22 Eylül 2008 Pazartesi

2008-2009 Kış Sezonu

Bu sabah, Pazar sabahı yani 9’a doğru uyandım. Dün bütün gün dışarıda olduğumdan bugünümü evimle ilgilenmek üzere ayırmıştım. Etraf toplamaca, kıyafet dolabı tasniflemece, ayakkabı dolabı yazlık-kışlık ayırmaca, biraz internet, biraz yazı, biraz kitap-müzik... yumuşak yumuşak takılacaktım.
Sabah kahvaltıdan sonra baktım dışarda hava kötü. Rüzgar, yağmur, geceden kalma ıslak yerler... Sokakta sadece 1-2 kişi rüzgar ve yağmur geçirmez kapişonlu montları ile köpeklerini gezdiriyor.
“Tam ev havası ne güzel” diye kendi kendime düşündükten yaklaşık 5 dakika sonra ev bana bastı, sahil beni çağırdı. Bu havada sahilde ne yapılır ki diye düşündüm. Paten olmazdı, ıslak zeminde mazallah tekerler bir kayar sonra ekspres servis bostancı denizine çivileme çakılmaca. Yok üşüdüğüme, ıslandığıma filan yanmam, bilmem kaç kiloluk 2 patenle anında dibi boylarım vallahi, hiç kurtuluşu yok. Neyse, pateni geçtik. Yürüme- koşma da açmadı. En iyisi ıslak zemin bisiklet antremanı yapayım diye karar kıldım.
Kıştan beri hiç giymediğim yoga pantalonumu/eşortman altımı ayağıma çektim. Diğer uzun paçalarımın hepsi koton olduğu için kendimce bunu giyerek yağmura karşı akıllılık etmiştim. Bu, su geçirmez materyalden yapılmaydı ama bunu giymekle en büyük taktik hatayı yaptığımı pantalonun içine 3 bacak daha sığabilecek bol paçaları sürekli pedallara takılınca anlayacaktım. Onca insan boşuna tight giymiyormuş bisiklete binerken meğer:-)
Bol paçalarımın üzerine tüm spor kıyafetlerim arasında en sevdiğim uzun kollu bisiklet bluzumu giydim. Onun üzerine de yağmurluk kumaşlı kolsuz yelek/ montumu ve bunlar ince gelir veya kapişona ihtiyacım olursa diye de yanıma yedek olarak kapişonlu eşortman üstümü aldım.
“Bekle beni sahil tam teçhizatlı cevat kelle olarak kollarına ay pardon yollarına geliyorum!” Apartmandan çıkınca yüzümü tokatlayan rüzgarla antremanımın zorlu geçeceğinin ilk sinyalini almış oldum.
Yeşil’e gidip benim düldül Merida’yı aldım. Alırken ayaküstü Hakan’la sohbet ettik. 2009 model Trekler gelmiş. Hepsi kız gibiydi. Fiyatlar 340€’dan başlıyor, 550’lere kadar tırmanıyor. Bayramda kendime 27 vitesli bir Trek hediye etmeyi düşünüyorum. Hele bugünkü yağmur yağış antremanını da tamamlayalım da duruma ona göre karar verelim, ne de olsa önümüz kış.
Bu arada hem Hakan hem Yeşil’e gelen bir müşteri sahilde kuvvetli rüzgar olduğunu söyledi. “hadi canım, rüzgar sporcuyu yıldıramaz, bana bişey olmaz, tüm ekipman tamam” dedim.
Tabi bu cümleyi ederken 5 dakika sonra başıma geleceklerden habersizdim.
Aldım Meriva’mı, saldım aşağıya, hesaptan Fenerbahçe’den sahile çıkıcaz. Pedala ayak bastım, daha dakka bir pedallar paçanın içinde. Haydaaa tam birini çıkarıyorum öbürü takılıyor, işimiz var. Zar zor sahile attım kendimi.
Denizin bu gri ve üzerine pıtır pıtır damlalar düşen haline hiç şahit olmamıştım. Ve ilk defa kimsecikler olmayan terk edilmişliğine. Taktım müziğimi kulağıma, oooohhh keyfime diycek yok... diye pedallara yüklenmeye başladım ki paçalar alttan çok sesli koro misali ‘hoooppp’ deyiverdiler. Ve ben de hooppp tabi. Maalesef yanımda paça tutucu aparatım da yoktu. Paçaları yukarı çekerek olabildiğince ağır tempo yol almaya çalıştım. Ben paçalarla uğraşadurayım o sırada rüzgar ve yağmur şiddetini iyice artırmaya, yüzümü, gözümü, saçımı su içinde bırakmaya başlamıştı. “Heh he” dedim, “ben kül yutmam, yanımda kapişonum var”. Giydik kapişonu, örttük kafaya. Paçalar da şimdilik kontrol altında derken sol diz yine ufaktan ufağa sızlamaya başladı. Tam dize “ssshhht efendi ol, çomak sokma bisiklet keyfime” dedim ki ayaktaki 21C ve 17C’ler aynı anda “e biz de burdayız” diye beni yokladılar.
"Acı yok, acı yok" diyen beyin yogam ile onları duymazdan gelmeye çalışarak pedallara yüklenmeye devam ettim.
“Sahile, müziğe, nefes çektiğin havaya konsantre ol” diye diye Caddebostan’a vardım ama yağmur da şiddetini iyice arttırmıştı. Kapişonumdan önümü göremiyordum. Direnmenin anlamı yoktu. Bu seferlik bu kadar, gerisin geriye istikamet Yeşil dedim.
Yeşil’e vardığımda Hakan “ben sana demiştim” bakışı ile karşıladı beni.
Ben de onu “kabul sen haklıydın” bakışımla :-)
Yeni Trek’lere biraz daha göz gezdirerek Bayram sonrası görüşmek üzere diyerek vedalaştım. Buralara kadar gelmişken Cadde’ye giderek alınacak ufak biriki şeyi aradan çıkarmaya karar verdim.

