23 Kasım 2009 Pazartesi

Hayatın türlü dalavereleri ve sonsuzluğu

2012 filmini henüz beğenen çıkmadı zaten bu saatten sonra izleyen birinin "ben beğendim, süper bir filmdi" demesi için sıkı bir anarşist olması gerekiyor.
Haşmet Babaoğlu kıyamet fikrinin insanları neden bu kadar heyecanlandırdığını yazmış:
"Kötülük karşısında ne zaman mutlak biçimde çaresiz hissetsek kendimizi... Ne zaman dünyadan umudu kessek... Alttan alta karanlık bir dilek büyür içimizde: Kopsun kıyamet, bu kahpe dünya altüst olsun!"


Ayşe Arman akut üyesi, endüstriyel dağcı Serkan Kaya'yla röportaj yapmış. Soruyor:
AA:"Bu işin hayati riski yok mu? Korkmuyor musunuz? Adrenalin falan?"
SK: " Bir kere 100 metre yanıma yıldırım düştü. O hakikaten kötüydü.Düşmekten beterdi. Müthiş bir ses ve ışık. Aynı anda elektrik çarpması gibi bir şey oluyor, öldün zannediyorsun, sonra nefes aldığını fark ediyorsun. Burnuna yanık kaya kokuları geliyor. Yaşadığım en dehşet şeydi, ama sonra üzerini silkip ayağa kalkıyorsun, yola devam ediyorsun...
Yapacak birşey yok. Hepimiz sonunda öleceğiz, bir bardak su içerken de boğulup ölebilirim."


Melike Karakartal "Nyotaimori" geyiğini(çıplak kadın üzerinden suşi yeme) harika bir anlatımla ti'ye almış.
Hikayenin hijyen tarafına takmış ve böyle bir hadiseye prim veren erkeğin kafasına oklava indireceğini belirtmiş. Alkıışşş benden :)
Yazının tamamı çok eğlenceli, okumak isteyenler aşağıdaki link'e buyursunlar:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=13004520&tarih=2009-11-21

"Mavi Senfoni" adlı tablosu 2.2 milyona satılan Burhan Doğançay olay oldu.
Resmi alanın Murat Ülker olması açıkçası beni fazlasıyla şaşırttı.
Bu rekor satışla, çağdaş Türk resmi büyük bir sıçrama yaptı.
Koleksiyonerlik prim yapmaya ve bugünün en iyi yatırımının "resim" olduğu konuşulmaya başlandı.
Türkiye'deki rekor halen Oryantalist Osman Hamdi Bey'in 1906 ve 1907'de 2 farklı versiyon olarak çizdiği "Kamplumbağa Terbiyecisi"nde.
1906 versiyonu 2004 yılında Pera Müzesi'ne Türk resim sanatında bir esere verilen en yüksek fiyat olan 5 mioTL'ya satıldı.(2009 değeri 10-15mioTL)
1907 versiyonu ise Belma Simavi Koleksiyonu'nda.
Ayşe Kulin'in "Tek ve Tek Başına Türkan" adlı kitabını biran önce okumak için ölüyorum. Türkan Saylan'ın ömrü boyunca yaşadığı zorlukları öğrenince insan kendinden utanıyor. Bana sunulmuş bu şahane hayatımdaki tamahsızlığımın tokadını yüzüme atmak için kitabı su gibi okumak gerekiyor, anlaşıldı.
Şu an okuduğum Paulo Coelho'nun "Kazananlar Yalnızdır"ına kuma geliyor anlaşılan...

Daha 3-4 hafta önce şu haberle yatıp kalkıyorduk:

"Düşünebiliyor musunuz, bir adamla 14 yıldır evlisiniz, birliktesiniz, çılgınlar gibi aşıksınız, dışarıdan algılanan imaj öyle ama sonra bir gün öğreniyorsunuz ki, adam sizi bunca yıldır aldatıyor.
"İnsan kondurmak istemezse kondurmuyor” diyor, “Kimse beni uyarmadı. Bir de çok ilgili davranıyordu, en değerli varlığıydım, hep el üstünde tutuyordu. Evet, şüphelendiğim oldu. Ama hep inkâr etti. Her seferinde ona inandım. Belki de işime geldi. İnsan düzeni devam ettirmekten yana oluyor, hele çocukları varsa. Ama bir yere kadar..."
Şahane eğitimi, şahane fiziği, şahane anneliğiyle müthiş bir “vitrin”, bir erkeğin yanında taşımaktan gurur duyacağı bir varlık..."

