11 Eylül 2008 Perşembe

O anı beklemek


Madrid havaalanı, uluslararası gelen yolcu kapısı.
Çekçekli valizi ile açılır kapanır aynalı kapıdan çıkan herkes kırmızı halıdan geçiyormuşçasına karşıda onlarca çift göz kendisinin üzerinde.
Kapıdan çıkan, tüm kalabalığı bir çırpıda tarayarak kendisini karşılamaya gelen o tanıdık gözü yakalamaya çalışıyor.
Tanımadığı birileri tarafından karşılanacak olanlar, yolculuğun da etkisiyle yorulmuş ve kızarmış gözlerini kısarak karmaşa içindeki onlarca isim levhasından kendi isimlerini görmeye çalışıyorlar.
Karşılayacak kimsesi olmayanlar ise mahsun mahsun yürüyor, bir yandan da aldırmıyor gibi gözükerek. Tuhaf bir şaşkınlık yüzlerinde. Bakışlar alık alık; tek el valizi çekiyor, diğer eli cebe mi soksa, kafayı mı kaşısa, boş boş sallasa mı ne yapacağını bilemeden garip hareketler silsilesi içinde yürüyor.
Karşılama kalabalığı doyumsuz seyirlik.
Bakmayın coğrafi konumu sebebiyle Avrupa’da olmalarına; İspanyollar Avrupa’lı filan değiller aslında. En azından bizim anladığımız Avrupa’lı normlarına uymadıkları kesin.
Nerede o İngiliz kibarlığı, elegansı; Fransız soğukluğu, milliyetçiliği; İtalyan karizması, Celtik donukluğu, Alman domuzluğu.... hiçbiriyle alakaları yok.
İspanyollar bildiğiniz Türk’ün İspanyolca konuşanı. Orada bekleyen 3 avuç insan itiş kakış birbirlerini yiyecek nerdeyse. Ses uğultusundan zannedersiniz ki Obama’nın seçim konuşmasında halk galeyağına gelmiş, tüm sesler yankı yapıyor.
Beklenilenle kavuşunca öyle candan bir karşılama/kucaklama sahnesi gerçekleşiyor ki Roman’lar halt etsin.

Tam önümde; gençliğinin ve güzelliğinin doruğunda ben yaşlarda bir kadın.
1-2 yaşlarındaki çocuğunu –neredeyse- ayak bileklerinden tutmuş, UEFA kupasını kucaklayan kaptan Bülent gibi dimdik havaya kaldırmış.
Sevinçten çıldıracak olmak, yerinde duramamak, sevdiğinin yolunu gözlemek işte tam da bu kadının sergilediği davranışlar olsa gerek...
Yorgun yorgun ve baygın baygın sırada beklerken yanıbaşımdaki kadının coşkusu bir anda beni de ateşliyor. Parmak uçlarıma yükselip onca kalabalık arasında kimi beklediğini görmeye çabalıyorum.
Kadın benden daha kısa boylu olmasına rağmen bu bekleme esnasında boyu 3 katına yükselmiş gibi. Nefesi içine sığmıyor, kalbinin gümbürtüsü kalkan uçakların dengesini bozacak kadar şiddetli hale gelmiş.
Çantayı, valizi, pasaportu, gümrüğü her şeyi boşverip kadının yanına gitmemek ve iki elimi birbirine kenetleyip, avuçlarımın iç tarafını kadının ayağına doğru uzatıp “kardeş bas şuraya, merdivenin olayım” dememek için zor tutuyorum kendimi.
Kadıncağız kendi kabarıp kabarıp taşan içini; ayak bileklerinden yakaladığı çocuğunu poyraza yakalanmış bir servinin meksika dalgası yapması modellemesinde havada sallandırarak sergiliyor.
Garibim süt bebe şaşkınlıktan gözleri sağa sola kaymış, durumdan bihaber ama herkeslerin kafasının tepesinde sallanıyor olmaktan hoşnut bir şımarıklıkla sadece kendinin anladığı bir lisanda agulayarak etrafa neşe saçıyor.
O esnada ben, bu coşku dolu sahnenin içinden bir anlık kendimi çekerek durumu böyle görgüsüzce izliyor olmaktan esef duyuyorum.
İlgimi ve bakışlarımı başka yöne çevirmem sadece 2 saniye sürebiliyor. Tekrar bakmamak üzere kendime söz geçiremiyorum.
Bekledikleri her kimse artık geliyor olmalı.
Kadının çıldırmaya başlayan hareketlerinden ve havadaki çocuğunu beyin zarını zedeleyecek kadar şiddetli sarsmasından kocasının çok yakınlarda olduğunu düşünüyorum.
Gözlerim dolu dolu, boğazım yumru yumru olunca ne kadar süredir mutluluktan ağlamadığım aklıma geliyor...
Ve işte sonunda vuslat: kimbilir kaç zamandır ayrı olunan, beklenen baba/ koca görüş alanında beliriyor.
Gerçekten öyle mi veya tüm havaalanı kaç dakikadır kavuşmayı beklediğimiz için mi bilmiyorum, çınar gibi gözüken heybetli bir adam aynı coşku ve dev kollarıyla bir anda sarmalıyor kadını ve dünya tatlısı bebeği.

Bu şahane ailenin kavuşma anındaki mutluluğu sadece bana değil, durgun denizde kaydırılan taşın etkisi gibi etraftaki herkese dalga dalga yayılıyor ve gözler onlara kenetleniyor.
Olmamasına rağmen bir alkış, ıslık tufanı kopuyor gibi algılıyor zihnim...

Ve mutlu sonla onlar eriyor muradına, biz çıkalım kerevetine...

***
Günlerdir meteroloji tarafından beklenen, yolu gözlenen yağmur dün sabah İstanbul semalarını önce sağnak sonra dolu olarak kısa süreli de olsa şereflendirdi.
10 yıldır çalışmaları süren yüzyılın deneyi ‘Bing bang’ in ilk aşaması dün itibariyle gerçekleştirildi şimdi benim doğduğum gün gerçekleştirilecek 2. aşaması bekleniyor.
Çıkacak sonucu heyecanla bekliyoruz, bakalım neler olacak?

Uluslararası arenada beklediğimiz 2 önemli maç dün itibariyle milli takımlarımızca oynandı. Türkolar Belçika karşısında Dünya Kupası’na giden yolda istenilen galibiyeti alamadılar ama 12 dev adam potada Fransa’yı eze eze evine yolladı.

İstanbul’luların merakla beklediği metrobüsün ilk etabı açıldı, Anadolu yakasına geçecek 2. etabı bekliyoruz.
Çocukların yaz boyunca beklediği okullar açıldı.
İnananların beklediği Ramazan geldi, gün boyunca iftarı, sonrasında Bayram’ı bekliyoruz
Güzelim yaz geçti bitti, hırkaları dolaplardan çıkardık artık romantik sonbaharı bekliyoruz
Bugünlerde ben ama çok yakında eminim ki birçoklarımız ‘FISH’in hayatımıza girmesini,
Sayısal lotonun günün birinde bize çıkmasını,
işimizde terfi etmeyi,
almayı istediğimiz evi, arabayı
ailemizdeki huzuru,
yeni doğacak çocuğumuzu,
sevdiklerimiz tarafından sevilip kabul görmeyi,
sağlık, mutluluk, başarı, şans ve aşkı yaşamayı,
güzel günleri, özel anları bekleyip duruyoruz....

Peki beklemenin ne anlamı olurdu kavuşmanın tadı olmasa?

Neslihan, Beklenti


Yazı tarihi: 11 Eylül 2008