10 Eylül 2008 Çarşamba

Korkularımdan Korkmuyorum!


Dikkat: Aşağıda okuyacağınız yazı psikolojinize zarar verebilir. "Hiç gerek yok ben almayım" diyorsanız pas geçiniz, "yok ben demir gibiyim, bana birşey olmaz" diyorsanız buyrun satırlar sizi bekliyor.

***
Şu anda ‘Kuzuların Sessizliği’ni izliyorum.
Yani aslında aslen izlemiyorum ama esasen izliyorum.
Konuya dair fiziksel bir eylem söz konusu olmamakla birlikte film şeritleri birbir gözümün önünden geçiyor.
Aktör de, aktris de, izleyici de bizzat kendimim.

Beynimi çıkardım, ameliyat masasına yatırdım, yukarıdan neler yaptığımı izliyorum.
Kahve falına bakar gibi beynimin kıvrımlarındaki görüntüleri anlamlandırmaya çalışıyorum.
Ve galiba azar azar çözmeye başlıyorum orada görünenleri.
Keşfettiklerim kıvrımların içine; diplere girmiş, kıyıya köşeye saklanmış, su yüzüne, güneş ışığına çıkmamak için direniyorlar ama benden kaçmaz.
Yakaladım, kavradım ve teşhisi –küt diye- koyuyorum.
Artık benim tuzum kuru, şimdi en zevklisi onu konuşturmak.
“Gel bakalım buraya, alayım seni bir avucumun içine, kimsin sen, kimlerdensin, adın-sanın, cibiliyetin nedir söyle bakayım?”
“Adım: Korku”
“Soyadım: Saklanmak”


***

Böylesine titiz bir çalışmadan sonra ağır ceza avukatı gibi acımasızca üzerine mızrakla gidip kökünü kazımak veya haline acıyıp kendi zavallı kaderine terketmek arasında kararsız kalıyorum.
Bir yanımda savaş tamtamları; onun benim canımı okuduğu dia’ları arşivden çekip önüme indirerek "ye onu, ye onu" diye beni galeyağına getiriyorlar.
Diğer taraftaki iyi kalpli ak sakallı dede dia’lardan beni dizginleyen, burnumun sürttüğü, günün sonunda kazançlı çıktığım yaşanmışlıkları önüme sıralıyor.
O benim düşmanım mı yoksa dostum mu kestiremiyorum.
Oltayla yakalayıp kovanın içine koyduktan sonra çırpınışlarına acıyarak yeniden denize attığım balıklar misali biran bu yaptığımı olmamış farzedip, kutuyu kapatıp onu ait olduğu yere geri gönderme kararı alıyorum.
Hatta tam olarak oraya değil. Daha yukarılara, güneşe yakın, oksijeni bol, daha elimin altında bir yerlere.
Sıkıştığımda işaret parmağımın yakalayabileceği bir uzaklıkta ümüğünden tutup: “işte oradasın bay korku, yakaladım seni, köşeye sıkıştırdım, çık saklandığın zindandan ve terket bedenimi” diyebileceğim bir habitata gönderiyorum...

***
Bu intro'dan sonra şimdi hazır olun, sıkı itiraflar geliyor.

Sıkıldım....
Günlerdir, haftalardır beni esir alan sıkıcı halimden fazlasıyla sıkıldım.
Sıkılmışlığıma ilave olarak iç sesime soruyorum şu an ne hissettiğini?
En dipten gelen en sahici ses "korku" diyor.
"Biraz daha açalım, neyin korkusu?" diye tekrar soruyorum.

Özel hayatın belirsizliklerinden, iş hayatında başarısız olmaktan, kendimi tekrar edip yeni birşeyler üretememekten, kalabalıktan, yanlızlıktan, sağlığımı kaybetmekten, yakınım birini kaybetmekten, sevdiğim birince hiç sevilmemekten, bedenimin genç ruhumun yaşlı/ ruhumun genç bedenimin yaşlı olmasından, hayatımın hiç değişmeden aynı tek düzeliğinde gitmesinden, hiç bilememekten, çok bildiğimi sanıp çok yanılmaktan, vesaire vesaire... Binlerce korku.
Hepsinden ölesiye korkuyorum.

Ve bu herşeyden korkar halimi keşfetmiş olmaktan ayrıca tarifsiz bir şekilde korkuyorum.
Peki şimdi n’olcak?
Ben oynamıyorum deyip kenara mı çekileceğim?
Kenar neresi? O kenarın adı dip olacak ve sonra oradan yukarı nasıl geri tırmanacağım?
Böylesi mi bize öğretilen, bizden beklenilen?
Yoksa korkudan tir tir titresen de belli etmemek mi?
Güçlü, sarsılmaz, eğilmez bükülmez, umarsız gözükmek değil mi?
Şüphe yok ki ikinci cümle.
Sen sen ol sakın korktuğunu belli etme!
Eve gidince yüzünü yastığa kapa ama etrafta 10 kaplan gücünde ol.

Yok öyle yağma.
Ben bu oyunun içinde yokum.
Bu kural bana sökmüyor, bu istenilen kalıp ben değilim.
Onun yerine önce korkularımı kabüllenmeyi sonra korkularımdan korkmamayı öğretmeye çalışıyorum kendime.
Kendime ve başkalarına itiraf etmeyi...
İtiraf ettikçe hafiflemeyi....
Ve paylaştıkça bunu açık yüreklilikle yoluma devam edebilmeyi öğrenmeye çalışıyorum...

İtiraf etmek ve hafiflemek için sizi seçtim fark ettiniz mi?
Refakatiniz için teşekkür ederim.

Yazı Tarihi: 10 Eylül 2008