklarında gülmekten yaşaran gözlerimiz ve ardı ardına nöbet şeklinde gelen mide kramplarımız ile niye tüm New York’un o zaman diliminde evlerinden çıkmadıklarını, onlarda yaşadıklarını çok net anlıyoruz.
Sohbet şahane ama saat 9 itibariyle ben yavaş yavaş ‘hadi maça maça’ diye kıpırdanmaya başlıyorum; ‘Hırvat’lar bizi bekler, bekletmeyelim’ Aşşk Cafe’den maçı izlemek üzere 2 adım yürüme mesafesindeki Kuruçeşme Arena’ya geçiyoruz.
Aslında ben her ne kadar damarlarımdaki yüksek debili coşku ve heyecanı sevsem de abartı ve kalabalıktan çoğu zaman hazzetmediğim için bu tarz aktivitelerden genelde uzak durmaya çalışırım ama aynı gece iki ayrı program yapmak durumunda kaldığımızdan lokasyon yakınlığı sebebiyle bu sefer böyle olsun diyoruz.
Kuruçeşme Arena, o akşam tam arena. Yaş ortalaması 29 olan genç ülkemizin gençliği milli takım ve/veya futbol aşkı ile çıldırmış çağlayan ırmak vaziyetinde.
Herkes tek yürek, tek nefes, tek ses.
Herkes futbolcu, yorumcu, hakem, Fatih Terim.
Ülkemizde örneklerine pek nadir rastladığımız ve hasret kaldığımız görüntüler: aynı düşünmek, davranmak bir arada gelen çığlıklar, yuhalamalar, ah’lar, vah’lar, tüh’ler...
Gurur verici, göğüs kabartıcı, yer gök kırmızı-beyaz bir tablo...
İyi ve güçlü hissettiren bir psikoloji.
Çekişmeli, yüksek adrenalin ve stres dolu iki 45’liğin sonunda skor 0-0 ama temiz 3-4 golü yemenin direğinden dönüyoruz.
Allah’ın selameti üzerimizde oynuyoruz, kalemizi sanki melekler koruyor. Uzatmalara kalan maçta aynı mücadele ve şansı koruyabilmemizi diliyorum.
‘Bana yetti bu kadarı, ilk 15 dakikayı kaçırır, 2. 15’i evimde seyrederim’ diyerek arkadaşlarla vedalaşıyorum ve 90 dakika biter bitmez evimin yolunu tutuyorum.
Uzatmalardaki ilk 15’i radyomdan dinliyorum, gol-mol yok, aynı durgunluk, yaprak kımıldamıyor.2. 15 başlıyor. Köprüdeki yol çalışması sebebiyle hala eve varamıyorum. Umutsuz umutsuz kulağım radyoda gözüm yolda giderken bir anda derin bir sessizlik çöküyor.
Spiker sanki tıp oynuyor.
‘Eyvah n’oldu, konuşsana be adam!’
Radyoya bakıyorum gözlerim koca koca, korkulu korkulu, medet umarcasına ...
Ve titrek bir ses “işte tüm umutların yıkıldığı an sayın dinleyiciler” diyor.
Hazırlıklı değildim bu cümleyi duymaya, şu an duymaya, kabul etmek istemediğim ama maalesef ki geri döndüremediğim, değiştiremeyeceğim bir gerçek. Tadım tuzum kaçıyor.
Buraya kadarmış diyorum, oysa daha Viyana’ya gidecektik, heyyt be, yazık! :-(
İçimi yağmur öncesi sıkıntısı basıyor. Oysa eve de yaklaşmıştım, maç penaltılara kalsa ne de güzel seyredebilecektim.
Ağır vasıta ve ‘ateşle yaklaşma’ formatında tıngır mıngır, sağdan sağdan gidiyorum. Daha doğrusu ben oturuyorum boş boş araba kendi kendine gidiyor.
Ve birden ne zaman atak yaptığımızı bile anlamadan atıyoruz bir tane, GOOOOOOLLLL çığlıkları.
Kendimi geçtim, spiker kesin kalp krizi geçirecek diye ödüm kopuyor. Adam tüm alfabesi G-O ve L harflerinden oluşuyormuş gibi sadece GOLLL, GOOOOLLLLLL, GOLLLLLLLL diye haykırıyor. Sanki TEM zıngırdıyor. Yanımdan geçen arabalara el sallamak istiyorum yüzümde gülücüklerle :-)