Cadde boyunca gezdiğim tüm mağazaların hem vitrinlerinde hem de tüm reyonlarında hükümdarlığını ilan eden bu kışın modası karşısında fena afalladım. Zannedersiniz ki yerli Kızılderili kabileler İstanbul’da çadırlıyorlar ve tüm kıyafetlerini mağazalara asmışlar.
O ne garip bir moda!
Her taraf püskül püskül, saçak saçak... Alacalı bulacalı yerlere kadar uzanan bol elbiseler, bos bol rengarenk bluzlar, içinde ahenk ve estetik olmayan ama 1001 çeşit renk barındıran kazaklar, eteği nerede başladığı nerede bittiği belli olmayan şekilsiz etekler, şal desenler, uçuş uçuş hippi- yuppi bool boool booolll pret-e-porte’ler...
Eyvahlar olsun yandık. Göz zevkimiz fena halde çuvalladı. Tam bir savaşçı ruhu...
Bu sezon tüm kızlarımız kendini kabileden biri gibi hissederek tamtamcılık oynayacak.
Etraf tütsülenmiş ay hayvanı kokacak O ne Allah’ın aşkına?
Beni sorarsanız Beşiktaş Çarşı’lılar gibi karşıyım bu modaya.
Kadın estetiğini ve zarafetini öne çıkarmayan her modaya karşıyım.
Nerede o ince narin kesimler, danteller, satenler, ipekler, tek renk sade ve asil kıyafetler...? Hamiş: 1) Bisiklete binerken bir daha bol paça eşortman/ pantalon giyilmeyecek
2) İşin ucunda demode olmak olsa bile hanımlıktan, zarafetten ödün, Kızılderili modasına prim verilmeyecek.

Meraklıları için yeni sezon trendlerinden bir demeti aşağıdaki linkte bulabilirsiniz: http://www.mango.com/home/home.htm?idioma=e&pais=052&europeo=N&tarifa=LT

Yazı Tarihi: 21 Eylül 2008