28 Eylül 2008 Pazar

Facebook icat edildi mertlik bozuldu

Namahrem kalmadı.
Hayalgücü, düşüncegücü, tahmin kuvveti ve benzerleri ise hepten yitik.
Anamız babamız, bacımız gacımız, karımız kocamız, sevgilimiz sevdiğimiz gözler önünde, çarşaf çarşaf...
Her ama heeerşeyler, alenen, tüm çıplaklığı ile ortada.
Daha düne kadar adını bilmediğiniz birileri sizi arkadaş listesine eklediği an hooopp tüm seceresinin içindesiniz, tabii o da sizinkinin.
Ne yer ne içersiniz, nerelere gidersiniz, arkadaş grubunuz kimler, kimlerle takılırsınız, ne giyersiniz, hangi okullardan mezunsunuz, işiniz-ofisiniz nedir, nerdedir, doğum gününüz, kimle nerde kutladınız, tatilde nerdeydiniz, eliniz, ayağınız, bakışınız, gülüşünüz, duruşunuz, modunuz, statünüz, hava durumunuz...
Hiçbir şeyin gizlisi, saklısı, mahremi, masumiyeti kalmadı...
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz...

Gönderilen daveti kabul etmemek de olmuyor; elbet biryerlerde yüzyüze bakıyorsunuz, “aaaa, sen nasıl beni kabul etmezsin” serzenişleri, afrası tafrası, artistliği veya ona ihanet etmişsinizcesine nefreti karşısında kendinizi suçlu hissediyorsunuz.
Liste kabarık dursun da gerisi önemli değil.
Ekledikten sonra ne bir selam sabah, ne bir hal hatır sormaca, ne başka bir kontakt.
“Ben burnumu senin hayatına sokayım ama sana değmeme gerek yok” mantalitesi.
Neyse ki son düzenlemeler ile her adımın gizliliği kontrol edilebiliyor da bu sayede özel hayat hala az da olsa gizini koruyabiliyor.
Ama tabi “az da” olsa...
Teknoloji ve mahremiyet arasındaki ilişkiyi ben şu bilgisayar oyunlarındaki ikoncan “Pacman” e benzetiyorum. Ağzı açık, sinsi sinsi her köşe başından çıkıyor ve önüne geleni mideye indiriyor. Onun bu açgözlülüğünden paçayı kurtarabilenler şimdilik sıyırıyor ama en fazla birkaç el sonra onlar da aynı yolun yolcusu olarak yenmekten kurtulamıyorlar.
Böylesine beslenen teknolociks herşeyi önümüze zahmetsizce koyuyor. Kimsenin çaba sarfetmesine gerek kalmadan Facebook hayatımızın tüm belgelerini başkalarına sunuyor, arşivliyor, bununla da kalmıyor bir de belgeleri fotoğraflar eşliğinde görüntülü olarak ispatlıyor.

Facebook var diye mi, yoksa sadece ikisinin de yıldızının parlaması aynı döneme denk geldi diye mi bilmiyorum, bir de hayatımızda 7/24 birlikte yaşadığımız dijital fotoğraf makineleri bulunuyor. Cümbür cemaat, 7 sülale kapak yıldıyız. Boy boy, poz poz 1. sınıf kalite kuşe kağıda basmalık.
Japonlara laf ediyorduk, günahlarını almayalım, biz varken solda sıfır kalıyorlar.
Özel gün, kutlama, tatil filan değil sabah akşam, hercai yüzümüzde flaşlar patlıyor.
Cin Ali serisi misali; parkta, araba, tatilde, plajda, işte güçte, uyurken, uyanıkken, yerken, gülerken, ağlarken hayatın içinden kareler, ta tammm. Ama ne kareler; doğal doğal çok doğal fakat nedense hafiften ayna karşısında çalışılmış tek kaş havada artistik veya kısık kısık buğulanmış şuh bakışlar, e tabi hepimizin tamamen doğal hali budur aslında ;-)

***

Facebook öncesi dönemde teknolojik ajanlık henüz sadece “google” tekelindeydi.
Hayatınıza yeni birileri mi girdi, ilk adım “googling”. Kız isteyen delikanlıların seceresini araştırdığımız eş-dosttu google. Bir adab- usul vardı. Öyle herşeyi soramazsın google'a.
“Shhttt haddini bil” der. “Bu kadar da namahreme girilmez ki.... Çok istiyorsan sana profesyonel hayattan, kazanılan bir-iki başarıdan, en fazla okul, iş-gücünden bilgi verebilirim o kadar, gerisi kişinin özelidir. “
E sen de daha fazlasını alamayacağını bilir kös kös geri adım atarsın. Facebook gibi her üstüne vazife olanı olmayanı öğrenebileceğin mahallenin delisi değildi.

Google ve facebook öncesi zamanlarda ise sadece “günlük tutmak” modaydı.
Birinin günlüğünü bulup gizli gizli okumak ve orada yazanlardan gerçekten gizli olan bişeyleri öğrenince şaşırmak güzeldi.
Tarihin tozlu sayfalarına karıştı ve afilli yalnızlıklar oldular günlükler şimdilerde...
Oysa ben ne severdim mürekkepli el yazısı ile günlük yazmayı sayfa sayfa, sırdaş sırdaş, özel özel, kendimden kendime...
Şimdilerde ne gizlenen var, ne de gizlenenin keşfinden alınan haz.
Ne gizleyen var, ne de gizlenene duyulan merak...

Bu kadar yerden yere vurdum, tu kaka dedim, sanmayın ben bu dünyadan uzağım
Nerdeyim?
Facebook’ta.
Nerdeyim?
Google’da.
Nerdeyim?
Blog’umda.
Nerdeyim?
Dahası var ama hiç olmazsa onlar gizli kalsın... hala kurutmadığım mürekkebimin el yazısında...

Yazı Tarihi: 28 Eylül 2008