İşte Allah’ın mucizesi, çıkmayan candan ümit kesilmez diye seviniyorum. Penaltılar başladığında hayatımın en hızlı otomobil parkını yaparak uçan bir sprint atarak eve yetişmeyi hedefliyorum.
Macera burada başlıyor; şimdi görüntünün gözünüzde daha iyi canlanması için aşağıdaki bilgileri uyanık dikkatinize sunuyorum;
Üstümde tril tril uçuşan paçaları çoook bol ve uzun bir pantalon
Ayakkabılar ben deyim 9, siz değin 11 pont
Kolumda 1 kendi çantam, 2 spor çantam
Elimde içinde forma, bayrak vs’den oluşan bir poşet
Diğer elimde ev anahtarı, araba anahtarı
Günün yorgunluğu saçlarımda; kafama spagetti tenceresi tepetaklak düşmüş gibi, önümü göremiyorum.
Arabadan iner inmez olimpiyatlarda start tabancası duymuş kısa mesafe atletleri telaşı ile depara kalkıyorum ve aynı anda kendimi 1.katın balkonuyla eşit yükseklikte hissediyorum, yani öyle böyle değil, çok iddialı yüksek irtifa bir havalanış.
Sonraki yere konuşum ise Rüştü’yü bile kıskandıracak kadar panter.
İşte hayatın 1 saniye içinde değişebildiğine bir örnek de benden.
Yüzüstü yere yapışmış halde kapımın önünde 2.80 yatıyorum. Milim kımıldayamıyorum. Sağ dizim tutmuyor ve hissetmiyor, sanırım bacağım kırıldı. Ben böyle bir acı ömrümde çekmedim. Beyin hücrelerim acıdan adeta uyuşuyor. Çok saçlı olmanın zararını ilk kez görüyorum. Her saç telim ayrı ayrı acıyor ve beynime tek tek acı frekansları gönderiyor. Dakikalar geçiyor ve ben yerden doğrulamıyorum bile.
Az sonra acıdan bayılacağım ve kimsenin ruhu bile duymayacak çünkü istisnasız tüm mahalle maçı seyrediyor. Kendimi yere yapışmış bir böcek gibi hissediyorum.
Oleeeyyyy veya ahhhhhh çığlıklarından yedik mi attık mı anlayabiliyorum. Kalan aklım hala penaltıları izleyemediğimde. Birden sevinç çığlıkları eşliğinde son bir kıyamet kopuyor. Üzerinde pestil vaziyetinde yattığım yerin zangırdaması ile acılı bedenimi bayılmaktan zarzor alıkoyuyorum.
Oleeyyy biz kazandık diyorum, artık ölsem de gam yemem, zaten bir nevi şehit kategorisinde ve gururluyum :-)
2 saniye içinde kornaları duymaya başlayınca şimdi herkesin sokaklara fırlayacağı aklıma geliyor. Zafer sarhoşu biri farketmeden beni ezebilir ya da şu gencecik ömrümün taze baharında bir maganda kurşununa hedef olabilirim endişesi kaplıyor içimi.
Hayırrr ölmek istemiyorum, daha Viyana’ya gidcezzz!
Hala yerden kalkamıyorum ve bu idrakla her yanımı panik sarıyor. Belden aşağı sürüne sürüne kendimi apartmanın içine atıyorum, güler misin ağlar mısın? Şahsen ben her ikisini de yapıyorum.
Ufff canım çok yanıyor ama olsun böyle büyük acıları ancak böyle büyük sevinçler hafifletebilir.
Artık bu dünyada benim de bir izim var; kapımın önüne, bu vatan uğruna akıttığım 10 cc’lik kanım...

Veee tüm bunlardan sonra, böylesine maceralı bekleyişte şimdi sıra Almanya’nın.
Haydi Almanya seni bekliyoruz; kanımızın son damlasına kadar: ‘Kırmızıııııı- beyaazzzzz, ennn büyükkkk Türkiyeee’ diye diye!...

Neslihan, Uçan Kuş :-)

Yazı Tarihi: 23 Haziran 208