9 Eylül 2008 Salı

Barcelona


Bir önceki 'İspanya kısa,kısa, çok kısa... ' başlıklı yazımı okuduysanız 24-31 Ağustos 2008 tarihleri arasında İspanya’nın Madrid, Toledo, Zaragoza ve Barselona şehirlerinde bulunduğumu biliyorsunuz.
Ve yine biliyorsunuz ki; biraz da gitmeden önceki önyargılarımın ve araştırmalarımın da esiri olarak, tüm bu şehirler arasında beni kendine tutkulu bir aşık gibi bağlayan Barselona oldu.
İspanya’daki 17 özerk bölgeden en büyüğü olan Katalanya bölgesinin başkenti olan Barselona’nın en büyük avantajı Akdeniz’e kıyısı olması.
Nüfus 6 mio civarlarında ve gelir seviyeleri oldukça yüksek.
Her şeyiyle tam bir Akdeniz'li olan bu şehirde neredeyse 4 mevsim güneş kendini gösteriyor.
E bu da yaşayan insanları mutlu, güleryüzlü ve rahat kılıyor.
Barselona’lı Katalanların en büyük özellikleri de işte bu rahatlıkları.
Tüm şehir sadece öğlen değil sürekli Siesta/Fiesta modunda.
Kimsenin acelesi yok, kimse bir yere yetişmiyor, kimsenin sabırsızlığı, asabiyeti, yüksek tansiyonu yok.
Varsa varsa boool bolll genişlik, ferahlık, vurdumduymazlık, yeme, içme, dans ve hayatı doya doya yaşamak var.
Çok konuşup, çok gülüp, çok eğleniyorlar.
Burada hayat kolay ve güzel.
Hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren en önemli etkenlerden biri de şehrin coğrafi yapısı.
Yani kossskoca, düüümdüz bir ovada bulunması.
Metro şehir içinde, tren ise şehir dışında bir örümcek gibi her yeri örmüş. En ücra köşelere kadar çok ucuz ve sorunsuz olarak gidebiliyorsunuz.
Raylı sistemlerden hoşlanmıyorsanız taksiler oldukça hesaplı. Taksicilerin çoğu İngilizce anlıyor ama konuşamıyorlar. Gideceğiniz yerin bir kartını yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim. İstisnasız her takside gprs var ve mutlaka kullanılıyor. Kaybolmanız veya turistsiniz diye sizi dolandırmaları asla sözkonusu değil. Yalnız boşuna İspanyolca bilmediğinizi söylemeye çalışmayın, hiç farketmiyor, inene kadar size birşeyler anlatmaya çalışıyorlar :-)
Ayrıca otobüsler de tertemiz, klimalı ve yaygın.
Göz alabildiğine düz olan şehirde bir çok Barselonalı ulaşımını scooter, bisiklet ve roller blade üzerinde gerçekleştiriyor.
Yaygın noktalarda bulunan kiralık yüzlerce bisiklete demir para atarak olduğu yerden alabiliyorsunuz, gideceğiniz yere gittikten sonra yine benzer bir noktaya aynen bırakıyorsunuz.
Ayrıca şehri boylu boyunca geçen sahil şeridi tam Miami havasında. Kumsalın kenarındaki beton yolda mayoları ile roller blade yapıp bisiklete binenler o kadar sportmen, sağlıklı, fit ve enerjikler ki gözünüzü alamıyorsunuz.
Madrid’de kente damgasını vuran boğa güreşleri ve flamenko burada yok.
Onun yerine latin Amerika’lıların nüfustaki yoğunluğundan olsa gerek latin dans ve yaşayış oldukça yaygın.
Yemekler İspanya genelinde bana göre vasat. İçki seviyorsanız alköllü meyve kokteyili tadında olan Sangria’yı mutlaka deneyin. 2 veya daha fazla kişi iseniz sürahi ile ısmarlamak daha mantıklı.
Ayrıca üzüm bağları ile ünlü şehrin şarapları da birbirinden harika(imiş)
Mardid’liler ve Barselona'lılar birbirinden pek hoşlanmıyorlar. Hele hele futbol konusunda aralarındaki yoğun rekabet sebebiyle hasım sayılıyorlar.
Barselona’yı Barselona yapan en önemli özellik hiç şüphesiz ünlü mimar Gaudi ve onun henüz bitirilmemiş eseri ‘Sagrada Familia’. Gaudi’nin dehası tüm şehre yansımış. Caddede yürürken en sıradan gibi bile gözüken bir binanın çatısına baktığınızda Gaudi’nin bir eserini görebiliyorsunuz. Tüm yapılar dudak uçuklatan sanat eserleri.
Şehir baştan aşağıya sanat müzesi gibi. Başınız ve gözleriniz yukarıda gezerken aman dikkat, direklere toslamayın:-) (tecrübeyle sabittir :-) )
Gaudi’den başka ‘sürrealizmin yaratıcısı Dali’de Barselona’nın önemli yaratıcılarından.Tren ile Barselona’ya 1,5 saat uzaklıkta olan Figueres kasabasındaki Dali’nin evi en çok ziyaret edilen yerler arasında.
Şehir içinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri ise ‘Picassso Müzesi’. İtiraf ediyorum hiçte iyi bir Picasso hayranı değilken bu müzeye gittikten sonra en sıkı fanatiklerinden biri oldum.
Müzeye ve Picasso’ya beni kilitleyen çalışma Picasso’nun selefi Velazquez’in ‘Las Meninas’ adlı eserini kübik olarak resmetmesi ve buradaki dahilik sınırını zorlayan çizimi oldu.
Picasso müzesini içinde barındıran bölge benim Barselona’da aşık olduğum bölgelerin başında geliyor: ‘Barri Gòthic’ bölgesi.
Burası, Barselona’nın meşhur olmasına yol açan mahalle. Burada karşınıza çıkacak olan tüm gotik yapılar aslında 20. yüzyılın başında yapılan röprodüksiyonlar. Vaktiniz varsa Barri Gòthic’e 1-2 gün ayırmanızı tavsiye ederim.
Buraya giderken yapabileceğiniz en güzel plan hiç plan yapmamak olacaktır. Aylak aylak gezinin ve bırakın bu mahalle sizi içine çeksin.
Ünlü Las Ramblas'dan birkaç kelim eile bahsedecek olursam da Barselona'nın trafiğe kapalı en turistik caddesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Açıkçası ben ilgimi çeken pek birşey bulamadım. Buraya yarım saatten fazla vakit ayırmak güzelim şehre haksızlık olacaktır. Barselona'ya yaz mevsiminde giderseniz aylaklık yapacağınız yerlerden bir diğeri de şehrin kumsalı.
Havlunuz, güneş gözlükleriniz ve içinize çektiğiniz Akdeniz havası ile kendinizi İspanya güneşi kadar parlak, boğası kadar güçlü ve flamenko dansındaki kadar tutkulu hissediyorsunuz.
Şehirde yaşanacak o kadar çok şey var ki hepsini burada yazamadım. Siz bu kısa yazıma aldanmayın, dilerseniz bana sorun, sizi gitmeniz üzere ikna edeceğime garanti ederim.
Ola Espania!

Yazı Tarihi: 08 Eylül 2008