Evet bildiniz Eren Talu ve Defne Samyeli hadisesi. Sahi n'oldu onlar, boşandılar mı?
Aldatan erkeklerin durumu bence bir tür ruh hastalığı, psikiyatrlık.
Mide bulandırıcı!
Görünce kusmak istiyorum!

Psikiyatrlık demişken:
Hipotalamus, limbik sistem ve ön loblarda olan hasarlar, aşırı saldırganlık ve vahşete sebebiyet veriyormuş, bunu da bugün öğrendim. Bizim ülke toptan ağır hasarlı desenize!

Bu ilginç bilgiden gelelim komiğe...
Dizi izliyor musunuz? Yok öyle "Ezel", "Aşk-ı Memnu" falan değil. Ecnebi ve yüzonaltıbinsekizyüzkırksekiz bölüm sürenleri kastediyorum. Onların manyağıysanız yandınız. Hergün bir öncekinden daha popüler bir dizi furyası peydah oluyor. Hayır insan işi gücü bırakıp 7*24 dizi seyretse bile yetişemez. Bunun tuvaleti var, yemeği var, uyuması var.
De ki yetiştiniz o zamanda gözlerin biri "kalk gidelim, diğeri halt yeme otur" der!
Gündemde çılgınca bir "Flash Forward" olayı dönüyor. Benim afagan takımım o kadar TV karşısında oturmaya müsait değil ama ucundan azcık seyretmeyi deneyeceğiz bakalım.
Yılmaz Özdil'den sonra izlediğim favori köşe yazarı Kanat Atkaya Flash Forward'la ilgili harika bir yazı yazmış.
Henüz okumadıysanız mutlaka okuyun derim. Ben gülmekten koptum okurken, arşivime aldım bile :D
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=12984952&yazarid=25&tarih=2009-11-19

Şimdiiiii efendim sanki bana "böyle de eften püften, ortaya karışık bir yazı olur mu?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Yahu boşveriiin, hayatı bu kadar ciddiye almayın... Onun rahat, neşeli, boş anları da vardır, olmalı.. Bunu hem söylemek, hem uygulamak lazım gelir.
Yoksa benim gibi duygu budalısı, hop terelleli moduna doğru emin adımlarla yolalan biri olur çıkarsınız. Hep birlikte biraz hayatın içine daldık, fena mı oldu?
Madem birlikte girdik bu dalışa o zaman size bir itirafta bulunmam gerek:
Bu budalalığım hafiften işe yaramaya başladı galiba.
Sanırım büyümekteyim.
Üstelik şaşılacak şey evet, laf dinlemeye bile başladım.
La havle başımıza her an taş yağabilir. Kaçılıın!

Budalalık kendinden başka birine inanıp, sevmekle başlıyor.
Biliyorum sevginin/aşkın karşıtı nefret değil.
Ama ah! Budala ben mi yoksa söz dinleyen ben mi bu nefreti tanımaya başlıyor işte onu henüz bilemiyorum.
*****
Bugün babamın bana ve bu hayata veda etmeden sonsuzluğa gidişinin 6. yıl dönümü.
Oysa ne çok sevgi vardı içinde, ne çok severdi beni.
Böyle küt diye gideceği hiç aklıma gelmezdi.
Yakıştıramadığı durumları kabüllenemekte güçlük çekiyor insan.
Bocalıyor, afallıyor, dümdüz oluyor.
Allak bullak kalıyor.
Cayır cayır yanıyor.
İçini soğutacak birşey için didiniyor kavrula kavrula.
Olmuyor, olmuyor, olmuyor...
Herşey nafile.
Hepsi palavra!
Sadece saçmalıyor.
O anda bir taş yutmuş gibi oluyor...
İçi ufalanıyor.
Bir şey kopuyor bedeninden.
Sanki biri elini içine sokuyor ve ciğerini söküyor alıyor.
Kolu, bacağı gidiyor...
Öyle hissediyor.
Öyle kalakalıyor.
Eksiliyor.
Bir daha hiç tamam olamayacağını düşünüyor.
Ve üzerinden sayısız gece kararıp gün ağarsa da hesaplaşması, sorgulaması, acısı bitmiyor.
İşte böylesi bir düellodan sonra hiçbir terkediş, hiçbir sevilmeyiş, hiçbir yanlış seçiş, yalnız kalış koymuyor.
Ne koyması be baba, dokunamıyor bile!
Anlatabiliyor muyum?


*****
Mekanın cennet, ruhun şad olsun babam.
Huzur içinde ol, ben iyiyim, büyüyorum!

Sizin hiç babanız öldü mü?
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Cemal Süreyya

Yazı tarihi: 23 Kasım 2009-2003

Hiç yorum yok: